ABD’yi tüccar kafasıyla yönetmeye çalıştığı için kimilerinin takdir ettiği, kimilerinin ise tenkit ettiği Trump yönetiminin yeni açıklanan “Milli Strateji Belgesi” de uluslararası ilişkileri daha ziyade “ekonomik rekabet” anlayışıyla ele alıyor. Bu belgede Rusya ve Çin hasım olmaktan çıkıp ticari rakip rolüne giriyorlar. Dikkat çeken bir yumuşama bu.
Buna karşılık, Batı dünyası dediğimiz antiteyi ABD ile birlikte oluşturan Avrupa ülkelerinden ise müttefikten ziyade “artık istenmeyen misafir akraba” gibi söz ediliyor belgede.
Çok dikkat çekici biçimde “Avrupa meselesi” olarak adlandırılan konuya ayrılmış sayfalarda müttefik ülkelerle ilgili öyle ilginç ifadeler var ki arayı bozmak için bahane aranıyormuş gibi bir izlenime kapılıyorsunuz okuduğunuzda.
Bir medeniyet krizi yaşadığı ileri sürülen Avrupa’nın karşı karşıya olduğu sorunlar olarak şunlar sayılıyor: Siyasi özgürlüğü ve egemenliği zayıflatan Avrupa Birliği ve diğer uluslararası yapıların faaliyetleri, kıtayı dönüştüren ve çatışma yaratan göç politikaları, ifade özgürlüğünün sansürlenmesi ve siyasi muhalefetin bastırılması, düşen doğum oranları, milli kimliklerin ve özgüvenin kaybı…
“Muhalefete baskı” konusu belgenin Rusya Ukrayna savaşına ilişkin kısmında da ayrıca geçiyor üstelik. Burada da bazı Avrupa ülkelerinde azınlık hükümetlerinin anti demokratik uygulamalarla siyasi özgürlükleri zayıflattığı ve muhalefeti baskıladığı iddia ediliyor. Halkın büyük çoğunluğu barış istemesine rağmen söz konusu hükümetlerin demokratik süreçleri baltalaması yüzünden bu talebin politikaya yansımadığı iddia ediliyor. Bunun için ABD’nin Avrupa’daki siyasi müttefiklerine gerçek demokrasi ve ifade özgürlüğü ruhunun yeniden canlanmasını teşvik etme çağrısı yapılıyor. Bu hususta “vatansever Avrupa partilerinin artan etkisi gerçekten büyük bir iyimserlik sebebidir” deniliyor.
Söz konusu “vatansever partiler”in azınlık hükümetleri tarafından baskı altında tutulduğu söylenen yapılar olduğu anlaşılıyor. Ayrıca şu da anlaşılıyor ki ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve siyasi baskı derken kastedilen konu aşırı sağ ve yabancı düşmanlığı karşısında alınan önlemler. Bu çerçevede Almanya’da hızla taban kazanmakta olan AfD’nin siyasi rakiplerince dışlanması.
Bilindiği gibi ABD Başkan Yardımcısı Vance birkaç ay önce Münih’te katıldığı bir toplantıda Almanya’daki partilerin aşırı sağcı AfD ile iş birliği yapmama kararını sert sözlerle eleştirmiş, Avrupa hükümetlerini ifade özgürlüğünü sansürlemekle suçlamıştı. AfD’nin başından beri Rusya-Ukrayna savaşında Rus yanlısı bir tutum sergiliyor olması da önemli bir ayrıntı.
Trump imzalı “Milli Strateji Belgesi”nde Avrupa ülkeleri demokratik değerlerden uzaklaşmakla suçlanıp bu sorunun çözümü için ABD’nin çaba harcayacağı söylenirken, metnin giriş bölümünde dış politika prensibi olarak şu ifade ediliyor: Biz dünya ülkeleriyle iyi geçinmek ve dostane ticari ilişkiler sürdürmek istiyoruz. Hiçbir ülkeye demokrasi empoze etmek peşinde olmayacağız.
Avrupa’nın bu yaklaşımın dışında tutulması ABD-AB arasındaki çelişkilerin veya çatışmaların sanılandan çok daha ciddi bir boyutta olduğunu mu gösteriyor acaba? Trump’ın aşikar Avrupa karşıtlığını nihayet “Milli Strateji Belgesi” adı altında resmi bir politika belgesine dönüştürmesi transatlantik ilişkilerde yeni bir aşama mı?
Söz konusu belgeyi yeni bir aşamanın ilanı olarak görmek gerekir tabii. Ancak aslında daha Bush Jr döneminde Amerikan siyasi elitlerinin ve bilhassa Cumhuriyetçilerin eski kıtaya nasıl baktığını herkes görmüştü. Soğuk Savaş dönemindeki ittifak mimarisinin aynı şekilde devam etmeyeceği anlaşılmıştı. Zaten Avrupa da yeni şartlara uyum sağlama yolunda birtakım hazırlıklara girişmişti. “Avrupa NATO’su” projesi de bunlardan biriydi. Fakat bu hazırlıkların büyük bölümü tamamlanamamış gibi görünüyor. 27 ortaklı bir yapı içinde bunları yapmak kolay olmasa gerek.
Transatlantik ilişkiler zaten Avrupa ve Amerika arasındaki “politik işleyiş” ve “politik üslup” farklarını da çok net gösteren bir konu.
Söz gelimi, Trump’ın “Milli Strateji Belgesi”nin Avrupa’daki muadili olan 2022 tarihli “Stratejik Pusula” belgesi, epeyce utangaç bir metin olarak dikkati çekmişti. AB’nin ortak güvenlik ve dış politika hedeflerini açıklayan belgede tesis edilmek istenen yeni savunma ittifakının NATO’ya alternatif değil, tamamlayıcı bir yapı olacağı özellikle belirtiliyor ve ABD ile işbirliği içinde çalışılacağı taahhüt ediliyordu. Hatta Washington ile güvenlik ve savunma işbirliğinin “derinleştirileceği” söyleniyordu.
Eski ortağının strateji belgesindeki üslup herhalde Avrupa’nın da uzun süredir Brüksel’deki dolaplarda, çekmecelerde tuttuğu dosyaları çalışma masasına taşımaya yöneltecektir.