1. YAZARLAR

  2. Davut Hoca

  3. YÂRDAN ÖNCE
Davut Hoca

Davut Hoca

Yazarın Tüm Yazıları >

YÂRDAN ÖNCE

A+A-

 

Şehit Şeyh Ahmet Yasin’in; “Yarabbi! Ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum.” şeklindeki serzenişinden yıllar geçti, ancak Filistin hâlâ zulüm altında ve hâlâ ümmet suskun. Kahreden bir suskunluk, dilsiz şeytanvari bir suskunluk. İsrailin her saldırısından sonra cılız kınamalar, göstermelik restler, halkın ise çaresiz protesto gösterileri. ‘Düşmanını öldürmeyen her darbe, onu daha da güçlendirir’ kaidesince, her silik ve cılız itirazlardan sonra İsrail saldırılarını daha cüretkâr bir şekilde sürdürür gider. Herkesin eli havada, dua eder, bir Müslüman’ın dediği gibi; ebabil sipariş eder Yaradandan. Ancak, bu tür tavır ve duruşlar, sünnetullaha aykırıdır. Duanın kavli ve fiili gereklerini yerine getirmeyene kadar o dua tabiri caizse; havada asılı kalır.

Cuma namazı sonunda hoca; ‘Allah’ım, esnaflarımıza bol kazanç, memurlarımıza liyakat, çiftçilerimize bereket ihsan et’ şeklinde duayı bitirirken, ben hararetle Filistin’li kardeşlerimize de yapılacak duayı duyamayınca, kendi iç dünyamda; hoca, her kesime dua etti, şu an duaya en çok ihtiyaç duyan Filistin’lileri de duanın sonuna ekleseydi ne olurdu diye içten içe yanıp tutuşurken, dayanamayıp, Cuma sonunda hocaya doğru yöneldim ve ‘Ya hocam, esnafa dua ettiniz, memura dua ettiniz, çiftçiye dua ettiniz, ne olurdu da Filistin’li kardeşlerimizi de bu duanın sonuna ekleseydiniz’ dediğimde, hoca biraz mahcup bir şekilde; ‘artık dua edecek yüzümüz kalmadı’ şeklinde karşılık verdi. Her ne kadar haklılık payı olsa bile bu doğru bir şey değildi. Yukarıda da dediğim gibi, dualar, bizim hal ve vaziyetimizden ve/veya dua şartlarını yerine getiremediğimizden olsa gerek, havada asılı kalıp duruyor.

Dünyanın gözleri önünde gerçekleşen bu soykırımda, kameralara yansıyan yürek dağlayan tarifi imkânsız acılar. Gazze’de, İsrailin saldırılarından sonra hastaneye gelenlerden birisi, orada ağlayanlardan birine şöyle sesleniyordu, “Allah hepsine rahmet eylesin. Ağlamayı kes, erkekler ağlamaz. Hepimiz şehid olacağız. De ki; “Biz Allah’ın kullarıyız ve biz ona döneceğiz”.. “Allah’ım, bu musibetim için beni mükâfatlandır ve bana bundan daha hayırlısını nasip eyle.” Böyle olmaz, güçlü olmalısın. Burası cihad ve ribat topraklarıdır. Canımız Allah yolunda fedadır. Yarın seni alır en yüksek mertebeye çıkarabilir. Böyle düşünmezsek yaşamamızın ne önemi var? Bir şehit, ailesinden 70 kişiye şefaat edecektir. Allah bizi yarattı, bu dünyadan bizi alan da Allah’tır. Allah, istediği her şeyi yapabilendir. Bize düşen ise sabretmektir. Sabrediyoruz ve Allah’ın kaderine karşı gelmiyoruz. Biz Allah’ın emirlerine uyar, karşı gelmeyiz.” İşte, o coğrafyada yaşayan insanların genelinin ruh hali budur; ‘Biz burada yaşıyoruz, bu şekilde yaşamaya devam edeceğiz ve çok geçmeden bu savaşın içinde ölüp gideceğiz. Bu bizim hem kaderimiz, hem hayatımız, hem de imtihanımızdır.’ Hastanede, sedye üzerinde ölmek üzere olan küçük çocuğa, ondan bir-iki yaş büyük abisinin kelimeyi şehadet getirtmeye çalışması, bir annenin ölen iki çocuğunu sedyede yan yana yatırıp, ‘cennette görüşmek üzere’ diye vedalaşması, öldüklerinde çocuklarını tanıyabilmeleri için onların ellerine-kollarına isimlerini yazmaları, yine başka bir çocuğun doktora, ‘ben öldüm mü?’ diye sorması da işte bu coğrafyadaki insanların yüzleştikleri hayatın ta kendisidir. İşte insanlığın yârdan hemen önce geldiği nokta burası. Yahudilerin ve Hıristiyanların Tanrıyı kıyamete zorlamaları ancak ve ancak bu şiddetli zorlamalarla olur inancından öte gelinen noktadan sonrasındaki yâr; işte bu yâr

İsrail denilen ve Ortadoğuda bir çıban gibi baş gösteren gayri meşru oluşumun varlığı bir tesadüf değildir aslında. İsrail; ümmetin suskunluğunun, rehavetinin, ayrışmasının, ihtilaflarının bir sonucudur. İsrail, biz Müslümanların günahlarından vücut bulmuş bir hastalıktır. Bizim dünyevileşmemizin, konfora, rahata müptela oluşumuzun bir sonucudur. İsrail, bizim Kur’an ve sünnetten uzaklaşmamızın, Rabbimizin buyruklarına kulak tıkayışımızın bir sonucudur. İsrail, Hz. Peygamberin(sav) Yahudiler ile olan mücadelesinin hikmetini unutuşumuzun bir sonucudur. İsrail, Rabbimizin, Mâide Suresi 51. Ayetinde; “Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.” Şeklindeki buyruğuna tam manasıyla iman etmeyişimizin bir sonucudur.

İsrailin, bu göz göre göre, dünyanın gözünün içine baka baka yaptığı cürmüne karşın, medeniyetin ve demokrasinin, insan haklarının beşiği(!) olan ABD ve Avrupa, bu zulme açık desteğini sunmakla kalmamış, savaşın, daha doğrusu soykırımın, katliamın daha şiddetli, daha çabuk olması için her türlü askeri, lojistik desteği de vermişlerdir. İsrailin, o coğrafyada hem dini hem de ırki olarak çok cüzi, güdük kalmasına rağmen, bu cüretkâr tavrı, bize şu hadis-i şerifi hatırlatmaktadır; Resûlullah(sav) şöyle buyurdu: “Yakında milletler, yemek yiyenlerin birbirlerini sofralarına davet ettikleri gibi size karşı (savaşmak için) birbirlerini davet edecekler.” Sahabelerden birisi şöyle dedi: “Bu, o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?” Resûlullah(sav) şöyle buyurdu: “Hayır, aksine siz o gün kalabalık, fakat selin önündeki çerçöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak sizin gönlünüze de vehn atacak.” Yine bir sahabe şöyle sordu: Vehn nedir, ya Resulallah?” Resûlullah (sav) şu cevabı verdi: “Vehn, dünyayı sevmek ve ölümü kötü görmektir.” (Ebû Davud, 4297) İşte düğüm tam da burada çözümleniyor, dünya sevgisi. Dünyaya bağlılığın getirdiği zillet, ümmetin birbirini zalimin zulmüne terk etmesinin getirdiği sonuç. Karşısındaki zalim güç, her ne kadar teknolojik, askeri vs. yönlerden üstün görünse bile Müslümanın takınması gereken onurlu duruşu sergileyememek. Hâlbuki Rabbimiz Bakara 249. Ayette; asıl üstünlüğün gerçek manada iman edip sabretmekte olduğuna işaret ediyor; “…Sayıca az nice birlikler, Allah’ın izniyle sayıca çok birlikleri yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir…” Sayı, nicelik olarak çokluğun oluşturduğu yanılgıya aldanan ümmetin durumu, bunu izah etmeye yeter. Dünyada toplam 400 milyon Arap nüfusunun yanında sadece 15 milyon Yahudi olması, izahat gerektirmeyen bir istatistikîdir.

Her ne kadar teknolojik, askeri vb. güç unsurları savaşların seyrini belirlemede önemli bir etken olsa bile, bunun tek başına belirleyici olmadığı ile ilgili tarihte birçok örnek vardır. İnancımızda, samimiyetle Allah için savaşmanın her açıdan hayırlı sonuçları vardır. Her şeyden önce herkese nasip olmayan şehitlik makamına erişmenin tek yolu rızayı ilahi için savaşmaktır. Bunun içine zerre kadar bir başka niyet, amaç, istek karıştığı takdirde bu işin tılsımı bozulur, hayrı kaçar gider. Halisane bir niyetle hareket eden, bu gaye uğrunda yaşayan, bu yola baş koyan takva sahibi kişiler, Rablerinin rızasını kazanmak uğrunda, karşılarındaki gücün niceliğine asla aldanmazlar, etkilenmezler. Her halûkârda, Rableri için en kıymetli varlıkları olan canlarını feda etmekten asla bir an bile çekinmezler. Rabbimiz, bu kullarını yüce kelamı Kur’an-ı Kerim’in Al-i İmran suresi 173. Ayetinde şu şekilde tanıtır; “Bir kısım insanlar, müminlere “Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı (asker) topladılar; aman onlardan sakının!” dediklerinde, bu (durum) onların (müminlerin) imanlarını artırmış ve “Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir !” demişlerdi. Allah’ı vekil edinen, Allah’ın kendilerine kâfi geldiğini bilen kullarının önünde hangi güç, hangi engel durabilir. Ne mutlu kayıtsız şartsız iman edip Rablerine tam bir teslimiyetle teslim olan kullarına. Yeryüzünde Allah'ın bu kulları bulunduğu müddetçe, hiçbir zalim güç amacına ulaşamayacak, döktüğü mazlumların kanında boğulup cehennemi boylayacaktır. İşte bu bahtiyar kulları Rabbimiz şu şekilde tanıtır: “Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler

ve ölürler.”(Tevbe-111) Ve en nihayetinde mutlu son, hayırlı akıbet, mutlak zafer ancak ve ancak muttakilerindir. İşte bunun kanıtı; “sabredenleri müjdele”(Bakara/155)

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.