Baas’tan ve İslamcılıktan Sonra

Mesut Yeğen

PKK’nin herkesi şaşırtan bir hızla kendisini feshetmesine rağmen iktidarın ‘mukabil’ adımları atma işini geciktirmesi “Terörsüz Türkiye” olarak adlandırılan yeni çözüm sürecinin akıbeti hakkında “sorun mu var” türünden kaygılara yol açıyor. İşlerin buraya gelebileceği belli olmasına rağmen TMK ve İnfaz Kanunu gibi işlerle ilgili hiçbir hazırlığın yapılmamış olması, yapılmışsa bile uygulamaya konmaktan imtina edilmesi ve tekerleğin yeniden dönmesi için işaret edilen Ekim 2025 için en az dört ay beklenecek olması sürecin selametinden endişe duyulmasına sebep oluyor.

İktidar PKK’nin kendisini feshetmek gibi büyük bir adım atmasına rağmen neden mukabil adımlarla cevap vermiyor, neden dört ay beklemek gibi bir risk alınıyor sorularına kuvvetli cevaplarım yok. “Fesih ve silahsızlanma işinin seyrini görmek” ve “İnfaz Kanunu’nu sorun çıkartmayacak biçimde düzenlemek” gibi duyurulan gerekçelerin de payı olabilir, “Suriye’de işlerin nereye gideceğini görmek” gibi duyurulmayan gerekçelerin de… Ya da süreci yeni anayasa işinin kuyruğuna takmak ve kamuoyunun dikkati zamanla İmamoğlu’ndan ve CHP’den uzaklaştıktan sonra adım atmaya başlamak gibi siyasi hesaplar da etkili olmuş olabilir işlerin sarkmasında, emin değilim. 

Ama az çok emin olduğum bir şey var: Devleti ve PKK’yi çözüm süreci rayına sokan ‘dışarısı’, daha doğrusu dışarının yeni hali, her iki aktörü çözüm süreci rayında kalmaya teşvik ediyor. Dışarının hali bir kez daha kökten bir biçimde yenilenmedikçe, ki kısa zamanda olacağa benzemiyor, devletin ve PKK’nin çözüm süreci rayında kalması daha muhtemel. 

Dışarısı 

Dışarısı derken kastım Kürt meselesinin Türkiye kısmını çevreleyen iki kademeli bölgesel bağlam. Bölgesel bağlamın ilk kademesinde bir zamanlar Osmanlı vatandaşı Kürtlere ev sahipliği eden Suriye ve Irak, ikinci kademesindeyse Irak ve Suriye’yi de kuşatan ‘bölge’, Ortadoğu var. Bu iki kademeli bölgesel bağlamda yakın zamanda yaşanan büyük dönüşüm Türkiye’yi ve PKK’yi çözüm süreci rayına soktuğu gibi bu rayda kalmaya teşvik ediyor. Gördüğüm bu.

Türkiye’yi ve PKK’yi çözüm süreci rayına sokan gelişmeler esas olarak ilk kademede yaşananlarla ilgili olmakla beraber bölgesel bağlamın Suriye ve Irak kademesinde olanlar ikinci kademede yaşananların neticesi. İkinci kademede yaşananları da şöyle özetleyebilirim: 7 Ekim 2023 Hamas saldırısının ardından bölgesel bağlama şekil veren güç ilişkileri ve bu güç ilişkilerine bazen ruh üfleyip bazen arka plan oluşturan başat entelektüel dinamikler baştan sona yenilendi. Neyin nasıl yenilendiğini filmi biraz geriye sararak izah etmeye çalışayım.

Üç Dönem

Bölgesel bağlama şekil veren başat güç ilişkilerine ve buna arka plan oluşturan entelektüel dinamiklere odaklanarak bakıldığında bölgede 1918’den bugüne üç büyük dönem yaşandı. Birinci Dünya Savaşı’nın sonundan İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna uzanan ilk dönemde bölgesel bağlama şekil veren başat güçler ‘emperyalistler’, Fransa’yla İngiltere oldu. Yerel hanedanların egemenlik iddialarıyla zayıf bir Arap milliyetçiliğine dolanan ‘emperyal vizyon’ bir zamanlar Osmanlı egemenliğindeki arazide manda yönetimleri oluşturarak bugün Sykes-Picot koduyla anılan bir statüko kurdu ve söz konusu statüko iyi kötü 30-40 yıl sürdü. Diğer deyişle, bu ilk dönemde, bölgesel bağlamı İngiltere’yle Fransa arasındaki ‘tanımlanmış’ rekabetle yerel hanedan ya da elitlerin zayıf modernleşme ve millileşme arzuları şekillendirdi. 

İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan 1991 Körfez Savaşı’na kadar süren ikinci dönemde bölgeye şekil verense bir yandan ABD’yle SSCB arasındaki rekabet bir yandan da Mısır, Suriye ve Irak’ta güçlenen seküler Arap milliyetçiliği ve Baas oldu. Asya ve Afrika’yı sarsan dekolonizasyon bir yandan, Ortadoğu’nun manda yönetimlerinin hızla çürümesi diğer yandan, erken dönemi Nasır’la geç dönemi de Hafız ve Saddam’la tanımlanan Arap milliyetçiliğini bölgeyi şekillendiren başat dinamiklerden kıldı. Öte yandan, Baas ve Arap milliyetçiliği bölgede rejimleri değiştirirken, ABD ve SSCB arasındaki nüfuz savaşı hem rejim değişikliği dalgasının (1979’a kadar) İran’a ve Körfez monarşilerine ulaşmasını engelledi hem de rejim değişikliklerine sınır değişikliğinin eşlik etmesini. 

Başlangıcı bir ihtimal İran Devrimi’ne kadar uzatılabilir olsa da esas olarak SSCB’nin çökmesi ve Körfez Savaşlarıyla açılan üçüncü dönemde ise bölgeye bir tarafında vekilleriyle beraber İran’ın ve biraz da Rusya’nın, karşılarındaysa müttefikleriyle beraber ABD’nin olduğu iki güç bloku arasındaki kapışma şekil verdi. Bu kapışmaya arka plan oluşturup ruh veren başat entelektüel dinamik de İslamcılıklar oldu. İki güç bloku arasındaki çatışma esnasında Direniş Ekseni’ne oturan İran bölgesel güç haline gelirken, çürüyen Baas’ın saldırganlaşması önce Irak ardından da Suriye devletlerinin çökmesine yol açtı. Baas çürürken bölgenin büyük alt üst oluşuna ruh üfleme işini Şia, Selefilik ve İhvan varyantlarıyla İslamcılık devralmıştı. 

7 Ekim 2023’ten bugüne geçen kısa zamanda gerçekleşenler, bölgesel bağlama şekil veren güç ilişkilerinin de bu güç ilişkilerine yataklık eden entelektüel vizyonların da bir kez daha kökten biçimde değiştiğini gösteriyor. Bugün itibarıyla Direniş Ekseni çökmüş, son bir gayret Irak’ta tutunmaya çalışan İran sınırlarının gerisine çekilmiş, Rusya ise Suriye Savaşı’yla yeniden döndüğü bölgeden bir kez daha çıkmış durumda. Bölge bir köşesinde İsrail’in, diğerlerinde Suudi Arabistan’ın, ABD’nin, Fransa’nın ve Türkiye’nin olduğu bir güç sahnesi artık. Direniş Ekseni’nin çökmesi İslamcılığın Şia, Arap Baharı’nın sona ermesi ve Hamas saldırısı İhvan varyantının etkisizleşmesine yol açarken, Selefilik Suudi Arabistan nezaretinde evcilleşerek dönüşme yoluna girmiş görünüyor. 

Bugün itibarıyla tablo şu: Bölgenin ayakta kalan büyük aktörleri arasındaki ilişkinin ana formu çatışmadan çok rekabet ve işbirliği olmak, geçmişin radikal entelektüel vizyonlarının yerini başını Suudi Arabistan’ın çektiği “gemisini kurtaran kaptan” egoizmi ve “hep beraber kazanalım” konformizmi almak yolunda. İran ya da başka bir ‘çatışma’ aktörü kuvvetli bir geri dönüş yapmadıkça bu yeni bölge sahnesi her bir devleti kendi nüfuslarıyla ‘olabildiğince’ barışmaya ve “sistemle” bütünleşmeye davet ediyor. Davete muhtemelen bir de taahhüt eşlik ediyor: Sisteme dahil olanların sınırları ve rejimleri güvende olacak. 

‘Süreç’

Kürt meselesinin Türkiye kısmını çevreleyen dış bağlamın ikinci kademesinde olanların ilk kademe üzerindeki etkilerine gelince… Burada durum kabaca şu: Geride kalan üç dönemin her birinde Kürt meselesini çevreleyen ikinci kademede çok büyük değişiklikler olmasına rağmen, Türkiye Kürt meselesinin hem içerideki hem de dışarıdaki kısımlarını kontrol altında tutabildi ve lakin 7 Ekim 2023’ü takip eden birkaç ayda olanlarla beraber Kürt meselesinin Türkiye harici kısımlarını kontrol altında tutmanın giderek zorlaşacağı bir dönem başladı. Açıklamaya çalışayım. 

Malum, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bölgede oluşan ve Sykes-Picot koduyla anılan statüko Kürtleri tabi oldukları dört devletin insafına bırakmış, tabi olunan devletler de Kürtleri Türkleşmeye, Araplaşmaya ve Farslaşmaya davet etmiş, bölgede Kürtlerin ‘tanınmamasına’ yaslanan bir statüko kurulmuştu. Ardından, ABD-SSCB rekabeti ve Baas, Irak ve Suriye dahil bölgenin önemli bir kısmında büyük değişikliklere yol açmış, lakin Kürt meselesinin Türkiye, İran, Irak ve Suriye kısımlarının hiçbirinde önemli bir değişiklik olmamıştı. 1989’a gelindiğinde bölge büyük bir dönüşümden geçmiş ve lakin Kürtlerin tanınmamasını esas alan statüko aynı kalmıştı. Türkiye, İran, Irak ve Suriye, aralarındaki anlaşmazlıklara ve rekabete rağmen birlikte ve ayrı ayrı Kürt meselesiyle baş edebilmiş, Kürtlerin tanınmaması statükosunu ayakta tutmuşlardı. Körfez Savaşı’yla başlayan üçüncü dönemde ise önce Irak’ta, 2011’den sonra da Suriye’de (ilkinde hukuken ikincisinde fiili olarak) Kürtlerin tanınmaması statükosu bozulmuş ve lakin Türkiye ve İran aralarındaki rekabete karşın bu iki ülkede çöken devletleri ikame ederek işlerin Kürtler lehine daha fazla ilerlemesini engellemişlerdi. İran-Türkiye tandemi Suriye’de Kürt kuşağının önüne geçerken, Irak’ta bağımsızlık referandumunun sonuçsuz kalmasını sağlamıştı. Diğer deyişle, üçüncü dönemle beraber Kürtlerin tanınmaması statükosu Irak ve Suriye’de bozulmuş, ancak Kürtlerin bu iki ülkede ‘fazlasına’ ulaşmaları engellenmişti. 

Şimdi durum şu: Direniş Ekseni’nin çökmesi ve Rusya’nın bölgeden çıkmasıyla beraber 1991-2023 arasında başarılanları sürdürmek, Irak ve Suriye’de Kürtlerin fazlasına ulaşmalarını engellemek artık daha zor. Şundan: Engelleme işinde Türkiye’ye eşlik eden İran ve Rusya bölgeye hemen hemen veda etmiş durumda ve yerlerini dolduranlar da Türkiye’nin Kürt meselesi siyasetinin eşlikçisi olmaya niyetli değil. Bu durumda Türkiye ya bir önceki dönemde İran’la beraber yaptığını tek başına yapacak, Kürtlerin Irak ve Suriye’de ‘fazlasını’ elde etmelerinin önüne geçmeye çalışacak ya da Kürtlerle barışarak ABD, Suudi Arabistan, İsrail ve (İngiltere ve) Fransa’nın tayin edici olacak göründüğü yeni bölge statükosundan istifade etmeyi deneyecekti. İlkinde hem Kürtlerle çatışmak gerekecek hem de 7 Ekim 2023’ten sonra kurulma ihtimali beliren yeni bölge statükosuna karşı durulmuş olacaktı. Türkiye’yi ve PKK’yi çözüm süreci rayına sokan ve orada tutan herkes için maliyetli olabilecek bu ihtimali savuşturma arzusu anladığım kadarıyla. 

Özetle, “Terörsüz Türkiye” süreci Kürt meselesini çevreleyen bölgesel bağlamda yeni bir dönemin başlamasına verilen bir cevap. Türkiye, Kürt meselesini çevreleyen bölgesel bağlamın Baas, İslamcılık, İran ve Rusya olmadan yeniden kuruluşuna, bölgenin post-Baas ve post-İslamcı yeni dönemine Kürtlerle barışarak dahil olmaya karar vermiş görünüyor. Bölgedeki dönüşümün büyüklüğü ve ciddiyeti ‘süreci’ mümkün kıldığı gibi süreçten geri dönmeyi de güç kılıyor. Gördüğüm bu.