Siyonistlerin anlaşmaya bağlı kalmayacağı biliniyordu. Çünkü şimdiye kadar kabul ettikleri anlaşmaların hiçbirine bağlı kalmadılar. Ancak, Gazze’deki korkunç katliamların ve aç bırakma politikasının yol açtığı felaketin son bulması için Filistin direnişi, ortaya çıkan bir fırsatı değerlendirmeye çalıştı.
Filistin direnişi siyonist işgal rejiminden ateşkese uymasını değil, aracı ülkelerden işgalcilerin ateşkese uymaya zorlanmasını istedi. Aracı ülkeler de, ateşkesin kabul edilmesinin ardından yine Mısır’ın Şarmu’ş-Şeyh şehrinde, ateşkesin devam etmesi için sorumluluk yüklenme konusunda söz verdiklerini dile getirdikleri bir garanti anlaşması imzaladılar. Filistin halkının ve direnişinin asıl güvendiği anlaşma da işgal rejiminin kabul ettiği ateşkes değil işte bu garanti anlaşmasıydı.
Siyonist katiller, ateşkesin yürürlüğe girmesinden birkaç saat sonra ihlalleri başlattılar. Bunların bazılarını hiçbir gerekçe göstermeden gerçekleştirdiler. Bazılarında tamamen uyduruk, asılsız gerekçeler ileri sürdüler. Bazılarında da olayları çarpıtarak ya da Filistin direnişinin bilgisi dışında, işbirlikçi hainler vasıtasıyla bizzat kendileri gerekçe oluşturdular.
Geçtiğimiz Salı akşamı da siyonist katiller, Refah civarında bir askerlerinin keskin nişancı ateşiyle öldürüldüğü iddiasında bulundular. Kassam Tugayları bu olayla hiçbir ilgileri olmadığı ve ateşkese bağlı kaldıklarına dair açıklama yaptı. İşgal rejimi ise olayla ilgili hiçbir araştırma yapma ihtiyacı bile duymadı. Çünkü onlar için önemli olan iddiaların doğru olması değil kendilerinin yeniden insanlık dışı saldırı ve katliamlar gerçekleştirmeleri için bahane oluşmasıydı.
Ardından teslim edilen bir cenazeyle ilgili hikaye uydurdular ki bu hikayenin anlaşmayı bozmaya ve böylesine korkunç saldırılar gerçekleştirmeye gerekçe oluşturacak bir yanı yoktu. Ne var ki dediğimiz gibi siyonistleri ilgilendiren taraf saldırmak, katletmek, yıkım ve katliam yapmaktı. Sizin suyun bulandırıldığı yerden aşağıda duruyor olmanız dolayısıyla suyu bulandırma imkanınız olmaması önemli değildir. Siyonist katiller saldırmak istediklerinde yine sizi suyu bulandırmakla suçlayabilirler.
Bu gerçeği görenlerin hâlâ Filistin topraklarında siyonist işgalin ve varlığın tüm İslam dünyası için ciddi tehdit oluşturduğu; siyonist işgalden kaynaklanan sorunun sadece Filistinlileri değil bütün İslam âlemini, hatta bütün insanlığı ilgilendirdiği gerçeğini anlamak istemeyenleri ise anlamak mümkün değil.
İşgalciler yine korkunç saldırılar gerçekleştirdi ve bir gecede, üçte biri çocuk olmak üzere 100’den fazla masum insanı; kabul edilen ve sürdürülmesi konusunda garanti verilen anlaşmaya rağmen katlettiler.
Ancak siyonist katillerin bu seferki saldırılarında hedef alınan sadece Filistinliler değil aynı zamanda ateşkesin sürdürülmesi için garanti veren tüm ülkelerin sağladığı “güvence”dir. İşgalci katiller bu “güvence”nin ne kadar güven verici olabileceği konusunda zihinlere tereddüt sokmak, hiçbir “güvence”nin kendi saldırganlıklarının önünde engel teşkil etmeyeceği mesajı vermek istemişlerdir. Dolayısıyla bu saldırıda Şarmu’ş-Şeyh’te imzalanan garanti anlaşması da saldırıya uğramış, bu anlaşmayla verilen taahhüt yani “söz” hedef alınmış, ağır bir şekilde yaralanmıştır.
Siyonist katillerin saldırısına maruz kalarak çok ağır bir yara alan, “güvence”, “taahhüt” ve “söz” şu an komaya girmiş durumdadır. Eğer çok hızlı bir şekilde müdahale edilmezse ve kurtarılamazsa ölmesi kuvvetle muhtemeldir.
Ama ne yazık ki garanti anlaşmasına imza atan ülkelerden ABD zaten bizatihi oyunun içindedir; verdiği sözlerin ve güvencelerin arkasında duracak bir ahlâk anlayışına sahip değildir. Çünkü namusu olmayanın “namus sözü” olmaz.
Mısır yönetiminin de anlayış olarak çok farklı olmadığını ve ABD’nin parmak işaretlerine göre oturup kalktığını bilmeyen yok.
Katar’ın baskı gücü yeterli değil.
Bu durumda en büyük sorumluluk ve en ağır yük, samimiyetine inanabileceğimiz Türkiye’ye düşmektedir.