Türkiye’nin güç kazanması, yakın coğrafyasında bazı ülkelerin güç kaybetmesini beraberinde getirebilir. Ancak Türkiye’nin bölgesinde ve dünyada edindiği gücü sadece buraya bağlamak, pek çok dinamiği gözardı etmek anlamına gelir.
20 Mayıs tarihli Newsweek dergisinde yer alan, Türkiye ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la ilgili değerlendirmelerin yer aldığı uzun yazıda bazı noktalar son derece dikkat çekiciydi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "Bölgede ve (daha) ötesinde en etkili seslerden’’ bir müttefik olduğuna dikkat çekilirken ‘’Sadece geçtiğimiz hafta, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisini çeşitli jeopolitik cephelerde önemli bir oyuncu olarak kanıtladı.’’ ifadesine yer verilmiş. Libya, Karabağ ve Suriye örneklerindeki başarıya da dikkat çekiliyor.
İSRAİL NEDEN RAHATSIZ
Bu durumdan hiç hoşnut olmayanlar da var elbette. Mesela İsrail’in Türkiye’ye dair rahatsızlıkları, özellikle kendi medyasında geniş yer buluyor. Bunların hayli ölçüsüz ve bu ülkenin bitmek bilmeyen güvenlik paranoyasıyla bağlantılı olduğu da ortada. İsrail tarafının, Ankara’nın gücünü sınırlamak için ABD’de lobi yaptığını da aktarmakta yarar var.
Türkiye’nin ve İsrail’in aklında birbirinden son derece farklı Suriye tasavvurları olduğu ortada. Bizim açımızdan Suriye, toprak bütünlüğünü koruyarak bölgesel barışa katkı sağlayabilecek bir ülke. Bunun için de başından itibaren yeni yönetimin yanında olduk. Yaptırımların kaldırılmasında rol oynadık. Şam’ın siyasi gücünün artmasında olduğu kadar, yıkık dökük, ekonomisi ve üretim modeli olmayan ülkenin yeniden inşasında da aktif olarak yer alıyoruz.
ANKARA-ŞAM HATTI HAREKETLİ
Geçen hafta MİT Başkanı İbrahim Kalın başta olmak üzere çok sayıda önemli isim Şam’da temaslarda bulundu. Haftasonu Ahmed Eş Şara ve heyeti İstanbul’da Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edildi.
Bu yakınlık artık net biçimde bir stratejik ittifak ve ortaklık. Ankara-Şam hattının, iç savaştan çıkmış ve diktatörlükten kurtulmuş bir ülkenin geleceğine dair ortak fikirleri ve kaygıları bulunuyor. İki tarafın, herhangi bir topluluk eliyle Suriye’nin bölünmesine ya da devlet içinde devletimsi bir yapı oluşmasına tahammülleri yok. Bu mesaj yeterince güçlü biçimde verildi İstanbul’daki görüşmelerde.
İSRAİL'İN ÜÇ HAMLESİ
İsrail, Türkiye’yi kendi aleyhine nüfuz alanlarını artıran bir güç olarak görüyor. Suriye’deki durum bu yöndeki korkularını hayli yükseltmiş görünüyor. Tam da bu nedenle üç hamle yapıyor. Sürekli Suriye’ye yönelik saldırılar. Dürzi topluluğunu kışkırtmak. En önemlisi üçüncüsü, Kürtleri sahiplendiği duygusunu oluşturup onları Türkiye’ye karşı cephe almaya zorlamak.
Meselenin can alıcı noktalarından birisi tam olarak bu. İsrail’in Kürtler üzerindeki hesapları ve arayışları uzun ve hayli inişli çıkışlı bir geçmişe dayanıyor.
Bugün gelinen noktada Suriye’deki YPG/PKK yapısının kendi açısından elde ettiği kazanımları korumak istediği bir sır değil. Ancak bu durumun mevcut haliyle devam etmesine ne bölgesel, ne de küresel dinamikler uygun. Türkiye’nin tavrını yukarıda özetledik zaten.
İkinci Trump döneminde gelişen süreçler, kuşkusuz bu yapının beklediği gibi olmadı. Suriye’de böyle bir ısrarın getireceği faturanın herkes için ağır olacağı da çok açık. Türkiye, Suriye’deki Kürtlerin rejim içinde erimesini değil, yeni yönetimle birlikte ülkeyi yönetmesini istiyor. Esasen bu ülkede yaşayan her topluluk için aynısını istiyor.
Birinci Dünya Savaşı’nın yarım kalmış hesaplarının, içinde bulunduğumuz bölgeyi daha fazla parçalamasının kimseye getireceği hayır yok. Ortaya çıktığı günden itibaren coğrafyaya kan ve gözyaşından başka bir şey taşımayan İsrail’in herhangi bir kurgusunda veya planında yer almak, hangi gerekçeyle olursa olsun hiçbir topluluğa güç, onur ya da barış getirmez.