Alın size Kürt sorunu

Vahdettin İnce

Bu köşede ve başka mecralarda zaman zaman Kürt sosyal hayatının temel dinamikleri olarak Aşiret, Medrese ve Tekkenin önemine, tarihsel rollerine dikkat çeken yazılar kaleme aldığım oluyor. Bu gibi yazılardan sonra birçok kişiden eleştiriler de alıyorum doğal olarak. Bu eleştirilerin çoğu, oryantalistlerin bakış açısından etkilenen, Sol-Sosyalist- Kemalist kesimlerden kaynaklandığını bildiğim için fazla da önemsemediğimi söyleyebilirim. Özellikle Yeşilçam filmlerinde karikatürize edilen tipleri, sözünü ettiğim bu geleneksel kurumların gerçek temsilcileri zannedecek kadar sığ düşünen, self-oryantalist algının malullerinin eleştirilerini hiç kale almadığımı da belirteyim.

Ancak geçenlerde bir hemşehrim bana gönderdiği bir mesajda son günlerde gemi iyice azıya alan aşiret çatışmalarına, öldürmelere, kan davalarına değinen yazılar kaleme almamı istiyordu. Düşündüm. Bu hemşehrimin derdi, Kürtleri ayakta tutan geleneksel kurumları karalamak değildir, dedim. Benim de öteden beri gözlemlediğim gibi, iyice yaygınlaşan aşiret kavgalarından, kör intikamlardan mustarip, yüreği yanmış insanın feryadıydı bu.

Nitekim mesajdan bir iki gün sonra Diyarbekir'de intikam amacıyla bir otomobil taranmış, arabada bulunun bir ailenin üç dört mensubu hunharca katledilmişti. Bana sözünü ettiğim mesajı gönderen hemşehrim Erciş'te yaşıyor. Orada geçen sene yaşanan bir hadise basına da yansıdı. Bir tefeci, borçlusunu aşağılayıcı bir şekilde dövüyor, tehditler savuruyor, üstelik bunları telefonuna kaydederek internette yayınlıyordu. Dayak yiyen adamın akrabaları da videodaki işkenceyi yapan kişiyi, polis nezaretinde hastaneye götürülürken vurup öldürüyorlardı. Bu arada olayla hiçbir alakası olmayan bir başka kişi de kurşunlara hedef olarak hayatını kaybediyordu. Birkaç gün önce, bu sefer geçen sene öldürülen adamın akrabaları intikam avına çıkmışlar. Hasımlarının arabasına benzer plakası olan bir arabayı çapraz ateşe tutmuş ve içindeki iki kişiyi öldürmüşlerdi. Sonra ortaya çıktı ki adamların olayla hiçbir ilgisi yokmuş. Yani adamcağızlar boşu boşuna öldürülmüş oldular. Böylesine kör bir cehaletin girdabında debeleniyor toplumumuz işte.

Bana mesaj yazan hemşehrime de söyledim. Biz yazınca ne oluyor ki? Dinleyen mi var? Üç beş duyarlı, sağduyu sahibi insandan başka söylediklerimizi; başkalarının mesela hocaların, seydaların, şeyhlerin öğütlerini dinliyorlar mı? Maalesef hayır. Şu halde ne yapmalı? Ne halleri varsa görsünler diyemeyeceğimize göre, sesimizi yetkili ve etkili insanlara, kurumlara, siyasetçilere duyurmamız gerekir.

Özellikle siyasetçiler, bu tür hadiseler olduktan sonra, düzenlenen görkemli barış törenlerinde boy göstermeyi pek severler. Barışa sundukları katkıdan dolayı teşekkürü hak ediyorlar kuşkusuz. Ancak, iş olup bittikten, onlarca, yüzlerce insan hayatını kaybettikten, çocuklar yetim, kadınlar dul kaldıktan ve yeni nesiller de intikam ateşiyle büyütüldükten sonra gidip barış yapmak marifet değildir. Marifet, bu tür hadiselerin olmamasına ilişkin bir zemin oluşturmak, insanları bilinçlendirmek, icabında caydırıcı ağır cezaların getirilmesini sağlamaktır. Belki de bir sosyal seferberlik başlatmaktır. Şu günlerde PKK'nın silah bırakıp kendini feshetmesiyle başlayan süreçte olduğu gibi sosyal kurumların, Üniversitelerin, STK'ların, Diyanetin ve diğer kurumların harekete geçmesi lazımdır. Gerekirse Meclis'te bir komisyon oluşturulmalı ve bu kör şiddetin sebepleri, sosyal dinamikleri incelenmelidir.

Ama ve mutlaka self-oryantalist algının etkisiyle "feodal, gerici..." gibi kavramlar gözlüğüyle hadiseye bakmaktan kaçınmak gerekir. Bu kurumlar son derece faydalıdırlar çünkü. Bugün gördüğümüz ve bugünkü yazımızın konusu da olan kör şiddet yüzyıllık bir sapmanın, sapkınlığın sonucudur çünkü.