Mülakat: Naman Bakaç - Perspektif
İsrail-İran savaşı 12 günün ardından ateşkes ile şimdilik durdu. Belki de tarihe 1967’deki “6 Gün Savaşı” gibi “12 Gün Savaşı” olarak geçecek. Zira bu savaştan sadece İsrail ve İran değil, ABD, Katar ve Irak da etkilendi. 12 günlük savaş boyunca tarafların stratejileri, askerî kapasiteleri, diplomatik hamleleri, istihbarî faaliyetleri ve bunların toplumsal etkileri ile jeopolitik sahaya yansımalarının neler olduğunu, uzun yıllar Tahran’da gazetecilik yapmış isimlerle konuştuk. NTV Tahran muhabiri Ali Çabuk, Anadolu Ajansı Muhabiri Ahmet Dursun ile Aljazeera Arapça yazarı ve İran uzmanı gazeteci Ramazan Bursa ile süreci analiz etmeye çalıştık.
Ali Çabuk - NTV Tahran Muhabiri
ABD, MÜZAKERE SÜRECİ VE ASKERÎ TEHDİTLERİNİ EŞZAMANLI KULLANARAK “ZORLAYICI DİPLOMASİYİ” BAŞLATTI
İran’ı çok yakından takip eden bir gazeteci olarak ABD’nin savaşa dâhil olmasını bekliyor muydunuz? ABD’yi savaşa dâhil eden faktörler neler? ABD’nin denkleme girmesiyle İran nasıl bir tavır sergileyecek?
Trump’ın başkanlık dönemi ile başlayan ABD-İran müzakerelerini, süreci Tahran’dan takip eden gazeteciler olarak “barış için savaş diplomasisi” olarak gördük. Barışın çok konuşulduğu yerlerde savaşların çıkma potansiyeli de yüksektir. Trump, ikinci başkanlık döneminde İran konusunda B planını devreye sokacağını “maksimum baskı” politikasını başlatarak göstermişti. İlk kez bir ABD Başkanı Tahran’ı bombalamakla, İran lideri Ayetullah Hamaney’i öldürmekle tehdit etti. ABD, müzakere süreci ve askerî tehditlerini eşzamanlı kullanarak “zorlayıcı diplomasiyi” başlattı. Bir anlamda Tahran’ı eline aldığı sopayı sallayarak zorla masaya getirmiş oldu. Tahran yönetiminin ise Ayetullah Hamaney’in “ABD ile müzakere onurlu ve akıllı bir karar değildir ve tahakküm kurmak içindir” sözüne rağmen masaya gitmesi, Trump’ın tehditlerini blöf olarak görmediğini ve ciddiye aldığını gösterdi. Trump’ın ilk başkanlık döneminde mektubunu kabul etmeyen Hamaney, ikinci başkanlık döneminde gönderdiği mektubu aldı ve cevap da verdi. Ancak Hamaney’in konumunun daha iyi anlaşılması gerekiyor.
Velayet-i Fakih konumunda olan Ayetullah Hamaney tek başına dış politikayı belirlemiyor. Ulusal Güvenlik Konseyi ülkenin hassas konularında karar alıyor. Bu konseyde Hamaney’in temsilcisinin yanı sıra hükümet paydaşları da bulunuyor. Eğer hükümet müzakere konusunda istekli ve bu doğrultu da kesin karar alırsa, Velayet-i Fakih’in konumu süreci yönetmek olur. Bir anlamda hükümetin başında olan Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, müesses nizamın da onayı ile Trump‘ın anlaşma için verdiği iki aylık sürenin sonunda “kısıtlı askerî müdahale” gelebileceğini öngörerek müzakereye fırsat tanıdı. İki aylık müzakere sürecinin savaş riskini azaltabileceği hesapları yapıldı. Gelinen noktada Tahran’ın müzakere sürecine kilitlenerek “zamansız ve yersiz gerilim azaltma” çabaları ile askerî caydırıcılığını kullanmaması nedeniyle Suriye‘de yaşanan rejim değişikliğinin ardından Tel Aviv’den kalkan trenin Tahran’a ulaşması hızlandırıldı.
ABD’nin amacı hâlâ İran ile anlaşma yapmak. Trump’ın İran konusunda B planı ve maksimum baskı politikasının mahiyeti bu. Güç kullanarak barışın dayatıldığı, iki aylık bir müzakere süreci izledik. Bu süreç boyunca Trump hiçbir zaman İran’a yönelik askerî tehdit dilinden vazgeçmedi. Gerek duyduğunda güç kullanacağını söylüyordu. İki aylık sürenin sona ermesinin ardından İsrail saldırılarının başladığını gördük. İran’ın askerî üst kademesi hedef alındı. İsrail bu saldırıların ardından durabilirdi ancak durmadı ve saldırıları savaşa taşıdı. Hedef alınan isimler İran lideri Ayetullah Ali Hamaney’in komuta kademesi ve İran’ın askerî ve siyasi yapısını şekillendiren önemli isimler. ABD’nin vekil gücü olarak hareket eden İsrail’in Washington adına İran’da temizleme yaptığı ve İran’ı zayıflatarak “teslimiyete” zorladığı görülmekte. Trump ise son vuruşu yaparak Tahran’a barışı dayatmak istiyor. ABD’nin Fordo nükleer tesisine saldırısı, İran’daki sistemi anlaşmaya zorlamak olduğu kadar Trump için dünyaya yapılan bir şovdu da.
SAVAŞIN KAZANANI, “İRADESİ” VE “CAYDIRICILIĞINI” AKILLI KULLANAN TARAF OLACAKTIR
İran’ın ABD saldırısına yönelik “Büyük Fetih Müjdesi” operasyonunun Katar’a yönelik olduğunu gördük. Tahran misillemesinde orantılı bir karşılık vermeye çalıştı. İyi hesaplanmış ve durumun ciddiyetini gören ve “barış dayatmasını” kabul etmediğini gösteren bir misillemeydi. ABD boş nükleer tesisi, İran ise boş ABD üssünü vurdu. Tahran verdiği karşılıkla orantılı misillemeye dikkat etti. Ancak İran Silahlı Kuvvetleri iki önemli mesaj vermiş oldu. ABD’nin Körfez ülkeleri ile işbirliğini, yatırımlarını baltalayabilir ve savaşı Körfez’e taşıyabilir. Diğer ve en önemli mesaj ise enerji ve petrol. İran misillemesinin Irak ve Suriye cephesinden gelmesi düşük düzeyli olacaktır. Ancak Körfez üzerinden misilleme açık bir şekilde ABD’ye gözdağı mesajı taşıyor. Tahran bu misilleme ile ABD’nin ihtiyaç duyduğu enerji tedariki ve güvenliğini tehdit ediyor. ABD saldırısı sonrası İran’da oluşan hâkim düşünce, ABD saldırısının görmezden gelinmesi. Bu da Trump’ı İran’a saldırma konusunda daha istekli veya cesur kılabilir.
ABD ve İsrail’in İran konusunda uzun yıllara yayılan, çok katmanlı ve çözülmesi zor bir planı devreye soktuğu çok açık. Bu planlama içerisinde, rejim değişikliği, iç savaş, yıpratma ve yok etme gibi birçok senaryonun ele alındığı görülüyor. ABD yönetiminden gelen çelişkili açıklamalar, İran konusunda senaryonun her an değişebildiğini veya değişebileceğini göstermekte. Trump rejim değişikliğini hedeflemediğini söylerken, bir gün sonra “rejim değişikliği neden olmasın” diyebiliyor. Elbette söz konusu İran olduğunda “rejim değişikliğinden” ne anlamamız gerektiği de önemli. Rejim değişikliği devrik Şah’ın oğlu Pehlevi’nin Tahran’a dönmesi anlamına gelmiyor. Bu gerçekleşmesi zor bir senaryo.
Ancak İran’ın ABD’ye vereceği yanıt konusunda, Devrim Muhafızları Ordusu ABD’ye gerçekten zarar verme ve caydırma yoluna girmek isterse, bunu Körfez üzerinden yapacaktır. Öyle de oldu. ABD açısından petrol fiyatları ve enerji güvenliği hâlâ önemli. Hürmüz Boğazı’nın kapatılması İran açısından en son seçenektir. Çünkü boğazın kapatılması Hürmüz’ü uluslararası tartışmaya açabilir, hatta kurulacak uluslararası bir koalisyonun askerî müdahalesine dahi neden olabilir. Bu nedenle İran açısından Yemen hâlâ stratejik müttefik konumunda. Yemen İsrail’i, ABD’yi ve Körfez ülkelerini rahatsız edebilecek önemli bir konumda yer alıyor. Ancak tüm bu senaryolar Tahran için bir poker oyunundan farksız değil. Bu nedenle savaşın bir kazananı olacaksa, bu, “iradesi” ve “caydırıcılığını” akıllı kullanan taraf olacaktır. Sahada siyasi ve askerî neden-sonuç ilişkisi uzun bir süredir uluslararası normlara göre hareket etmiyor.
İRAN’I SARSAN VE SALDIRILARIN DEVAM ETMESİNE NEDEN OLAN UNSUR, İSTİHBARAT VE GÜVENLİK ZAFİYETİYDİ
İsrail ve ABD’nin saldırıları karşısında İran’ın askerî, istihbarî, dinî ve siyasi figürlerinin motivasyonu, direnci ve kapasitelerini nasıl buluyorsunuz? Bir eşgüdüm ve tutarlılık var mı? Yoksa bir koordinasyonsuzluk, kopukluk ve dağınıklık mı söz konusu?
Savaş devam ediyor ve İran içerisinde uzun bir süredir güvenlik zafiyeti olduğu biliniyor. Ancak bu zafiyetin ülke içerisindeki boyutunu bilemiyoruz. İsrail saldırısı ile başlayan savaşta İran’a yönelik askerî eylemlerin büyük bir çoğunluğu ülke içerisinde yapıldı. Savaşın ilk üç günü İsrail saldırıları devlet kurumları ve kamuoyunda “şoku”, “kargaşayı” ve “emir-komuta zincirini” bozmayı hedefleyen istihbarî saldırılardı. Askerî kapasite, yıpratma ve sarsma anlamında İran’ın İsrail’e füze saldırılarında başarılı ve etkili olduğunu gördük. Ancak İran’ı sarsan ve saldırıların devam etmesine neden olan unsur, istihbarat ve güvenlik zafiyetinden kaynaklanıyor. Tahran’a yönelik saldırıların Tahran içerisinden yapılıyor olması bunun bir göstergesi. İran’ın farklı bölgelerinde her gün İsrail adına çalışan “casusular” veya işbirlikçi gruplar yakalanıyor. Özellikle de göçmenlerin yoğunlukta olduğunu görüyoruz.
Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Genel Komutanı gibi isimler İsrail saldırılarının ilk hedefiydi. Saldırıların ilk aşaması “İslam Cumhuriyeti’ni” sarsmak, sistem içerisinde motivasyon ve direnci kırmaya yönelikti. Ancak müesses nizamın hızlı bir toparlanmaya girdiğini gördük. Bu konuda “Besiç” olarak bilinen halk seferberlik güçlerinin sokaklara çıkması, kamuoyunu motive etmeleri, Tahran dâhil olmak üzere farklı şehirlerde neredeyse her gün gösterilerin yapılması ve tüm bunların tek bir yerden koordine edilmesi şehirlerdeki havayı değiştirdi. Ancak önemli siyasi ve dinî figürlerin henüz beklediğim oranda sahneye çıkmadıklarını da görüyorum.
Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan savaşın 10’uncu gününde Tahran’da göstericilerin arasına karıştı. Uzun yıllar İran’da gazetecilik yapan biri olarak bu sürenin daha erken olmasını beklerdim. İlerleyen günlerde siyasi ve dinî figürlerin daha fazla meydanlara çıktığını görebiliriz. Savaşın başlaması ile birlikte İran’ın “gölge hükümetinin” artık daha etkin olduğunu ve tek seslilik ve uyumu sağlamak adına hareket ettiğini de belirtmekte fayda var. İran’da şu an yükselen tek bir ses var, o da “uzlaşı ve müzakereye hayır, savaşa devam”. Elbette bu, sokaklarda İran sisteminde etkili gruplardan yükselen ses. Müesses nizamın şimdilik bu doğrultuda hareket ettiğini görüyoruz. Nedeni ise saldırılar devam ederken yapılacak bir barış veya anlaşmanın, ileride İran’ın kapısına daha büyük bir savaşı getirecek olması.
“REJİM DEĞİŞİKLİĞİ”NİN ASIL BELİRLEYİCİ UNSURLARI REJİM KARŞITI GRUPLAR DEĞİL, SİSTEMİN PAYDAŞI OLAN SİYASİ UNSURLARDIR
İran halkının, özelde ise düzen karşıtlarının İsrail ve ABD saldırıları karşısındaki duruşlarını nasıl gözlemliyorsunuz? Terör ve şiddet yanlısı Kürt hareketleri, Halkın Mücahitleri ve reformist muhafazakârlar rejim değişikliğine dair protestolar, sabotajlar, eylemler düzenliyor mu yoksa İran Devleti’nin etrafında birleşmişler mi ya da beklemedeler mi?
ABD Başkanı’nın İran’da rejim değiştirmeye yönelik söylemlerinin ardından bu konu ayrıca merak ediliyor. Ancak rejim değişikliği konusu benim İran’da en sık karşılaştığım hususlardan birisi. Şunu net ifade etmek gerekiyor, hâlihazırda İran’da “rejim değişikliği” yapabilecek örgütlü, toplumsal ve entelektüel tabanı olan bir grup veya hareket bulunmuyor. Ancak ülkeyi dışarıdan saldırı veya terör ile iç savaş veya kaosa sürüklemek isteyecek veya bunu deneyebilecek potansiyel unsurlar var. Örneğin İran’ın Kürdistan eyaletinde PJAK terör örgütü bu yönde girişimlerde bulunabilecek bir yapı. İsrail ile bağlantılı, ülke içerisinde yapılan operasyonlar da daha çok Kürdistan eyaletinde yapılıyor. Ülkedeki Mahsa Emini gösterilerinde Kürt tabanın İran’da örgütlü olduğu görüldü. Ancak Mahsa Emini gösterilerinin motivasyonu toplumsal sorunlardı. İsrail saldırıları devam ederken Kürt grupların kaosu tüm ülkeye yayabilecek potansiyeli yok.
Bu konuda İran’daki “toprak milliyetçiliğini” de ayrıca ele almak gerekiyor. Farklı etnik gruplar, dışarından gelen tehditler karşısında tarihten gelen toprak milliyetçiliği ile ortak hareket edebiliyor. İran’daki etnik fay hatları düşünüldüğü kadar derin değil. İsrail ile savaş sonrası şu an İran toplumunda sembolleşen bir şarkı var, adı “vatanım”. Kürt kökenli Şahrem Nazeri’nin eseri. Bu durum da Kürt tabanın İran’a ve İran toprak milliyetçiliğine bakışının tarihsel nedenlerden dolayı daha fazla aidiyet taşıdığını gösteriyor. İsrail ile yaşanan savaş ve ABD’nin gündeme aldığı “rejim değişikliği” konusunun asıl belirleyici unsurları rejim karşıtı gruplar değil, sistemin paydaşı olan siyasi unsurlar olacaktır. Uzun bir süredir İran siyasi yapısı reformist-muhafazakâr ayrımından uzaklaştı. Hem reformistler hem de muhafazakârlar kendi içlerinde farklı kollara ayrıldılar.
Savaşın devam ettiği süreçte veya savaş sonrası süreçte İran’ın yeni siyasi yapısında değişiklik olacaksa, bunun şiddet ve içeriğini yine sistem içerisindeki diğer paydaşların konum ve söylemleri belirleyecektir. Bu tartışmaların İran siyasetinin merkezinde bulunan Velayet-i Fakih sistemi çerçevesinde yaşanması yüksek ihtimal. Ancak ülkede kaos çıkartmak ve içeride şiddet eylemlerini artırmaya yönelik bir senaryoda, rejim karşıtı gruplar etkili olacaktır. Bu, rejim değişikliği ile sonuçlanmasa da İran devlet sisteminde radikal dönüşümler ve revizyonun önünü açabilir. Mahsa Emini olaylarından sonra İran’da bu süreç başlamıştı.
Ahmet Dursun - Anadolu Ajansı Tahran Muhabiri
FORDO, İRAN’IN EN GİZLİ VE EN İYİ KORUNAN NÜKLEER TESİSLERİNDEN BİRİ
Tahran’da yaşayan bir gazeteci olarak, ABD’nin İran’a yönelik başlattığı savaşta Fordo Nükleer Tesisi’nin açık kaynaklarda yer alan bilgi dışında ne kadar etkilendiğini düşünüyorsunuz? Malum İran’ın en önemli nükleer tesisi. İran bu tesise yönelik olarak ne tür tedbirler almıştı?
Fordo, İran’ın en gizli ve en iyi korunan nükleer tesislerinden biri olarak biliniyor. Yerin yaklaşık 80-90 metre altına inşa edilen bu tesis, özellikle uranyum zenginleştirme kapasitesi nedeniyle ABD ve İsrail’in yıllardır radarında. ABD’nin İran’ın Fordo, Natanz ve İsfahan nükleer tesislerine saldırısında Amerikalıların iddiasına göre, İran’ın en kritik uranyum zenginleştirme tesisi Fordo tamamen yok edildi. Fakat Fordo’ya verilen zararın da iddia edildiği kadar büyük olmadığını açıkladı İran. Fordo yerin 90 metre altında ABD’nin bunker buster denilen sığınak delici bombaları ise 61 metre derine iniyor. ABD uçaklarının art arda bombaları atmasının, bombaları daha derine indirebilme imkânı sağladığı iddiaları da var. Yine de hem ABD medyasında yayımlanan ve Trump’ın tepki gösterdiği, Fordo’nun yok edilemediğine dair haberlere ve İsrail’in Fordo’ya yeniden saldırı girişiminde bulunmasına bakıldığında, Trump’ın “Fordo tamamen yok edildi” iddiasının doğru olmayabileceği anlaşılıyor.
Zaten İran, Fordo ve diğer nükleer tesislerdeki zenginleştirilmiş uranyumu ve nükleer malzemeleri daha önceden boşalttığını duyurdu. Tesislerde sızıntı olmaması da İran‘ın açıklamasını teyit eder nitelikte.
En kritik uranyum zenginleştirme tesisi olduğu için İran tarafından özel korunaklı şekilde inşa edildi. Tesisin ana savunma önlemi, tesisin doğrudan yeraltına, dağlık bir bölgenin içine gömülmesi oldu. Fordo, sert kaya tabakalarının altında yer alıyor. Bu derinlik, konvansiyonel bombalara ve çoğu hava saldırısına karşı ciddi koruma sağlıyor. Bu yönüyle, ABD’nin geliştirdiği sığınak delici bombalara karşı bile dirençli olduğu söyleniyor.
İRAN’IN ELİNDE İSRAİL’E KARŞI CAYDIRICILIK SAĞLAYABİLECEK FÜZE KAPASİTESİ VAR
İran’ın ABD ve İsrail’in saldırıları karşısında askerî ve istihbarî dayanma gücü nedir? İran’ın elinde savaşın seyrini değiştirecek, ABD ve İsrail’i durduracak ne tür enstrümanlar söz konusu?
İran, bölgesel bir güç olmasına rağmen ABD ve Batılı ülkelerin desteklediği İsrail gibi gelişmiş askerî kapasiteye sahip ülkeler karşısında dayanma gücü belirli ölçüde sınırlı. Askerî teknolojisi, özellikle hava kuvvetleri ülkeye 40 yıldır uygulanan yaptırımlar nedeniyle zayıf. Hava savunma sistemleri ve ileri teknoloji savaş araçları konusunda önemli eksiklikleri bulunuyor. Bunu İsrail ile savaş sırasında müşahede ettik.
İstihbarî açıdan da İran, ABD ve İsrail’in geniş ve sofistike istihbarat ağları karşısında zorluklar yaşıyor. Özellikle İsrail’in savaş sırasında İran’da kullandığı casus hücreler bunu net şekilde ortaya koyuyor. İsrail’in İran’a yönelik saldırılarında doğrudan hava saldırılarından çok asıl etkinin İran içinde İsrail adına çalışan hücreler tarafından şehirlerin içinde kamyonetlerle taşınan patlayıcı yüklü kamikaze insansız hava araçları ve mini füzelerin fırlatılmasıyla oluşturulduğu gözlemleniyor. Tahran’daki gözlemlerimiz, “İsrail ordusu” tarafından yapıldığı belirtilen saldırıların önemli bir kısmının aslında patlayıcı yüklü insansız hava araçları aracılığıyla gerçekleştirildiğini ortaya koyuyor. İsrail’in özellikle Tahran’da birçok noktada düzenlediği saldırılarda verilen hasara bakıldığında, bu saldırıların ağır tahrip gücüne sahip uçaklardan fırlatılan füzelerden kaynaklanmadığı da anlaşılıyor. İlk günkü saldırıların çoğunluğu da dronlarla yapıldı. Devlet televizyonu binasına saldırı uçaklarla yapıldı. Bu, binalardaki hasarın boyutundan anlaşılıyor. Bu veriler de MOSSAD’ın yıllardır İran üzerinde yürüttüğü kapsamlı faaliyetleriyle İran’da derin ve kanlı bir casusluk ağı oluşturduğunu ve ülkedeki sabotaj ve terör eylemlerini bu hücrelerin eliyle gerçekleştirdiğini gösteriyor. Bu da İran’ın birçok Batı ülkesi tarafından desteklenen MOSSAD’ın operasyonlarını bozma konusunda zorluk yaşadığını gösteriyor.
İran’ın elinde İsrail’e karşı caydırıcılık sağlayabilecek füze kapasitesi var. İran, uzun yıllardır Batı yaptırımları ve dış tehditler karşısında caydırıcılığını artırmak amacıyla füze programını sistemli şekilde geliştirdi. Bugün gelinen noktada, İran’ın elindeki balistik ve seyir füzeleri, İsrail’in stratejik hedeflerine ulaşabilecek menzil ve yıkıcılığa ulaşmış durumda. Bu nedenle savaşta İran’ın füze kapasitesi, İsrail’i durdurabilecek ya da ciddi ölçüde caydırabilecek başlıca askerî enstrüman olarak öne çıkıyor. Bunu İran’ın karşı saldırılarında görebiliyoruz. ABD’nin ateşkes söyleminde de aslında bu caydırıcılık var. İran’ın füze saldırıları İsrail’i tarihinde hiç olmadığı kadar yıpratmış durumda.
RÖPORTAJ YAPTIĞIMIZ KİŞİLERİN BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU, İRAN’IN GERİ ADIM ATMAMASI GEREKTİĞİNİ İFADE EDİYORLARDI
İran halkı, İsrail ve ABD saldırıları karşısında İran Devleti’nin sert politika gütmesini mi yoksa yıkımın daha fazla olmaması için uzlaşıyı mı talep ediyor? Sahadaki gözlemleriniz nedir? İran halkı cezalandırma politikası ile caydırıcılık politikası arasında nerede duruyor?
İsrail’in İran’a yönelik başlattığı saldırıların sadece nükleer tesisleri ve askerî üsleri değil, sivil yerleşim yerlerini de hedef alması, İran halkı arasında derin bir öfke ve infiale neden oldu. Hayatını kaybeden çocukların, kadınların, hatta bebeklerin görüntüleri halkta İsrail’e karşı daha da derin bir öfke doğurdu. Başkent Tahran’da sivillerin yaşadığı mahallelerin vurulması, ambulansların hedef alınması ve devlet televizyonu binasının kısmen tahrip edilmesi, kamuoyunda savaşın boyutlarıyla ilgili algıyı tamamen değiştirdi.
Tahran’ın farklı bölgelerinde gerçekleştirdiğimiz saha röportajlarında, halkın tamamının İsrail’in saldırılarının ahlaki ve hukuki tüm sınırları aştığını düşündüğünü gördük.
Röportajlarda öne çıkan ortak duygular arasında milli birlik, öfke, güçlü bir direniş arzusu ve İsrail’in cezalandırılması talebi vardı. Özellikle sivil hedeflere yapılan saldırıların, halkı orduyla daha fazla kenetlediği gözlemleniyor. Birçok kişi, İran ordusunun elindeki askerî kapasitenin daha etkin kullanılması gerektiğini savunuyor.
Görüştüğümüz kişilerin büyük çoğunluğu, artık İran’ın daha fazla geri adım atmaması gerektiğini düşünüyor. İsrail’in saldırılarının sadece askerî değil, psikolojik ve sembolik hedefleri de kapsadığı görüşü yaygın. İranlıların savaşın ilk anlarında temkinli olduğu gözlemlenirken, sivillere yönelik saldırılar sonrası halkın psikolojisinde belirgin bir kırılma yaşanmış durumda. Birçok kişinin savunmadan çıkıp saldırıya geçilmesi gerektiğini açıkça ifade ettiğini gördük Tahran’daki röportajlarımızda.
Ramazan Bursa - Aljazeera Arapça Yazarı, Ortadoğu Uzmanı
İRAN HALKI REJİMLE İLGİLİ TÜM İTİRAZLARINI BİR TARAFA BIRAKARAK İSRAİL’E KARŞI BİR DURUŞ SERGİLEDİ
Savaşa dâhil olmasıyla birlikte ABD’nin İran’a yönelik asıl hedefinin ne olduğunu düşünüyorsunuz? Rejim değişikliği mi müzakere masasına oturtmak mı? Yoksa Netanyahu, dolayısıyla Yahudi lobisinin baskısıyla kerhen/göstermelik bir müdahale mi?
Sonuç itibarıyla hem İsrail hem de Amerika, İran’da bir rejim değişikliğinin olmasını arzularlar. İsrail, bir taraftan İran’ın neredeyse tüm şehirlerini bombalarken diğer taraftan da İran halkını sokağa dökmek için büyük çaba gösterdi. Başta Netanyahu olmak üzere, diğer yetkililer, resmî sosyal medya hesapları, basın ve Batı medyası, İran halkını kışkırtmak için takriben iki hafta propaganda yaptılar. İlaveten, işbirlikçi olarak devrik Şah’ın ABD’de yaşayan oğlu Rıza Pehlevi, babasının tahtına geçmek için İran halkını kışkırtmaya çaba gösterdi. Yine Halkın Mücahitleri terör örgütü Lideri Meryem Recevi de bu çerçevede gayret gösterdi. Fakat İran halkı rejimle ilgili tüm itirazlarını, eleştirilerini bir tarafa bırakarak İsrail’e karşı bir duruş sergiledi.
ABD Başkanı Trump da ateşkesten birkaç gün önce rejim değişikliğini gündeme getirdi. Bir ülkede rejimi değiştirmenin iki yolu vardır: Kara harekâtı yapar, savaşır ve galip gelirsiniz, böylece rejimi değiştirirsiniz veya halk eliyle rejimi değiştirirsiniz. Burada ikinci yol tercih edildi ama başarılı olunamadı. Böyle olunca Trump, ateşkesi tercih etti. Ateşkes konusunda nükleer müzakereler meselesini de kapsayan ateşkes dışı konularda da bazı anlaşmalar yapıldı mı, bunu henüz bilemiyoruz. Ama çok kırılgan bir ateşkes zemini söz konusu.
TEL AVİV VE HAYFA GİBİ BİRÇOK KENT İLK DEFA ŞİDDETLİ, YIKICI VE ÖLÜMLE SONUÇLANAN SALDIRILARA MARUZ KALDI
İsrail’in 13 Haziran’da başlattığı saldırılarda askerî, siyasi, psikolojik ve ekonomik tahribatın ne olduğunu düşünüyorsunuz? İran güçlü bir darbe indirdi mi yoksa cılız bir etki mi yarattı? Bize kısaca savaşın İsrail tarafındaki “hasar raporunu” çıkarır mısınız?
Hava kuvvetleri üzerinden yürütülen bir savaş yaşadık. Dolayısıyla iki ülkenin imkânını, yani askerî kapasitesini ve destekçilerini hesaba kattığımızda İsrail’in, İran’dan kapasite olarak daha ileride olduğunun altını çizmek lazım.
İran’ın ilk saldırı gecesi hava savunma sistemi çökmüş, hava üsleri vurulmuş, radarları tahrip olmuştu. Zaten İran’ın yatırım yaptığı, geliştirdiği ana savunma ve saldırı gücü füze gücüdür. Bu çerçeveden baktığımızda, İran füzelerinin İsrail savunma kapasitesi ve diğer ülkelerin savunma desteğine rağmen iyi iş çıkardığını belirtmek lazım. İran’da hasar belki daha fazladır ama tüm bu olumsuz şartlara rağmen İran’ın saldırıları etkiliydi. İsrail, 1948’den bugüne hem Arap ülkeleri ile hem de Filistin direnişiyle çok kere savaşa tutuşmuştur. Fakat tarihinde Tel Aviv ve Hayfa başta olmak üzere birçok kenti ilk defa bu şekilde şiddetli, yıkıcı ve ölümle sonuçlanan saldırılara maruz kalmıştır. İsrail’in stratejik önemi haiz, ekonomik olarak kıymeti büyük olan Hayfa limanı vurulmuş, Herzilya’daki MOSSAD binası hedef alınmış, İsrail ordu istihbarat birimi Aman, tahrip edilmiştir. Diğer birçok nokta aynı şekilde İran füzeleri tarafından hedef alınmıştır.
İran’ın bu saldırılarının Netanyahu hükümetine etkisi, yani siyasi sonuçları olacaktır. Savaş devam ederken de bunun işaretlerini gördük. Siyasi sonuçlar zaman içerisinde daha belirgin hale gelecektir.
Ekonomik boyutu ise tamamen teknik bir çalışma sonucu ortaya çıkacaktır. Ebette bu kadar hedefin vurulması, hava sahasının ve deniz limanlarının kapatılması, ticaretin durması sonucu bir ekonomik kaybın olmaması mümkün değildir. Ancak bunun tutarı, yapılacak çalışmalar sonucu ortaya konulacak raporlar ile görülecektir.
Psikolojik boyutu ise gayet açık ve nettir. Tel Aviv ve diğer kentlerin vurulmasının bilhassa İsrail vatandaşları üzerinde psikolojik tesiri güçlü olmuştur. Savaş devam ederken, fırsat bulan İsrail vatandaşlarının denizden veya karadan İsrail’i terk etmesi, psikolojik tesirin en önemli göstergeleridir. 2014 yılından bu yana dünyadan İsrail’e gelip yerleşen Yahudi oranında ciddi bir düşüş vardır. Çünkü İsrail’de huzurlu bir yaşamın imkânlarını görmüyorlar. Son savaşın ve İsrail hedeflerinin vurulmasının hem İsrail’e geliş hem de İsrail’den ayrılma rakamlarına ciddi etkisi olacağını düşünüyorum.
İsrail ve ABD’nin İran’a savaş açmasıyla birlikte Ortadoğu’nun nasıl etkileneceğini maddeler halinde sıralayabilir misiniz? Kısa ve orta vadede bizi nasıl bir Ortadoğu tablosu bekliyor? Değişimler, krizler ve ittifaklar bağlamında bir perspektif sunar mısınız?
Bu, savaşın gidişatıyla direkt ilgili bir konudur. Eğer hava saldırıları ile yıpratma mücadelesi çerçevesinde yürürse, savaş mevcut haliyle devam eder. Eğer Amerika, aktif bir şekilde savaşa dâhil olursa, bu Amerikan üslerinin hedef haline gelmesi anlamına gelir ki böyle bir durumda hem İran hem de ABD ve İsrail açısından ciddi handikaplar oluşur. Eğer rejimin devrilmesi tehlikesi ortaya çıkarsa İran, hem ulusal hem de bölgesel tüm kapasitesini ortaya koyar ki bu durumda bölgede bu süreçten etkilenmeyen hiçbir ülke kalmaz.