1. YAZARLAR

  2. Nasır Kurşun

  3. KARANLIK PENCERE
Nasır Kurşun

Nasır Kurşun

Yazarın Tüm Yazıları >

KARANLIK PENCERE

A+A-

 

 

Hakikatin bu denli gizlendiği bir çağda , anlaşılamayacağım tedirginliği , artık beni ürkütmüyordu. Kendimi bulamamanın hüznü gibi , arayıp ta yok oluşumu yok etmek için varlığımı göstermek zorunda bırakıldığım bir geceydi. Gece ile anlaşmıştım. Ben olmamın acizliği , bütün mukaddes topraklarda ağıtlarla karşılanmış olmalıydı...

 

Mavera'ya göçmenin hayali, kirpiklerim arasında tutsak kalmışlığım, beni geceye sürüklüyordu. Gündüzün arkasında , bir fare deliğini andıran küçük ama ürkütücü karanlık , bütün yılanları pusuya düşürmüştü. Resmi yalanlar birbiriyle boğuşurken adaleti yere düşürüp çiğnemişlerdi. Hayal perdesi altında durdukça , Kaf dağı ve Anka kuşu, efsaneyi kaybetmişti. En büyük yanlışın doğruya en yakın olan yanlış olduğu açık ve netti. Evet geceydi. Yok gibiydim. Gündüze ait şiirler yazamıyordum artık. Biraz dertli , birazda tedirgindim. Geceydi...

Ağlamaklı oluyordum , sesimin yankısı resmi zulümler altında kısılıyordu . İsyanın serin sularında yüzerken , başkaldırdığım bütün haksızlıklara düşman kesilmiştim. Derken odamda sigara dumanı arasında gezinen kelimelerle özgürlük türküleri mırıldanıp durmaya başladım. Ey Özgürlük...! Ulaşamadığım bütün yıldızlara , gecenin en köklü arkadaşlarına , ve yükseltilmiş dağlara haykırıyorum. Sen yoksan ben de yokum. Zihinlerin bulandığı bir gece...Gecenin üzerimde bıraktığı aldatıcı titreyişin, solunum cihazına bağlı kaldığımı ve yediğim her serumu kendi cazibemde yok saydığımı farz ediyordum. Siyahın cezbedici görüntüsü altında felaha ulaşmanın inancı birazda olsa rüyaların ciyazatına katkıda bulunuyordu. Karanlığı fazlasıyla içimde yaşarken, zifiriye aşık yarasa gibi geceyi okşamaya başlamıştım. Gecenin esirleri güneşin sıcaklığını ve ayın çekimini benim şiirlerimin sersem pınarlarından içiyordu. Hislerin olgunlaşması ,saatlerin geç diye adlandırdığımız vakitlerinde vazgeçilmezlik sınırlarını çiziyordu. Bense yanıp kavrulan düşüncelerimi , bir bardak saf suyun içinde zehir içer gibi kalbimin ve ruhumun direncini arttırmak için birer birer tekrara alıyor ve bu düşüncemden vazgeçmiyordum. Maveraya göçmüş gibiydim. Unutulmuştum, neden unutulduğumuda unutmuşlardı. Mezar taşımdaki ismim yavaş yavaş silinmeye başlamıştı. Adalet terazisi sahipleri sessizliğin suları arasında gezinip duruyordu. Ve ben zulüm gördüğüm iddasını bütün hakikatlerle birlikte istişare ediyor ve çözüm bulmaya çalışıyordum. Yorgun , bitkin , birde karasız bir rüzgârın üfleyişinden gelen esintide, kelimelerin birbiriyle anlaşamadığı , anlam noktasında zorluklar çekildiği görüşü havada bir yaprak gibi savrulmaya başlamıştı. Gazete başlıklarında gördüğüm modern puntoların , kalemin üzerinde gezdiği kağıt parçasıyla dertleşmesi beklenemezdi.

Gecenin saklandığı yerden kafasını uzatmış bir delinin , suskun kayalıkların , derin vadilerin , kurumuş ırmakların , terk edilmiş çıkmazların , karanlık ve belirsiz yatakların , alçak yamaçların , modern duvarların ve meçhul dağların gölgeleri altında , konuşmadan , sessiz bir çığlık koparacakmış gibi içimden mırıldanıp duruyordum. Dilimden çıkan her kelime , isimsiz ve şekilsiz sembolleri çağrıştıran , aforoz edilmiş düşüncelerin hikmetini ve hakikatini ifade ediyordu. Bunun üzerinden epeyce bir süre geçti . Ne kadar bir süre olduğumu bilmiyorum. Zaman geçmeyi bırakmıştı sanki. Sanırım zaman ölmüştü. Zamanı var eden bir kımıldanış değil mi ? Zamanı ölçen güneş , ay , doğum, batım , yerin ve göğün dönüşü değil mi ? Sanırım zaman geceydi. Sabahtan akşama kadar bir gece. Ve başladı ikinci yarım fikirler karmaşası...

Dağlar denizler ve insanlar yok oldu. Gökyüzü uzun bir kandırmaca dönüştü. Yıldızlar , galaksiler ve dönen gezgenler sürüklenmeye başladı. Uzun bir yolculuk birden mutlak bir gücün esiri oldu. Hak sahipleri haklarını istemeye geldi. Zafer anıtları diktiklerini zannedenler , aldanmış ve düşmanlarının safında yer aldı. Reel politik düşüncelerle yükselişi hedeflerken , toprağın esiri oldu. Ve her şey yeniden yorumlanmaya başladı...

Kılıçlar bir gencin suratına çekiliyor.

Savaş kervanına katılmış bütün aşklar.

Yok Adalet , yok Saadet.

Ses ? Hani bir ses ? Bağır çağır ? Nolur bir ses ?

Yok ki bir ses...

Güneşi avucuna almış bekliyor çığlıklar

Ey Özgürlük ...!

Yedi kıta , üç okyanus ardında bırakılmış bütün aşkların ve düşmanların ...

Palyaçolar eğlenmeye hazır.

Doğrular kaçak yaşarken , yanlışlar resmi dillerde alkışlanıyor.

Büyük , Güçlü hani kardeş?

Ezildi ve horlandı.

Çıkarlar uğruna bütün değerler harcandı....

 

" Dilce susup bedence konuşulan bir çağda biliyorum kolay anlaşılmayacak.

İsmet ÖZEL "

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.