KUM VE DEMİRDEN TABUTLAR
Ege denizinde gerçekleşen ve İzmir ilinde büyük kayıplara ve yıkımlara yol açan depremden dolayı büyük bir üzüntü ve endişe içerisindeyiz. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır ve yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz.
Gün geçmiyorki yeni felaketler, yeni trajediler, yeni acılarla karşılaşmayalım. Dünya hayatının kısalığı gelip geçiciliği ve anlamsızlığını yaşadığımız bu tür felaketler ile tekrar hatırlamış oluyoruz. Felaketin büyüklüğü, etkisi ve yarattığı sonuçlar oranında geride kalanlar için de ders bırakmakta.
Gezegenimizde karşılaştığımız bu tür tabii afetlerin belki de en ürkütücü en yıkıcı olanların başında depremler gelmektedir. Yer sarsıntısı veya zelzele olarak da tanımladığımız, yer kabuğunda beklenmedik bir anda ortaya çıkan enerji sonucunda meydana gelen sismik dalgalanmalar ve bu dalgaların yeryüzünü sarsması olayının sonuçları her ülkede aynı sonucu vermemektedir. Diğer canlılardan bizi ayıran akıl, muhakeme, yorumlama, analiz etme gibi hasletlerimizi gereği gibi kullandığımız vakit felaketlerin sonuçlarını da etkileyebiliyoruz. Bu tür yetilerini en üst şekilde kullanabilen kişi ve toplumlar felaketlere karşı daha güçlü durabiliyorken, hiç bir önlem almayan, ders çıkarmayan, akıl, bilim ve teknolojiyi bir tarafa bırakıp sadece ‘kader!’ anlayışına sığınanlar felaketlerin en trajik ve ürkütücü sonuçlarına katlanmak zorunda kalıyorlar.
Jeoloji araştırmalarında ülkemizin üzerinde bulunduğu toprakların büyük kısmının III. ve IV. jeolojik zamanlarda oluşmuş genç arazi yapısına sahip olduğu görülmektedir. Güneydeki Arap Yarımadası ve Afrika levhaları ile kuzeydeki Avrasya levhasının sıkıştırmasına bağlı yan basınçların etkisiyle doğu-batı uzanışlı sıradağlar oluşmuş, ortalama yükseltisi artmıştır. Bunun sonucunda ülkemizin doğusundan batısına; kuzeyinden güneyine dört bir yanımızda aktif fay hareketliliğine şahit oluyoruz. Bu hareketli topraklar üzerinde imara açılan her yerde, inşa edilen her binada bu şartların sonuçları gözetilerek işe başlanması gerek.
Şehir planlamacıları ve bu işin uygulayıcıları olan kurum/kuruluş ve kişilerin bu konuda yeterince hassas davranmaları birer zorunluluktur. Tabi afetlerin yol açtığı can ve mal kayıpları gelişmiş ülkelerde en asgari düzeyde iken, ülkemizin de içinde yer aldığı coğrafyamızdaki ülkelerde can ve mal kayıpları çok fazla sayıda olmaktadır. Bunun sebepleri ve çözüm yolları için başta hükümetler olmak üzere, tüm ilgili kişi ve kurumların hiçbir gerekçe göstermeden üzerlerine düşen görevleri yerine getirmeleri büyük bir zorunluluk arz etmektedir. Enkaz altında can çekişen, feryat eden insanımızı görmek istemiyoruz artık. Gösteriş amaçlı yapılan devasa binalar yerine sağlam ve sade binalarda ömür sürmek istiyoruz. Çocuklarımızın, sevdiklerimizin acıları içerisinde anlamsız bir teslimiyet içerisinde ömür tüketmeyelim artık…
Köyden kente göçün hızlandığı 1950 li yıllardan sonra olur olmaz her yere birbirimizle yarışırcasına kalitesiz binalar dikmeye başladık. Tarım arazilerini, bataklıkları inşaat sahasına çevirdik. Dere yataklarına, alüvyonlu ovalara peynir ekmek gibi satılan koca koca çirkin binalar diktik. Bunun sonucunda çarpık kentleşme, plansız şehirleşme ve ilkellik her yeri kapladı. Çocuklar için oyun alanı bile bırakmadık. Diğer canlıların yaşam alanlarını da yok ettik, farkında olmadan. Alıştık alıştırıldık artık köhne binalarda can vermeye, her birkaç yılda bir gerçekleşen bu tür felaketlerde yüzlerce/binlerce insanımız ne yazık ki hayatını kaybetmekte veya sakat kalmaktadır.
Hâlbuki Japonya ve Amerika gibi dünyanın en ürkütücü fay hatlarının geçtiği ülkelerde nüfus çok kalabalık ve çok katlı binalar inşa edildiği halde hayatını kaybeden insan sayısı ya hiç olmamakta ya da bir elin parmaklarını geçmemektedir. Ama ne yazık ki ülkemizde ve bizim durumumuzda olan komşu ülkelerde çok küçük sarsıntılarda bile onlarca insanımız hayatını kaybetmektedir.
Koca koca adamlar, onlarca evi üst üste dikerken, ne zemin etüdünü, ne de binaların yapı tekniğini gereği gibi hesaplamamaktadır. Hesapladıkları tek şey beton yığınlarından elde edecekleri para miktarıdır. Böyle olunca da periyodik olarak böyle trajik hadiselerle karşılaşmaktayız. Birilerini zengin etme amacıyla uygulamaya konulan anlamsız projelerle doğanın ve insanların katledildiğini görmek vicdan sahibi her insanı endişelendirmelidir.
Ülkemizin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine dört tarafımızı çeviren fay hatları içerisinde hayatta kalmak çok zor bir durum olarak görülmektedir. Fayların derinliklerine gömülen mazlum ve masum canlarım hesabını kim nasıl verecek. Sahipsiz kalan bu kişilerin hakkını kim nasıl ödeyecek…?
Uzun yıllardır seyrettiğimiz bu trajik hadiselerden ders çıkarmazsak bu tür acıları görmeye devam edeceğiz. Depremleri engelleyemiyorsak, önünü alamıyorsak, yapılacaklar belli. Yerleşim bölgeleri titizlikle belirlenmelidir. Kaygan ve ovalık bölgeler iskâna açılmamalıdır. Konutlar gevşek toprağa sahip meyilli arazilere yapılmamalıdır. Yapılar deprem etkilerine karşı dayanıklı inşa edilmelidir. (Yapı Tekniğine ve İnşaat Yönetmeliğine uygun olarak) İmar planında konuta ayrılmış yerler dışındaki yerlere, dik yarların yakınına, dik boğaz ve vadilerin içine bina yapılmamalıdır. (https://www.afad.gov.tr/deprem-oncesi-ani-ve-sonrasi-alabileceginiz-onlemleri-biliyor-musunuz)
Usulüne göre inşa edilmeyen, ihtiyaçtan ziyade, debdebe, gösteriş, caka satmak amacıyla inşa edilen her kontrolsüz binanın insanlar için birer mezar halinle geleceğini unutmamalıyız. Bir lokma bir hırka geleneğinden geldiğimiz halde daha büyük daha yüksek binalara sahip olma arzumuzu da ayrıca gözden geçirmeliyiz. Küçük olsun, ama kaliteli ve etrafı yemyeşil olsun anlayışını kazanmalı/kazandırmalıyız. Acilen yatay mimari ve yeşilliğin hâkim olduğu bir imar yasası çıkarılıp uygulanmalı ve ciddi anlamda denetlenmelidir. Yoksa tek tek veya toplu olarak, kum ve demir yığınından inşa ettiğimiz bu tabutlarda ölüp gideceğiz…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.