Akıl dönüşümleri

Süleyman Seyfi Öğün

Târih daralıyor. Son yarım asırdır tekmil dünyâda uygulanan, adına neoliberalizm denilen kaba bir ekonomizmin iflâs ettiği günleri idrâk ediyoruz. Artık, ekonomik akılcılık olarak güzellenen yüceltilen ve daha mühimi lâyüselleştirilen bir aklın içinde derin bir hesapsızlığın yattığını ; bu “akılla” ahmaklaşmamış ve kendi aklına mukâyet olabilen herkes tarafından kavrandığını görüyoruz. Ekonomik aklın yerini alan tekno aklın ise nelere gebe olduğunu şimdilik kestirmek hayli zor. Onu geliştiren mühendislik çevreler bile çok defâ buluşlarının târihi nereye sürükleyebileceğini bilemiyor.

Evet kabaca dünyâyı üç tür aklın idâre ettiğini söyleyebiliriz. Bunlar sırasıyla siyâsî, ekonomik ve teknolojik akıllar olarak özetlenebilir. Bu üç sâhada yürütülen akıllar esâsen birbirinden farklıdır. Siyâsî akıl bunların arasında en eski ve en baskın olanıdır. Kadim dünyâ serâpa siyâsîdir ve ona rakip olabilecek başka bir akıl mevcût değildir. Kadim dünyânın üretim , mübâdele ve tüketim tarzları kendi başına bir akıl vücûda getirecek kadar tekâmül etmiş değildir. Biraz tuhaf kaçacağını biliyorum ama binlerce senelik kadim târiihin ekonomik bir niteliği olmadığını düşünenlerdenim. Evet bir terim olarak ekonomi mevcuttur. Bu terimi icât eden Aristotateles onu hane geçimi olarak sınırlandırır. Yâni kadim dünyâ metaekonomik bir niteliğe sâhiptir. Daha iyi anlaşılsın diye bir misâl vereyim. Aztekler veyâ kadim Hindistan’ın bir üretim, mübâdele ve tüketim dünyâsı elbette vardı. Ama bunların, bugün biz modernlerin anladığı mânâda ekonomik bir değeri yoktu.

Bir yapının târiihe istikâmet verecek bir kapasite kazanması için kamusal bir kapsam ve derinlik sağlaması gerekir. Nitekim kadim dünyâda kamusal sâhaların yegâne sâhibi devletler olmuştur. Bir elinde kılıç diğer elinde ise yasaları tutan devletler veri üretim, mübâdele ve tüketim tarzlarını kontrol eden kurumsal bir ağ geliştirirler ve düzen adına bunların herbirine müdâhale ederler.

Kapitalist birikim, son iki, bilemediniz üç asırda, peyderpey bu tabloyu bozdu. Ekonominin yükselen güçleri, üretim,mübâdele ve tüketim tarzlarını ekonomik hâle getirdi ve ona kamusal bir derinlik kazandı . Bu dinamik siyâsetin binlerce senelik kamusal tekellerini tehdit etmeye başladı. Tuhaf olan devlet ve ekonomi arasında keskinleşen çelişkiler, bekleneceği ve bâzı anlatılarda da mübalâğalı olarak işlendiği üzere bir kan dâvası doğurmadı. Aslında en kritik hususlardan birisi budur. Devletlerin merkezî gücü ve kapasitesi kapitalizmin işine geliyordu. Kapitalizm, söylemin aksine piyasa çeşitliliğine inanmaz. Kapitalist birikim kaçınılmaz olarak tekelleşmeyle biter. Bu sebeple, palazlanan ekonominin güçleri devletin merkezîleştirici gücünü yanına almaya ihtimam göstermiştir. Zırâi ve ticârî kapitalizmin yükselişi ile modern devletin bürokratik yeniden yapılanması arasındaki örtüşmeler tesâdüfî değildi. Bu yakınlık adına ekonomipolitik denilen bir yanılsamaya yol açmıştır. Meselâ Ricardo ve Marx burada zokayı yutmuş ve devletin ekonominin kontrolü altına girdiğini düşünmüşlerdir. Evet bir işbirliği olduğu muhakkaktır. Çok muhataralı bir işbirliğidir bu. Ekonomi kendisini büyütmek için devleti, devlet ise hazinesi zengin tutmak için ekonominin güçlerine ihtiyaç duyar. Ama en saf hâliyle ekonomi devletten; devlet ise ekonomiden hoşlanmaz. Çünkü neticede devlet mâlî kollarını çalıştırarak, yâni vergi koyarak ekonomiden artık çekmektedir. Bu da kârın maksimizasyonuna imân eden ekonomik akılda karşılığı olmayan ve onun asla gönüllü olarak kabûl edemeyeceği bir şeydir. Diğer taraftan devletler de ekonominin güçlerinden hoşlanmaz. Çünkü onun orijinal aklı kamusal sâhada kendisine şirk koşulmasını asla sindiremez. Karikatürleştirerek söyleyelim. Bir bürokrat karşısında çok da anlamadığı ekonomik cembazlıklardan bahseden bir müteşebbisi dâima şüphe ile karşılar; tıpkı bir müteşebbisin elinde akıl sır erdiremediği ve işine engel olarak gördüğü yasa ve mevzûatları masaya koyan bir bürokrattan hoşlanmadığı gibi.

Siyâset (devlet) ile ekonomi arasındaki gerilimler işte buralarda ortaya çıkmıştır. Bu da en saf şekliyle vergilerin oranları ve devlet harcamalarının tâkibi gibi meselelerde başlamış daha sonra dallanıp budaklanmıştır. Şu kadarına işâret edelim; siyâset ile ekonominin güçleri arasında hacimli ve karmaşık ilişkiler, işbirlikleri kadar derin bir uzlaşmazlıklar hüküm sürer.

Ekonominin güçleri kapitalizmin krizlerini çözmekte de devletlere bir can simidi gibi sarıldığını da biliyoruz. II.Umûmî Harp sonrasında kurulan dünyâ tam da bunu gösterir. Ekonomipolitik iddia gerilemiş, bunun yerini (sosyal)devletlerin daha da baskın olduğu poltikekonomiler almıştır. 1970’lerden başlayarak ekonominin güçleri yürürlükte olan politikekonomilerin tasfiyesi için büyük bir seferberlik başlattı. Neoliberal dalga tam da bunu ortaya koyar. Burada hedeflenen (sosyal) devletlerce baskılandığı düşünülen ekonominin güçlerine yeni bir dinamizm kazandırmaktı. Lâyüsel ekonomizm, bilhassa kendisi açısından mâliyetlerini arttıran, yüksek vergi ve yeniden bölüşüm kanallarını parçaladı. Devletler ve bürokrasiler günah keçileri hâline getirildi ve lânetlendi. Ekonomik aklın idâre ettiği ettiği dünyâ 2000’lerden başlayarak arkasında çöküntü, durgunluk, derin eşitsizlikler, mutsuz ve öfkeli kalabalıklar bırakarak sönümlenmeye başladı. Devletlerin, intikamcı reflekslerle geri dönüşü başladı. Bu da popülizm ve arkasından gelen faşizan ve nazizan bir dalga boyunda tecelli etti.

Ekonomik akıl ile siyâsî akıl çelişkisi derinleşirken hiç beklenmedik başka bir dinamik devreye girdi. Teknikten teknolojiye, oradan da teknoya evrilen yeni bir dinamikti bu. Bugünlerde YZ ile şâhikasına çıkan dijital bir evren meydana geldi. Bu yeni dinamik kendi güçlerini oluşturuyor. Bu yeni oligarşi hem ekonominin hem de devletlerin güçleriyle hem iç içe hem de onlardan bağımsız bir yapılanma içinde. Bâzı yorumcular aşırı bir değerlendirme yapıp tekno akıl güçlerinin hem devletleri hem de ekonominin güçlerini tasfiye edeceğini iddia ediyor.(Olabilite gibi yarısı Türkçe yarısı frenkçe olan şirketokrasi gibi ihtimamsız, savruk bir kavram tedâvülde). Ben o kanaatte değilim. Evet tekno dünyânın herşeyi kendi kodlara aktaracağını; teknopolitik, teknoekonomik bir dünyâda yaşayacağımızı öngörebiliyorum. Ama garaj çocuklarının veyâ Silikon start up’çılarının dünyâyı tek başlarına idâre edebilecek bir kapasitelerinin olduğunu zannetmiyorum. Yeni dünyâ, eski oligarşiler ile yeni oligarşilerin arasındaki çelişkilerin nasıl seyredeceği, bunların nerelerde ne kadar uzlaşacağına bağlı olarak şekillenecek.