Diplomasi kabaca karşınızdakini çıkarlarınıza, beklentilerinize saygı göstermeye ikna etme sanatı, hatta biraz da bilimi olarak tanımlanabilir. İçinde kaçınılmaz olarak güç ve taviz barındırır, rasyonaliteyi varsayar, empatiyi öngörür ama özü hala insani ilişkiye dayanır. Ne de olsa sonuçta ikna edilecek olanlar insanlardır.
Başarısı derseniz pazarlıkta elde ettiklerinizle, var olan koşullar altında karşınızdakini ne denli etkilediğinizle ölçülür. Ancak hiçbir zaman objektif kritere dayanmaz. Maksimalist pozisyonlar da ölçüm için başlangıç noktası oluşturmaz. Çoğunlukla da dışarıdan bakanlar, ölçümü yapmaya çalışanlar içeride ne konuşulduğunu bilmez.
Ayrıca başarı baktığınız açıya göre değişir. Mesela bazıları için Lozan bir hezimetken benim gibi düşünenler için büyük bir başarıdır. Çünkü Sevr’in yerini almış, askeri zaferi ve Misak-ı Milli’de ifadesini bulan beklentilerin önemli bir kısmını 24 Temmuz 1923’te imzalanan belgeye aktarabilmiştir.
Benzeri Montrö Sözleşmesi, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na tüm ısrarlara rağmen girmemesi, savaş sonrasında Sovyet baskısından kendisini kurtarması için de geçerlidir. İmparatorluk dönemi de başarılı diplomasi örnekleriyle doludur. Kıbrıs sorununun yönetimi tarihinde barındırdığı aksaklıklara karşın başarılıdır.
Daha sonra yapılacak derinlemesine araştırmalarla daha iyi anlaşılacağı gibi Türkiye’nin günümüzdeki Suriye diplomasisi de bu kategoridedir. Sahada da başarılı olan Türkiye, sadece bir rejimi devirmekle kalmamış, ülkenin bölünme riskine karşı müdahaleleriyle geniş bir tampon bölge yaratmış, İsrail’in aksine çabalarına rağmen Amerika’yı yanına almıştır.
Şara’nın takım elbise giymesi, kravat takmasıyla başlayan değişim Pazartesi günü Beyaz Saray’da yaşanan müzakere trafiğiyle bambaşka bir boyut kazanmış, Dışişleri Bakanı Fidan’ın Amerikalı ve Suriyeli muhataplarıyla paralel görüşmeler yapması ve sonra da Trump-Şara görüşmesine katılması Türkiye’nin kilit konumunu tescillemiştir.
Bu görüşme trafiğinden en çok Suriye halkının yararlanacağını, ülkelerine karşı uygulanan ambargoların, yaptırımların kalkmasının onların refah ve güvenliğini arttıracağını söyleyebiliriz. Amerika ile daha uyumlu, dünyayla daha senkronize bir Suriye kendi içinden ve yakın çevresinden gelebilecek tehditlere karşı daha korunaklı bir ülke olacaktır.
Türkiye açısından bakıldığında ise şu an gelinen nokta önemli bir kazanıma,, SDG içindeki birkaç direnç noktasının kırılması halinde ülke bütünlüğünün yeni bir iç savaş olmadan, askeri müdahale gerektirmeden sağlanacağına işaret etmektedir. Amerika Suriye konusunda Türkiye’ye yakın bir strateji benimsemiş, İsrail’in Suriye’ye ilişkin ihtirasları da belli ki dizginlenmiştir.
Bunda Türkiye’nin İsrail’in provokasyonlarına kapılmadan sağduyulu bir politika izlemesinin, Körfez’in kibirli ülkeleriyle ve Mısır’la barışmasının, Gazze krizinden dengeli ve ölçülü davranmasının, Trump Yönetimiyle güvene dayalı işbirliği geliştirmesinin, hepsinin ötesinde kararlı ve tutarlı bir tavır takınmasının önemli payı olduğu unutulmamalıdır.
Türkiye bir yandan askeri teknolojide kazandığı ivme, diğer yandan dengeleri gözeten politikalarla sadece Suriye ile ilgili konularda değil, başka pek çok konuda ve alanda da başarılar elde etmiş, bölgesinin önemli aktörlerinden birine dönüşmüştür. Küresel sorunlar konusunda da aklına, fikrine danışılan bir ülke haline gelmiştir.
Dışarıda büyüyen Türkiye’nin en büyük sorunu hep söylediğim gibi içeride küçülmesi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve demokrasi gibi alanlarda gerilemesidir. Bu da iktidarın dışarıda gerçekleştirdiklerinin gölgelenmesine, değerlendirmenin özünde yatan öznelliğin artmasına, yapılan kadar yapılanın yorumunda da hata aranmasına neden olmaktadır...