Geleceği beklemek yerine, onu kapıda karşılamak, değişme isteğinin en belirgin göstergesidir.
Bir toplumun geleceğe hazırlanması, sadece yatırımlarını çoğaltması, teknolojide atılım yapması gibi teknik bir planlama işi değildir. Ahlakî, kültürel ve yeni dünya ile uyumlu (eski alışkanlık ve geleneklerinden sıyrılıp, evrensel hak/hukuk, insaf, adalet, çoğulculuk ve demokrasi) sosyal değerlerin benimsenmesi, yeniden doğuş sürecini başlatmasıdır.
Bütün bunlar, bir toplumun kendine dair tahayyülüyle anlam kazanır. Her değişim süreci “Biz kim olacağız?” sorusuyla başlar. Bu soruya verilecek yanıt, toplumun doğrultusunu belirler. Dolayısıyla bir millet geleceğini, yollarında, köprülerinde, fabrikalarında değil; zihinlerde, okullarında ve adalet anlayışında inşa edebilir.
Gelecek, bir irade meselesidir
Hiçbir toplum, kendiliğinden ilerlemez. Tarihin akışı, onu anlamaya ve yönlendirmeye cesaret edenlerce şekillenir. Geleceğe hazırlanmak, bir tür kolektif bilinç inşasıdır. Bu da bizi kolektif aidiyet sorunsalına getirir.
Eğitim: Zihnin özgürleşmesi
Bir toplumun geleceğe en büyük yatırımı, eğitim sistemidir. Ama eğitim, yalnızca bilgi aktarımı değil, düşünme alışkanlığı kazandırmalıdır. Ezberleyen değil, sorgulayan; itaat eden değil, düşünen bireyler yetiştirmek… İşte değişimi kolaylaştıracak gerçek hazırlık budur.
Bugün dünyanın birçok ülkesinde bilgiye erişim kolaylaştı, ama bilgiyi anlamlandırma yeteneği geriledi. Ekranlara bakan ama dünyayı görmeyen; bilgiye ulaşan ama nasıl kullanacağını bilemeyen bir kuşak oluştu. Bu kaybedilmiş kuşağın yeniden kazanılması lazım. Laiklik, geleceğin şekillenmesinde büyük rol oynayacaktır.
Bu pencereden bakınca eğitim, yalnızca “öğreten” değil, “aydınlatan” bir süreç olmalıdır.
Bilim ile ahlâk arasındaki bağ
Bir toplum geleceğe hazırlanırken en çok şunlara dikkat etmelidir: Bilim, ahlaktan kopmamalıdır. Tarihin en karanlık dönemleri, çoğu zaman yüksek teknolojiyle değil, vicdan yoksunluğuyla yaşanmıştır.
Bu yüzden geleceğe hazırlanmak, etik ile bilimin yeniden buluşmasıdır. Yapay zekâdan önce, vicdanı (kurumsal olarak hukuku) güçlendirmek gerekir. Robotlar değil, insanlar yozlaşır; ve bir toplumun yozlaşması, bilgiyi ahlâktan, gücü sorumluluktan ayırdığı noktada başlar.
Adalet: Toplumun yer çekimi
Adalet, bir toplumun ayakta kalmasını sağlayan, kurumları arasında görünmez altın teğeldir. Hukuku dışlayan hiçbir düzen, uzun süre yaşayamaz. Adalet, kurumların sürdürülebilirliği kadar, toplumun geleceğe olan inancını ve güven duygusunu da belirler.
Bir ülkede gençler geleceğine güvenmiyorsa, o ülke en stratejik kaynağını —umut sermayesini— kaybediyor demektir. Bu nedenle adalet, yalnızca hukukçuların değil, geleceği inşa etmek isteyen her yurttaşın kaygısıdır.
Yurttaşlık bilinci ve ortak akıl
Geleceğe hazırlık, devlet politikalarıyla sınırlı değildir; bireylerin sorumluluğu da aynı oranda etkilidir.
Toplum, “yönetilmek” yerine kendisinin de katılacağı “yönetişimi” öğrendiğinde gelişir. Yurttaşlık, yalnızca oy kullanmak değil, ortak akla katkıda bulunmaktır.
Eleştiren, düşünen, çözüm üreten bireyler geleceği inşa eden en önemli toplumsal sermayedir.
Devletler kurumlarıyla yaşar, ama toplumlar ahlakî karakterleriyle hayatlarına yol verirler. Eğer bir toplum yolsuzluğu, hırsızlığı, keyfîliği hayatından çıkarmışsa, gelecek endişesi duymaz.
Umut: Geleceğin ahlaki temeli
Geleceğe hazırlanmak, aslında umuda yatırım yapmaktır. Ama umut, pasif bir bekleyiş değil; aktif bir katılım çabasıdır.
Kendine, topluma ve zamana duyulan bir inançtır. Umudun olmadığı yerde, akıl da işlevsiz kalır; çünkü akıl, geleceği şekillendiren bir güçtür.
Her nesil, kendisinden sonra gelenlere sadece maddi miras değil, yön de bırakır.
O yön, bilginin ışığıyla, emeğin sabrıyla, adaletin terazisiyle, umudun nefesiyle çizilir.
Gelecek, inşa edilen bir ufuktur
Bir toplumun geleceği, laboratuvarlarda, bakanlık koridorlarında ya da seçim meydanlarında değil; okullarda, evlerde ve vicdanlarda kurulur. Eğer biz bugünümüzü adalet, laiklik, dürüstlük, özgürlük ve dayanışma üzerine inşa edebilirsek, gelecek kendiliğinden gelir.
Gelecek, bir hediye değildir; bir sorumluluktur. Ve bu sorumluluğu taşıyan her birey, kendi payına düşen dünyayı yeniden kurar.