Kahramanlıkla İhanet Arasında İnce
21 Marttan beri kuşkusuz zihinleri en çok meşgul eden konulardan biri, silahsız siyaset sürecine geçilip geçilemeyeceği mevzusudur.
Bahçeli'nin fiili mukavemete ilişkin çıkışı, üç yüzü aşkın aydının sürece karşı yayınladıkları bildiri ve kendilerini 'Türk milliyetçisi hukukçular' olarak tanımlayan dört avukatın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına sürecin aktörleri hakkında 'Türk devleti cumhuriyeti ve varlığını tehlikeye düşürmek, halkı kin ve düşmanlığa tahrik' suçlamasıyla suç duyurusunda bulunmaları şeklinde tezahür eden çıkışlar, silahların susmasına ve silahsız siyaset dönemine geçilmesine karşı olabilecek menfi gelişmelerin mukaddimesi sayılabilir.
Otuz yıllık savaşı durdurmak, savaşa göre kalıbını almış zihinleri ve yaşam biçimlerini rahatsız edeceği, endişelendireceği muhakkaktır. Karşı çıkışlar çok daha ileri boyutlara taşınabilir. Önemli olan hangi tarafın akıllıca hareket edip galip geleceğidir.
İşin bu noktasında ilginç bir kader ve akıbet ortaklığı dikkat çekmektedir. Karşıt pozisyonda gözüken sürecin aktörleri, başlattıkları süreçle ilgili ortak akıbeti paylaşıyorlar ve paylaşacaklar. Karşıtlıkla ortaklığın iç içe geçtiği bir sürece girmiş durumdadırlar. Süreç nasıl ilerlerse ilerlesin, neticesi aktörleri doğrudan ilgilendirecektir. Başarıyı veya başarısızlığı birlikte paylaşacaklardır. Bu aşamadan sonra, ortak akıbeti ve mukadderatı değiştirebilecek konumda da değildirler.
Aktörlerin başında Başbakan Erdoğan ile Abdullah Öcalan geliyor. İkinci kademede AK parti ile BDP'nin ilgili kurmayları ve üçüncü sırada da iki partinin tabanı ile PKK gelmektedir. Avukatların suç duyurusunda Başbakan Recep Tayip Erdoğan, Sadullah Ergin, Muammer Güler, Necdet Özel, Hakan Fidan, Selahattin Demirtaş, Pervin Buldan, Ahmet Türk, Sırrı Süreyya Önder, Ayla Akat Ata, Altan Tan, Aysel Tuğluk gibi isimlerin geçmesi, süreci yöneten aktörlerin ortak kaderi paylaşacaklarına dair göstergelerinden sadece biri sayılır.
Süreç başarıyla yürütülürse, sürecin bir numaralı aktörlerinden son sıralarda yer alanlara kadar, hakeza tüm barış yanlıları ve daha da önemlisi Türkiye'deki tüm halklar en azından kısa ve orta vadede kazanç sağlar. Bu kazanç, Ortadoğu'nun bir kısmına da sirayet edebilir.
Süreç başarısızlığa uğrarsa, Erdoğan'a Yüce Divan, Öcalan'a idam ve AK Parti ile BDP'ye kapatma yolu açılabilir. Bu sonuç, güçlü bir ihtimal olmasa da ihtimaller arasındadır. Hakeza tüm barış yanlıları ile ülke büyük kayıplara uğrayacak, felaket günlerine geri dönülecektir. Aynı şekilde bu menfi durum, belirli ölçüde Ortadoğu'nun bir kısmına da sirayet edecektir.
Bu bakımdan başlatılan silahsız siyasete geçme süreci çok hayati bir önemi haizdir. Sürecin bir numaralı aktörleri, sanırım bu ehemmiyetin farkındadırlar. Bütün zorluklara rağmen bu süreci başarıyla götürmek zorundadırlar.
Peki sürecin aktörleri, istedikleri sonucu alabilecek güce sahipler mi?
Bence evet. Çünkü (I)Tayyıp Erdoğan kendi partisi ve tabanı üzerinde iyi bir kontrole sahip ve hakim. (II)Öcalan da kendi tabanı üzerinde hakim. (III)Çok güçlü bir toplumsal destek var. (IV)Süreç karşıtlarının eli çok güçlü değil.
Mevcut güç dengeleri dikkate alındığında, süreci karşıtların engellemesi ihtimali zayıftır. Eğer süreç tıkanır veya geri teperse bu, karşıtların çabasından çok tarafların birbirlerine menfi yaklaşımlarından olacak. Yani süreci başlatanlar yine süreci tıkamış olacaklar. Böyle bir riski alabilirler mi? Eğer akıbetlerini düşünür ve akıbetlerinin ortak başarılarına bağlı olduğu gerçeğini gözetirlerse, hayır.
Sürecin aktörleri kahraman olmakla yargılanmak arasında tercih yapacaklar. Barış adamları olarak tarihe geçmek, tarihin güzergahında güzel değişiklikler yapmak, tarihi mesirde müessir olmak istiyorlarsa, süreci kararlılıkla ve başarıyla götürmek zorundadırlar, yoldaki tıkanıklıkları aşmak mecburiyetindedirler.
Yargılanmak, ihanetle suçlanmak istiyorlarsa süreci akamete uğratabilirler. Çünkü başarısız oldukları ve yenildikleri taktirde hakim gelecek olanlar tarafından hain olarak tarih kitaplarına geçecekler; Adnan Menderes gibi. İade-i itibar için de belki bir elli seneye daha ihtiyaç duyulacak.
Tarafların birbirini aldatma şansı da yok. Elbette potansiyel olarak devletin aldatma gücü daha fazla. Hangi taraf böyle bir yaklaşım gösterirse, sonucuna yine birlikte katlanmak durumundadırlar. Bir tarafın yanlış yapması, öteki tarafı kurtaramaz. Aktörlerin kaderi, izleyecekleri yola bağlanmış durumda.
İçeride ve dışarıda pusuda bekleyenler de unutulmamalı.
Birbiriyle ilintili olan silahsız siyasete geçme ve yeni anayasa konuları ve de yukarıda işaret olunan tehlike ve başarı, AKP ve BDP arasında stratejik bir ortaklığı zaruri kılıyor. Yıllardan beri bu iki partinin yardımlaşma ve dayanışma içinde olması gerektiğine inandım ve zaman zaman da yazdım. Gelinen noktada bu stratejik ittifak kaçınılmazdır. Çünkü başka çıkış yolu yok. MHP ve CHP ile ne barış gelir ne de yeni anayasa yapılabilir.
Kuruluş felsefesi itibariyle de AKP ve BDP statükonun muhalifi ve yeni düzen taraftarı olan iki partidir. Diğer iki parti ise, kuruluş felsefeleri itibariyle statükocu, değişime kapalı, vesayetçi, tepeden dayatmacı ilke ve düşüncelere sahiplerdir.
AKP ve BDP arasında olması gereken stratejik ittifakı bugüne kadar geciktiren en önemli meselelerden biri, sanırım din konusundaki konumlanmaları idi. Bu farkın giderilmesi gerektiğine ilişkin bazı olumlu gelişmelerin olması veya sürecin bu farkı azaltmayı dayatması sonucu olsa gerek ki, stratejik ortaklığa doğru bir gidiş süreci yaşanıyor. Bu süreci ilerletmekten başka seçenekleri de kalmadı. Aksi bir yaklaşım, iki tarafa çok ağır faturalar ödetecek.
Savaşı kazananlar gibi barışı kazananlar da kahraman olur. Hakeza savaşı kaybedenler gibi barışı kaybedenler de ihanete varıncaya kadar suçlanabilir ve yargılanabilir.
Barışın ve barış yanlılarının başarılı olması doğru olandır.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.