20 Ocak’ta başkanlık görevini devraldığından bu yana üçüncü kez Netanyahu ile görüşen Trump Gazze’de barışın yakın olduğunu söyledi muhatabı da kendisine (tabii ki basının önünde) Norveç Nobel Komitesi’ne gönderdiği mektubun bir kopyasını takdim etti. Trump için bölgeye ve dünyaya barışı getirecek lider olarak gördüğünü vurguladı. Doğal olarak bu barışın ne içereceğine, nasıl bir barış olacağına pek değinmedi.
Ama belli ki barış başlarsa 60 günlük bir ateşkesle başlayacak, İsrail askerleri yine işgal ettikleri bölgelerde kalacak, Gazzeliler de bir tür konsantrasyon kampında toplanıp onları kabul edecekleri ülkelere “gönüllü olarak” gitmeleri için orada bir süre “ağırlanacak”. Amerika da bu barışın sponsoru, kolaylaştırıcısı ve arabulucusu olacak.
Böylece İsrail bir yandan bir kez daha genişlerken Arap dünyası da İsrail’le ilişkilerine bıraktığı yerden başlayacak, esenlik ve güvenliklerini Amerika’nın koruyucu şemsiyesi altında sağlamayı sürdürecek. Eğer her şey yolunda giderse de zaten artık karşılarında Şii Hilali ve nükleerleşmiş İran olmayacak. Norveç Nobel Komitesi de UCM tarafından aranan bir liderin önerisini değerlendirip bu yılki Nobel Barış Ödülü’nü Trump’a verecek.
Tüm bunlar traji komik gibi görünse de Trump’ın ödül alması hiç imkansız değil. Barış Ödülü daha önce de haketmeyenlere verilmiş, Obama 2009’da yaptıkları için değil yapacakları için ödül almıştı. Bütün mesele dünyanın olan bitenin barış olduğuna, neye hizmet ettiği ziyadesiyle tartışmalı Hamas saldırısı sonrasındaki İsrail’in gerçekleştirdiği mezaliminin böylece bittiğine inandırılmasında.
Ne de olsa karşılarında Filistin sorunu yorgunu bir Arap kamuoyu, Hamas saldırısını İran’a bağlamış rejimler, post-Hamas senaryosunu iki yıldır konuşan, tartışan ülkeler var. Trump isterse Suudileri dahi Gazzeli mültecilere kucak açmaya, onlara kota tanımaya ikna edebilir. Bunu baskıyla da yapar, büyük bir insanlık trajedisine duyarsız kalmamalarını sağlamak gerekçesiyle de.
İran’a saldırıp sonra da müzakere diyen, müttefiklerinden toprak isteyen, en yakın komşusunu tehdit etmekten kaçınmayan, AB’yi gümrük vergileri ve NATO’ya katkıları üstünden terbiye eden, 14 ülkeye 1 Ağustosa kadar süre verip onları kendi koyduğu ticari kurallara uymaya zorlayan Trump’ın karşısına emin olun çok fazla Arap ülkesi de çıkmaz.
Yine biraz Ürdün ve Mısır direnir fakat sonunda bir çözüm bulunur. Muhtemelen Amerika da bir kaç Filistinliye kucak açar, AB’den de kota istenir, sonunda iş teşvik ve tehditle tatlıya bağlanır. Bu da aslında insani açıdan bakıldığında tarih geriye sarılamayacağı, eski statükoya geri dönülemeyeceği için en doğrusu olur. Fakat iki devletli çözüm ideali akıllarda ve BM müktesebatında bir süre daha yaşasa da gerçekleşemesi imkansız bir hayale dönüşür.
Belki Trump’a Nobel Barış Ödülü de getirir ancak barış sağlar mı, İsrail kazanımlarıyla yetinir mi doğrusu kestirebilmek zor. Öte yandan bugünkü belirsizlik çaresizlik ve yaşanan insani dram da barış getirmez. Bence başta Türkiye olmak üzere Filistin konusunda hassasiyeti olan ülkelerin sorunun yönetimini sadece Amerika ve İsrail’e bırakmamaması, yeni inisiyatifler geliştirmesi gerekiyor.
Kimsenin aklında sihirli bir formül olduğunu zannetmiyorum ama öncelik Filistinlilerin korunmasına verilmeli ve zemindeki gerçeklik temelinden hareket edilmeli. Ne hamasi nutukların ne de UCM ve UAD’nin İsrail’i durdurmaya yetmediği, Müslüman dünyada hemen hiç bir ülkenin Filistin sorunu için İsrail ve Amerika ile başını derde sokmak istemediği görülmeli. Özellikle de “kanaat önderleri” tarafından…