Bahçeli neden “gerekirse ben giderim” dedi?

Elif Çakır

İlk toplantısını 12 Ağustos 2025’te gerçekleştiren ve 41 yıldır devam eden terörden doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenen kesimlerin temsilcilerini dinleyen Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun önündeki asıl düğüm, sürecin PKK lideri Öcalan’ı dinleyip dinlemeyeceği noktaya gelip dayanmasıydı.

Komisyon bir yandan şehit yakınlarını, gazilerini, Cumartesi ve Barış Annelerini, bölgedeki STK’ları, baro başkanlarını, sendikaları dinleyerek “Terörsüz Türkiye” sürecine rızalarını, desteklerini alırken bir yandan da “çatışma çözümü” alanında çalışma yapan akademisyenlerin ve uzmanların sürecin yapıcı, sağlıklı ve kalıcı bir şekilde yürütülmesine yönelik önerilerini dinledi.

Barışın sağlanmasını, terörün bitmesini kim istemez ki? Nitekim 41 yıldır Türkiye ocaklara ateş düşüren, annelerin yüreğini dağlayan bu sorunun bitmesi için çaba sarfetti. Bu 41 yıllık dönemde merhum 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a kadar bütün iktidara gelen bütün siyasi liderler “PKK’yı bitirme, terörü sona erdirme” sözleri verdiler, çaba da gösterdiler. Turgut Özal özellikle 1991 sonrasında “kan dökülmesin, çözüm mümkün” diyerek askeri ve siyasi çözümün adımlarını attı. 1993 yılındaki PKK’nın ateşkes ilan etmesinde Özal’ın attığı adımlar belirleyici olmuştu.

Merhum 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel “devlet teröre boyun eğmez”, “devletin gücü yeter, biz bu terörü bitiririz” diyerek en sert güvenlikçi politikaları devreye soktu. Tansu Çiller “PKK’yı bitireceğiz, kökünü kazıyacağız” diyerek 1993–1996 yılları arasında terörü bitirmek için TSK’ya sınırsız operasyon yetkileri verdi, en geniş askeri operasyonlar ilk kez Çiller hükümeti döneminde yapıldı. TSK ‘tam yetkiyle’ sahaya indi, operasyon serbestisi tanındı. Hatırlayın Çelik Harekatı’nı TSK 35 bin askerimizle Türkiye tarihinin o dönemdeki en büyük sınır ötesi operasyonunu gerçekleştirmişti. PKK’yı kökünden kazımak için TSK’nın gerçekleştirdiği Yıldırım, Tokat, Fırtına harekatlarını hatırlıyoruz değil mi?

Yine merhum başbakanlarımızdan Mesut Yılmaz PKK’yı bitirmek için güvenlikçi politikalara ağırlık verdi. 1997–1998 arası ülkemizde güvenlikçi politikaların en ağır olduğu dönemdi.

Bütün bu hafıza hatırlatmasını şunun için yapıyorum: Ülkemiz terör sorununu bitirmek için 50 yıla yakın zamandır devletin bütün imkanlarını, güvenlik kapasitesini, ekonomik kaynaklarını ve hatta bütün siyasal enerjisini seferber etti ama netice alınamadı.Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, PKK’nın fesih kararının ardından yaptığı açıklamada devletin terörü bitirmek için 50 yılda 1, 8 trilyon dolar harcadığını söylemiş artık devletin teröre ayırdığı bütçenin doğu ve güneydoğu bölgelerinin yeniden inşasına harcanacağını belirtmişti. (14 Mayıs 2025)

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ayrı bir yere koymamız, hakkını teslim etmemiz gerekiyor. Erdoğan “analar ağlamasın” diyerek başlattığı 2009’dan 2015’e uzanan “çözüm süreci”nde tarihinde görülmemiş bir siyasi irade ortaya koydu. Toplumsal barışı sağlamak, silahsızlanmayı kalıcı hale getirmek için hukuki, güvenlik ve sosyoekonomik alanlarda en kapsamlı adımları atılmasını sağladı.

Ama sorunun çözülmesini sağlayacak en büyük aktör olan MHP maalesef o dönemde sürecin dışındaydı. AK Parti’nin en büyük hatası MHP’yi ve hatta CHP’yi sürece dahil edememesidir.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin başlattığı ‘Terörsüz Türkiye’ sürecinin kamuoyunda bu kadar geniş destek bulmasında ve 22 Ekim’de ‘gerekirse gelsin TBMM’de, DEM Parti Grup Toplantısı’nda konuşsun; örgütünü lağvettiğini haykırsın’ sözlerinin alkışlanarak karşılık bulmasında, çözüm sürecinin toplumsal hafızada bıraktığı umut kırıntılarının, o yıllarda susan silahların bölgede yarattığı bahar havasının ve normalleşme deneyiminin önemli bir payı olduğunu özellikle not etmek gerekiyor.

MHP lideri Devlet Bahçeli eğer bu süreci akamete uğramasına izin vermeden neticelendirirse tarihimize terörü bitiren lider olarak geçecek, yıllar boyu hayırla yad edilecektir.

Ki hastalığında bile sürecin peşini bırakmaması MHP lideri Bahçeli’nin “Terörsüz Türkiye” dosyasını neticelendirmeden bırakmayacağını, akamete uğramasına izin vermeyeceğini gösteriyor.

Dün partisinin grup toplantısında bir kez daha alışıldık MHP siyasetinin epeyce ötesinde duran bir çıkışla “Sürecin asıl muhataplarından birisiyle doğrudan temas kurulmayacaksa sonuç nasıl alınacaktır. İlerleme nasıl kaydedilecektir? Hiç kimse bu ziyarete yanaşmazsa, herkes üç maymunu oynamanın merakında ısrar ederse açık açık söylüyorum: Alırım yanıma üç arkadaşımı, kendi imkanlarımızla İmralı’ya gitmekten bir masa etrafında yüz yüze gelmekten imtina etmem” dedi.

Asıl soru budur: Sürecin asıl muhatabıyla görüşmeden, doğrudan temas etmeden nasıl sonuç alınacak? Sonuç alınabilir mi?

Nitekim sürecin başarısında o söylemin etkisi büyük; PKK’nın fesih kararı alma noktasına gelmesinde, Kandil’de sürece verilen karşılıkta ve Öcalan’ın her fırsatta sürecin sonuçlanmasına dönük mesajlarında görüldüğü gibi, Bahçeli’nin süreci ‘Gerekirse Öcalan TBMM’ye gelsin konuşsun’ çağrısıyla başlatmasıdır.

Komisyonun İmralı’ya gidecek olması sürpriz de değildi. Son bir yıldır MHP’nin“adalet, hukuk” gibi kavramlarla anılmasında büyük katkısı olan Bahçeli’nin hukukçu kurmayı Feti Yıldız 5 Eylül’de sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “Terörsüz Türkiye yolunda devlet kendi dinamiğini yaratmıştır. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, terör örgütü kurucusu Abdullah Öcalan’ın beyanlarını almak üzere, zamanlaması ve yöntemi iyi düşünülerek, komisyon içerisinden 3-4 kişiyi seçmesi bir zaaf oluşturmayacaktır” demişti.

MHP lideri Bahçeli’nin “gerekirse İmralı’ya ben giderim” çıkışı ittifak ortağına bir rest mi? Doğrusunu söylemek gerekirse ben bunu böyle değerlendirmem. “Gerekirse üç arkadaşımı alır ben giderim” sözü yakın dönemde yaşananların yarattığı “bugün gidenler dün de olduğu gibi yarın yargılanır” korkusunu, endişesini gidermeye yönelik olduğunu düşünüyorum. Haksız bir endişe değil elbette Çözüm Süreci’nde İmralı’ya giden heyetin üyeleri, siyasetçiler, akademisyenler, danışmanlar, gazeteciler yıllar sonra ya yargılandı, hapis yattı ya da hedef gösterildi.

Bahçeli “gerekirse ben giderim” diyerek bürokrasideki çekingen kesimlere, devlet içindeki “devlet beni ya ortada bırakırsa” tedirginliği yaşayanlara, iktidara güven duymayan muhalefete güvence veriyor, terörsüzleşme politikasının artık gerçek bir devlet stratejisi olduğunun teyidini yapıyor. Bu sürecin kişisel risk taşıyan bir süreç olmadığını, İmralı’daki görüşmenin devletin tam gözetiminde yürüyen meşru bir süreç olduğunu, bu temasın kriminal değil meşru olduğunu, yarın kimsenin bir bedel ödemeyeceğini söylüyor. Bir anlamda sürecin hukuki garantisini açıklıyor. Yani özetle “gerekirse ben giderim” diyerek devlet içindeki en sert, en yüksek bariyerin bu süreci onayladığını gösteriyor.

Sayın Bahçeli’yi avuçlarım patlayıncaya kadar alkışladığımı söylemeliyim. Gerçek vatanseverlik işte budur. Söylüyorum yine söyleyeceğim partisinin sert milliyetçi çizgisinin dışına çıkarak, partisinin kurumsal ilkelerini, söylemlerini ve hatta oy kaybetme endişesini bir kenara koyarak ülke kaygısıyla hareket etmesi ancak ve ancak bir devlet adamlığı göstergesidir.

MHP lideri Bahçeli elinde balyozla ülkemizin Berlin Duvarlarını yıkıyor; sistemi bloke eden korku duvarları, tabu alanları ne varsa yıkılması gereken büyük bir cesaretle balyozu oraya vuruyor.

MHP lideri “gerekirse ben giderim” diyerek hem bir kez daha sürece sahip çıktı hem de “Terörsüz Türkiye” karşıtlığı üzerinden siyaset yaparak milliyetçi oylara talip olan İYİ Parti’ye ve “çok istiyorsan sen git İmralı’ya” diyen Yeniden Refah lideri Fatih Erbakan’a meydan okudu gibi geldi bana.