Reyhanlı ve Küresel Aktörlerin Oyunu
Barışı ve huzuru konuşmak birilerini ciddi anlamda rahatsız etti. İnsanların kardeşçe huzur ve mutluluk içerisinde yaşamalarını birileri hazmedemedi. Gözü dönmüş, insanlıktan ve merhametten nasiplenmemiş kişi ve devletler tekrar sahnedeki yerlerini aldılar. Cumhuriyet tarihi boyunca meydana gelen en büyük patlama ile ülke gündemi bir anda değişti. Kürdistan savaşının sona ereceği bir zaman diliminde uluslararası şer güçlerinin hain hedefleri masun siviller üzerinde cereyan etmeye başladı. Bilanço çok ağır oldu. Resmi açıklamalar ölü sayısını 50 olarak verirken, konulan yayın yasağına rağmen sosyal medyada ve dış basında kayıplar 100’ün üzerinde verilmeye başlandı. Hangi taraftan bakarsanız bakın çok ürkütücü bir tabloyla karşı karşıyayız. Allah’tan (c.c.) hayatını kaybedenlere gani gani rahmet, yakınlarına sabr-ı cemil diliyorum.
PKK gerillalarının sınır dışına çekildikleri bir dönemde ve Türkiye Başbakanı'nın ABD gezisi öncesinde böyle bir patlama birçok açıdan mesaj niteliğinde okunabilir. Dış basında saldırı, ağırlıklı bir konu olmaya devam ediyor. Haber ve yorumlarda “Türkiye, Suriye konusunda ikilem yaşıyor”, “Saldırılar, Başbakan'a baskı yaratacak”, ”Alevîler'in öfkesi artıyor”, “Türkiye kaygılı”, “Gerilim Hükümet için baş ağrısı”, “Suriye’deki ihtilaf yüzünden Türkiye kangren oldu” gibi görüşler öne çıktı.
Financial Times, “Öldürücü patlamaların, dikkatleri Türkiye’nin Suriye ile yaşadığı ikileme çevirdiğini, bu durum yurt içinde Ankara’yı zorluyor” diye yazdı.
İngiliz BBC, Reyhanlı’nın Suriyeli mülteciler için Türkiye’ye bir giriş noktası olduğuna dikkat çektiği haberinde bombaların patlamasından sonra Suriyeli mülteciler ve Suriye plakalı arabalara saldırıldığını belirtti.
Reyhanlı’nın Suriye muhalefeti için “önemli bir merkez” haline geldiğine işaret eden Washington Post ise, “Gerilimlerin Reyhanlı’nın bulunduğu Hatay ilinde 'daha belirgin' olduğu" kaydedilen haberde “İlin Alevîler'i, (mülteci) akımına, kendi toplulukları üzerinde yarattığı tedirginliğe artan biçimde öfkeleniyor” savlarına da yer verildi.
ABD’nin çok satan gazetesi Wall Street Journal ise, “Suriyeli mülteciler ile Türkler arasındaki gerilim, son aylarda sürekli artarak Türk hükümeti için siyasî başağrıları ve yeni sosyal gerginlikler yaratıyor. Savaş ekonomiyi ve güvenliği aşındırırken birçok Türk, Suriyeli mültecilerin giderek artan biçimde sorun yarattığını söylüyorlar” dedi.
Rusya’nın resmi yayın organı Rossiyskaya Gazeta, Rusya’nın Sesi tarafından yansıtılan değerlendirmesinde Reyhanlı’daki saldırıları, “Soğuk hesaplaşmanın sıcak izleri” başlığıyla verdi. Türkiye’nin saldırıların düzenlenmesinden Şam’ı sorumlu tuttuğunu yazan gazete, Rusya Dışişleri Bakanlığı'nın farklı düşündüğünü vurguladı. Haberde Rus Dışişleri’nin, Şam yönetiminin Türkiye ile ilişkileri daha fazla bozmak istemeyeceği görüşünü savunduğu ifade edildi.
Kommersant da, patlamaların zamanlamasına dikkat çekti. Ankara’nın saldırılardan Şam yönetimini ve Suriye istihbaratını sorumlu tuttuğunu, bu suçlamaların Başbakan Erdoğan’ın 16 Mayıs'ta yapacağı ABD ziyaretine yön verebileceğini söyledi.
Reyhanlı olayına getirilen yorumlar farklı açılardan değerlendirilmektedir. Öne çıkan senaryoya göre Türkiye’ye sığınan mülteciler ile Türkiye halkı arasında ayrışma ve çatışma yaratmaktır. Türkiye sınırının her türlü geçişe açık olması, muhaliflerin Türkiye tarafından eğitilerek Suriye tarafına geçirildikleri, sınır güvenliğinin olmadığı ile ilgili haber ve yorumlar öne çıkmaktadır.
Kısa vadede ve görülen somut sebepler bu şekilde özetlendikten sonra arka plan ile ilgili şu değerlendirmeleri yapmak yerinde olacaktır;
Bugün ABD, okyanuslar ötesinde Kanada, Meksika ve Latin Amerika ile bir bütünlük içerisindedir. Avrupa Birliği de birlik üyesi ülkelerde yaşanan ekonomik krizlere karşın, bütünlüğünü tamamlama yolunda hızla ilerlemektedir. Rusya, tarihsel süreç içerisinde bir dokunulmazlık elde etmiştir. Çin, engellenemeyecek bir gelişme çizgisine ulaşmıştır. Japonya nüfuz yarışında yer almamaktadır. Sonuçta, bugünün dünyasında egemenlik tesis edilebilecek bölgeler olarak, sadece; Orta Asya’nın bir kısmı, Büyük Ortadoğu ve Afrika kalmıştır. Bu tablo içerisinde; genel egemenlik tesis edilmemiş bölgelerde enerji ve hammadde kaynaklarına el atmak, stratejik harekat açısından üs ve kolaylık imkanı sağlayabilecek değerdeki noktaları ele geçirmek, deniz ve hava ulaştırma yollarını kontrol etmek, ABD’nin amaçları arasına girmiştir. ABD, bu amaçlarına ulaşma yolundaki eylemlerini, “özgür ve demokratik bir dünyanın yaratılması” söylemi ardında gerçekleştirmektedir. Şimdi hedefte olan bölge Ortadoğu’dur. Çünkü dünyadaki en büyük işletilebilir petrol rezervleri Ortadoğu’dadır. Bu kaynak, ABD’nin ulusal çıkarları doğrultusunda kontrol altına alınmalıdır. Ortadoğu’dan petrol akışının kesintisiz olarak sürdürülebilmesi için petrol nakliyatında kullanılan yolların güvenliğinin sağlanmasına ilaveten, Orta Asya’dan Hint Okyanusu’na ulaşan enerji koridorunun da açık bulundurulması gerekmektedir.
Bu kadar geniş bir coğrafyada sadece kendi askeri gücünü kullanmak yerine, yeni müttefikler edinmek, yeni üsler tesis etmek ve yeni güvenlik sistemleri oluşturmak, ABD açısından daha ekonomik bir hareket tarzı haline gelmiştir. Bu hareket tarzının ışığında ABD’nin genel amacı; kısa vadede Irak’tan başlayarak Ortadoğu’yu şekillendirmek ve Körfez bölgesine hakim olmak, orta vadede Avrasya’yı kontrol etmek, uzun vadede ise dünya egemenliğini tesis etmektir. Bu egemenliğini tesis etmek için Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerinde "Arap baharı" denilen senaryoyu başlattı. İlk önce Tunus’ta Zeynel Abidin bin Ali’nin devrilmesi ile Ortadoğu satranç tahtasında ABD ve dolayısıyla İsrail ve Suudî Arabistan görünürde bir uydusunu kaybetti. Bildiğimiz gibi Bin Ali yönetimi, Batı ve özellikle ABD, Avrupa ve İsrail ile sıkı münasebetleri bulunan Batı yanlısı bir yönetimdi. Kendi halkına karşı işlediği cinayetler ve zulümler ile anılacaktır. ABD ve İsrail’in Camp David Anlaşması bağlamında oluşmasına önayak olan ve destek veren Batı kuklası Hüsnü Mübarek yönetiminin çöküşü ile en önemli istikrar kalelerini kaybetmiş gibi bir hava yaratıldı. Mısır’ın ardından değişim rüzgârı etkisini Fas, Ürdün, Libya, Yemen, Bahreyn, Umman ve diğer ülkelerde göstermeye başlamıştır. Bu ülkelerde yeşeren devrimci İslamî hareketleri manipüle ederek ılımlı reformist İslamî çizgiler içerisinde absorbe etme amacıyla bu devrimler desteklendi. Kısa dönemde muhtemelen geçiş sürecinde bu müdahaleler yoğun olarak sürmeye devam edecektir.
Bu değişime en çok direnen ülke Suriye olmuştur. Suriye’nin kendine has stratejik önemi ve özellikle Rusya ve İran için ABD'ye karşı savunulması gereken son kale olarak durmaktadır. Rusya, Akdeniz'deki varlığını Suriye’nin istikrarı üzerinde inşa etmiş durumda. Güneye inme, sıcak denizlere ulaşma ve petrol yataklarına yakın durma isteği Rusya’nın şu an aldığı pozisyonun sebeplerinden birkaçıdır. İran ise İsrail tehdidine karşı Şam yönetimi ile sıcak ilişkiler içerisinde olmaya çalışıyor. Şiî ekolünün içerisinden çıkan Hizbullah örgütünü her açıdan destekleyerek rejim saflarında savaşmaya teşvik etmektedir. Burada öne çıkan görüntü stratejik ortaklık ve ülke güvenliği olarak görülmektedir.
Suriye rejiminin bu kadar pervasızca hareket ederek, kendi halkına karşı işlediği cinayetlere ara vermeden devam etmesinin yegane sebebi inandığı ve güvendiği bu ülkelerdir. NATO’nun ve özellikle ABD’nin bu duruma seyirci kalmalarının sebebi de ülkelerarası yapılan perde arkasındaki antlaşmalar ve gizli görüşmelerdir. Mümkün olduğu kadar daha çok katliam yaparak, savaşı daha geniş bir coğrafyaya yayarak elde edecekleri gücü ve çıkarı çoğaltmaya çalışmaktalar. Çatışmalar yayıldıkça, silah anlaşmaları daha çok yapılacaktır. Silah fabrikalarının üretimi artınca kendi ülkelerindeki istikrar ve ekonomik gösterge rakamları yukarı doğru yükselecektir. Yönetmek istedikleri ülkelerdeki istikrar, huzur ve güç kaybolunca müdahale imkanları daha kolay ve meşru olacaktır.
Türkiye kamuoyunun, halkı Müslüman olan bir ülkeye askerî müdahaleye sıcak bakmayacakları gerçeğine karşın, kin ve nefreti arttıracak benzer olayları ülke genelinde sahneye koymaktan çekinmeyeceklerdir. Bu tür provokatif eylemlere karşı dikkatli ve sabırlı olmamız gerekir. Olayların tarihsel arka planlarını ve konjöktürel sebeplerini yeterince tahlil ederek iç barışı ve İslam kardeşliği tezini hızlandırmalıyız.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.