Kıbrıs Rum ve Türk cumhurbaşkanları, garantör ülke sıfatıyla Türkiye ve Yunanistan dışişleri bakanları ile Birleşik Krallık Avrupa’dan sorumlu Devlet Bakanı ve onların delegasyonları Çarşamba ve perşembe günleri New York’ta BM Genel Sekreteri Guterres’in inisiyatifiyle buluşup mart ayında Cenevre’de gerçekleşen toplantılarında kararlaştırılan altı güven arttırıcı önlemden üç buçuğunda kaydettikleri ilerlemeyi konuştular.
Bir kez daha sorunun çözümü konusundaki beklentilerini masaya yatırdılar. Ara bölgede kurulması düşünülen güneş enerjisi tarlalarından, açılması arzulanan yeni kapılardan bahsettiler. Türk tarafı mülkiyet konusunu ve Rumların tutumunu eleştirdi, tutuklamaları gündeme getirdi. Ve herkes bir şekilde pozisyonu teyit etti. Sonunda da Eylül ayında başlayacak yeni Genel Kurul çalışmaları sırasında bir kez daha buluşup konuşma kararlaştırıldı.
Ama Kıbrıs sorununun çözümü konusunda herhangi bir ilerleme kaydedilmedi. Ne 2017’de bırakılan yerden nasıl başlanır diye düşünüldü, ne de Tatar’ın pazarlık pozisyonu olan üç “D” de bir ilerleme kaydedildi. BM tarafı yaptığı açıklamalarda yine iki kesim arasındaki anlayış farkına, taraflar arasındaki güveni arttırmanın önemine değindi. Rum basınının aktardığına göre Dışişleri Bakanı Fidan ile GKRY Cumhurbaşkanı Hristodulidis arasında güven oluştu.
Görünen o ki çözüm sürecinde herhangi bir ilerleme kaydedilmesi, özlü konulara girilmesi için Rumlar ve BM tarafı KKTC’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonucunu, ana muhalefet partisi CTP lideri Erhürman’ın Cumhurbaşkanı, dolayısıyla da müzakereler anlamında toplum lideri seçilmesini bekliyor. Rum tarafının bir başka beklentisi de bence AB dönem başkanlığını ocak ayında altı aylığına devralacak olması.
Muhtemelen AB’yi daha da fazla arkalarına alıp çözümün kilidini elinde tuttuğuna inandıkları Türkiye üstünden biraz taviz ve biraz da tehdidle müzakerelere koşulsuz, kayıtsız ve zaman limiti koymadan başlamayı umuyorlar. Statükoyu sürdürülmez bulan CTP’yi ve Erhürman’ı müzakere masasına hiçbir taviz vermeden çekebileceklerini düşünüyorlar. Sürdürülmezlik algısını güçlendirmek için de kuzeyde kalan Rum gayri menkullerini inkişaf ettirenleri bir süredir yakalayıp yargılıyorlar.
Hristodulidis’in amacı müzakerelerin başlamasını sağlamak. Böylece Tatar’ın iki devletli çözüm ısrarını tarihe mal etmek, kendi seçmen kitlesine bakın başardım demek. Ancak çözüm için taviz vermeye, 2017’de Crans Montana’da bırakılan yerden başlamaya pek niyeti yok. Neye ve ne kadarına hazır olduğu, mesela dönüşümlü başkanlığı kabul edip etmeyeceği belli değil. Müzakerelerin sonuçsuz kalması ya da referandumda reddedilmesi halinde ne yapacağı da öyle.
Aslında en makul çözüm pek çok açıdan iki devletli olanı. Ancak bir şeyin makul olması ne yazık ki siyasi ve hukuki açıdan mümkün olması anlamına gelmiyor. Bu yüzden de görüşmelerin anlamı çok da olmayan sözde güven arttırıcı önlemlerle sürmesi, tarafların birbiriyle konuşması, nihai amaç çözüme bağlılıklarının -şartları sabit kalmakla birlikte- teyit etmesi, dengelerin çok sarsılmadan sürmesi, çözüm ümidinin ölmemesi, yeni ve radikal arayışlara girişilmemesi gerekiyor.
BM de işte tam bunu yapıyor. Tarafları, Türkiye, Yunanistan ve GKRY’ni bir araya getirip konuşturuyor, sorunlarını barışçıl yollardan çözmeye, statükonun müzakere dışı yöntemlerle bozulmamasını, Kıbrıs’ın zaten hassas olan Doğu Akdeniz dengelerini sarsmamasını sağlamaya çalışıyor. Kabul edelim ki başarıyor da. Tarafları en azından anlaşamadıkları üstünde anlaştırıyor. Ama umarım Guterres ve ekibi bu durumun sonsuza kadar süreceğini düşünmüyor…