KONTROLSÜZ BİR NÜFUS ARTIŞI
Pozitif bilimlerde gerçekleşen, evrene ve onun içindeki yerimize dair düşüncelerimizi değiştiren büyük keşifler; bilimsel bilgiyi teknolojiye dönüştüren, yeni insan ortamları yaratıp eskilerini yok eden anlayış günümüzde giderek daha çok önem kazanmaktadır. Hayatın tüm temposunu hızlandıran, yeni tekelci iktidar ve sınıf mücadelesi biçimleri yaratan sanayileşme, milyonlarca insanı atalarından kalma doğal çevrelerinden koparıp dünyanın bir başka ucunda yeni hayatlara sürükleyen muazzam demografik dönüşümlere yol açmaktadır. Kıtalar arası göç dalgası hızlı ve çoğu kez sarsıntılı bir şekilde düzensiz kentleşmelere ve bunun sonucunda birbirinden çok farklı insanları ve toplumları birbirlerine bağlayan düzensiz insan topluluklarını aynı havzada bir araya getirmektedir. Kitle iletişim sistemleri, yapı ve işleyiş açısından bürokratik diye tanımlanan, her an güçlerini daha da arttırmak için çabalayan ve gitgide güçlenen ulus-devletler dünyanın her tarafında çok farklı sorunlarla karşı karşıya kalmaktalar. Siyasal ve ekonomik alandaki egemenlere karşı direnen, kendi hayatları üzerinde biraz olsun denetim sağlayabilmek için didinen insanların kitlesel toplumsal hareketleri, keskin dalgalanmalar içindeki kapitalist dünya pazarı içerisinde günden güne daha çok sorunun ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Bu sorunlardan en başta geleni kontrolsüz bir şekilde artan insan nüfusu ve bu artışın beraberinde getirmiş olduğu çevre kirliliği ve kaynakların günden güne azalışıdır.
Günümüzde dünyadaki insan nüfusu ve buna bağlı olarak kaynak kullanımı hızla artmaktadır. Bu artış, dünyanın insan nüfusu bağlamında kapasitesine yönelik endişeler doğurmaktadır. İnsan nüfusunun ilk 1 milyara ulaşması yüzyıllar geçmiş, ancak son iki yüzyılda dünya nüfusu 7 kat artmış. Bu da 1800 yılından sonra nüfus artış hızının patlama gösterdiği anlamına geliyor. İnsan türü, yeryüzünün kaynaklarını 7 kat daha fazla tüketen, daha fazla sera gazı yayan ve diğer canlılara ayrılan alanı daha fazla işgal eden bir canlı türüne dönüşüyor. Uzun vadeli niceliksel büyüme; kıtlık, hastalık, büyük ölçekli ölüm gibi potansiyel risklerin yanında kalabalıklaşmanın bir etkisi olarak meydana gelecek suç artışı gibi sosyal sonuçları da gündeme getirmektedir. Kontrolsüz nüfus artışı mal ve hizmetlere duyulan gereksinimi büyük ölçüde arttırmakta ve artan bu ihtiyaçlar doğal kaynaklar için büyük bir baskı oluşturmaktadır. Nüfusun fazla olması demek, atık oluşumunun ve insan sağlığına yönelik tehditlerin de fazla olması anlamına gelmektedir. Dahası nüfus artışının fazla olması çevrenin kendini yenileme özelliğini zorlayan doğrudan bir etkendir. Nüfus artışı, fakirlik ve çevresel bozulma birbiriyle yakından ilişkilidir. Örneğin, nüfus arttıkça toprak daha yoğun kullanılmaya başlanır, nadas dönemleri kısalır ve toprağın verimliliği düşmeye başlar. Ormanların da azalmaya başlamasıyla birlikte ortaya çıkan sonuç çevresel bozulma, azalan toprak ve ürün verimliliğindeki düşüştür. Bu durum da kişi başına düşen gelirin azalmasına ve fakirliğin artmasına neden olmaktadır. Fakirliğin artışı da daha fazla toprak tahribatına ve dolayısıyla da kısır döngünün oluşmasına neden olmaktadır.
Teknoloji ve özellikle fosil yakıt kullanımı, dünyada benzeri görülmemiş değişikliklere neden olmuş, doğal ekosistemleri çöküşün eşiğine getirmiştir. Küresel ölçekte ozon tabakasının incelmesi, çölleşme, verimli topraklarının kaybı ve iklim değişikliği gibi sorunların temel sebebi, insanın bitip tükenmez vahşi faaliyetlerinin sonucudur. Nüfus artışı mal ve hizmetlere duyulan gereksinimi büyük ölçüde arttırmakta ve artan bu ihtiyaçlar doğal kaynaklar için büyük bir baskı oluşturmaktadır. Nüfusun fazla olması demek, atık oluşumunun ve insan sağlığına yönelik tehditlerin de fazla olması anlamına gelmektedir. Dahası nüfus artışının fazla olması çevrenin kendini yenileme özelliğini zorlayan doğrudan bir etkendir. Temiz su kaynaklarının kirlenmesi ve zamanla tükenmesi, insanın yanı sıra tüm diğer canlılar içinde ciddi bir tehdit olarak görünmektedir. 19 ve 20. yüzyılın büyük savaşları fosil enerji kaynakları (kömür, petrol) için yapıldı. Günümüzde ve gelecekte çok daha büyük savaşlar yaşanabilir bir çevre ve su için yapılacağı şüphe götürmez bir gerçek olarak ortada durmaktadır. Gıdaya ve temiz su kaynaklarına erişimde yaşanabilecek küresel boyutlu krizler, çok çeşitli bölgesel ve küresel çatışmalara yol açacaktır.
Dünya nüfusunun artış hızını durdurmaya yönelik çeşitli ülkeler birçok program uygulayarak bu sorunun üstesinden gelmeye çalışmaktalar. Daha çok ekonomik geçiş süreci yaşayan Çin, Hindistan, Endonezya gibi ülkeler farklı stratejiler uygulayan başlıca ülkelerdir. Çin’de özellikle kentli ailelerin tek çocuk sahibi olması teşvik edilmektedir. Söz konusu politika ailelerce uygulanmadığında maddi ve manevi yaptırımlar devlet tarafından gündeme getirilmektedir. Yine 1970’lerde Hindistan hükümeti de Çin’dekine benzer bir kısırlaştırma politikası geliştirmiş ve bunun karşılığında kimi ekonomik teşvikler ortaya konmuştur. Ne var ki, halkın bu duruma isyan etmesiyle bu politika pek uzun soluklu olamamıştır. Bu şekilde dayatmacı politikaların başarılı olup olamayacağı ve bu geçiş ülkelerinde hızlı nüfus artışını engellemede işe yarayıp yaramayacağı tartışma konusudur. Aslında, direkt nüfus artışına odaklanan politikalar geliştirmektense bu artışı tetikleyen etmenlerin yok edilmesine yönelik politika ve stratejilerin benimsenmesi daha akıllıca olabilir. Fakirliği yok etme, halk sağlığına ve eğitime yatırım yapma, kadınların toplumdaki değerini arttırmaya odaklı politikalar çok da uzun olmayan vadelerde etkin bir nüfus politikası oluşturulmasına en büyük katkıyı sağlayacaktır.
Fakirlik ve gelir eşitsizliği alınan bazı önlem ve belirlenen bazı stratejilerle ortadan kaldırılacak gibi gözükmemektedir. Yine de bu olumsuz sonucu ortaya çıkaran öncül sebeplerin düzeltilmesi ve eğitim, sağlık gibi alanlarda gerekli yatırımların yapılması söz konusu problemi büyük ölçüde hafifletecektir. Gelir dağılımındaki eşitsizliklerin de giderilmesi benzer bir yolla olabilir. Hatta gelir dağılımındaki eşitsizlikleri olabildiğince giderebilmek nüfus dağılımını da dengeleyecektir ve böylece bir taraftan ekonomik gelişme sağlanırken diğer yandan da toprak bozulmasının en önemli dolaylı etkenlerinden biri asgariye inmiş olacaktır. Sağlık alanındaki gelişmeler bebek ölüm oranını kısa vadede azaltabilir. Bu gelişmelere bağlı olarak nüfus artışında bir patlama olacağını söylemek yanlış olur. Çünkü diğer sosyal ve ekonomik gelişmelerin de yardımıyla aileler çocuk sayısını arttırmaktan ziyade çocuklarını iyi yetiştirmeyi hedefler. 1970’lerden beri temel sağlık hizmetlerinde görülen gelişmeler, gelişmekte olan ülkelerdeki bebek ölüm oranını azaltmış ve toplam yaşam süresinin de uzamasına katkıda bulunmuştur. Yine de ülkeler arasında ve ülke içinde ekonomik konum ya da cinsiyet gibi değişkenlere bağlı olarak sağlık hizmetlerinden yararlanma konusunda eşitsizlikler mevcuttur.
Ataerkil bir toplum düzeninin, zihniyetin olduğu bir dünyada nüfus artışının kontrolsüz ve plansız bir şekilde artması gayet doğaldır. Kadının ötekileştirildiği, mal ve meta olarak algılandığı, cinsel bir objeye dönüştürüldüğü bir dünyada kadına yönelik çeşitli ayrımcılıkların olması da kaçınılmazdır. Bu ayrımcılığı ortadan kaldırmanın tek yolu kadınların eğitim seviyelerinin arttırılması, politikadan iş hayatına kadar birçok sosyal alanda aktivite kazandırılmasıyla olur. Son yıllarda bu bağlamdaki olumlu gelişmeler kayda değerdir. Ulusal kalkınma politikalarında kadınlara yer verilmesi, sivil toplum faaliyetlerinin içerisinde aktif rol almaları ve siyaset içerisindeki görev ve sorumluluklarının arttırılması örnek olarak verilebilir. Dünya nüfusunun yarısından fazlasını oluşturmalarına rağmen kadınlar yargı alanında, kamu yönetiminde ve özel sektörde gerektiği kadar temsil edilememektedir. Eğer kadınların yeteri kadar temsil edilemeyişi probleminin ekonomik gerilikle ve gelir dağılımı eşitsizliğiyle yakından alakalı olduğunu hatırlarsak, kadınların özel ve kamu yaşamında katılımlarının artmasında, ekonomik gelişmenin devlet ya da özel kurumlardan daha etkili olabileceğini söyleyebiliriz. Kadınların sürdürülebilirlik ve doğal kaynakların yönetimi bağlamında kalkınmaya katkıları artık daha geniş kitlelerce kabul görmeye başlamıştır. Hem ulusal hem de uluslararası fon programları kadınlara öncelik vermektedir. Birçok ülkedeki ulusal kalkınma stratejisi programları artık kadınların rolünü açıkça kabul etmektedir.
Bu farklılıklar gelişmekte olan ülkelerde daha belirgindir. Dahası, bu gibi ülkelerde kadınların beslenme ve sağlık standartları oldukça düşüktür. Mali kaynaklarının fazla olmaması ve çalışamama gibi nedenlerden dolayı kadınlar kredi ve diğer destek servislerinden faydalanamamaktadırlar. Kişi başına düşen gelir arttıkça nüfus artışı oranları da azalmaya başlar. Güney Kore’de nüfus artış oranı 1960-70 yılları arasında %2.4 iken bu oran 1990’da % 0.9’a düşmüştür. Bu düşüşteki en önemli faktörlerden bir tanesi şüphesiz ki çalışan kadın sayısının büyük bir hızla artmasıdır (Repetto, 1985: 131-6). Kadınların eğitim düzeylerinin artması ve bu yolla da onlar için daha geniş iş olanaklarının sağlanması çocuk sahibi olmanın fırsat maliyetini arttırır ve kadınların evliliği ertelemesi ya da istenen çocuk sayısını azaltması yoluyla doğum oranını azaltır. Diğer bir faktör de ailelerin eğitim düzeyinin artmasıyla ebeveynlerin zamanları iş ya da dinlenme zamanı olarak değerlendirilmeye başlar. Bu da daha kaliteli bir aile olabilmek adına aile büyüklüğünün küçülmesi sonucunu doğurmuştur. Böylece eğitim ve yetiştirmeye yapılan yatırım daha çok çocuk dünyaya getirme düşüncesini bastırmış olmaktadır.
Nüfus artışı çevre ve kalkınma için hem olumlu hem de olumsuz bir fonksiyona sahip olabilir. Nüfus artışı sayesinde alternatif kaynaklar bulunabilir ve teknolojik gelişim hızlanabilir. Diğer yandan da doğal kaynakların tüketilmesi kalkınma hızını ve çevresel kaliteyi azaltır. Tarımsal üretimi arttırmaya yönelik uygulamaların da toprak ve çevre kalitesine olumsuz yansıması nüfus artışının olumsuz yönlerinin olumlu yönlerinden baskın olduğunu göstermektedir. Hızla artan nüfusun altında yatan temel nedenleri belirlemek ve bunların üzerine gitmek daha büyük bir başarı elde edilmesini sağlayacaktır. Hızlı ekonomik büyümenin iş alanları yaratacağı ve gelir dağılımının dengelenmesi konusunda etkili olacağı hesaba katılırsa, nüfus artışı problemini daha kısa vadede çözmek için hızlı ekonomik büyüme önerilebilir. Elbette, alt yapı sorunları çözülmeden gerçekleşen ekonomik büyümenin çevresel zararları tartışılmazdır. Yine de, nüfus artışını çevresel bozulmanın tek sebebi gibi algılamak doğru değildir. Çevre bozulması birçok etmenin ve özellikle de dinamik durumlar karşısında iyi belirlenemeyen yönetim politikalarının bir sonucudur.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.