Dünya durmuyor, tabi ki insanoğlu da…
Her geçen gün bir önceki günden bir adım öteye ilerleme çabasında olduğumuz ve bu ilerleme karşısında bazı değişikliklere gittiğimiz muhakkak bir gerçektir. İlerleyen teknoloji, gelişen piyasa, sosyal platformlar vb. alanlar insanın sürekli aynı zihin yapısıyla hareket etmesine mani olmakta, kendi gelişme ve büyüme hızına iştirak etme zorunluluğunu dayatmaktadır.
Aslında mesele insanoğlunun gelişmesinde değil, ne için ve nereye doğru evirildiğindedir. Aslında çok küçük ve klişe gibi gelebilecek bir örnekle açıklayabiliriz bu durumu; teknolojinin vardığı seviyenin hepimiz farkındayızdır, gelişen arabalar, devasa uçaklar ve gemiler, uzaya gönderilen araçlar… Evet, işte bu noktaya çıkmış bir teknolojiye sahip insanoğlu. Fakat bu gelişen teknolojinin bizimle aslında nasıl oynadığının farkına varmamız çok zor olmamalı çünkü bir telefon markası ürettiği bir ‘’x’’ modelini belirli zaman aralıklarıyla geliştirip bir üst modelini daha yüksek fiyata önümüze sunmaktadır. Buraya kadar her şey normal gözükebilir fakat düşünmemiz gereken şu ki, dünyanın en büyük sektörlerinin başında gelen bu telefon şirketleri bir modelin sadece tuş yerlerini veya boyutunu değiştirerek sürekli yeni bir ürünü daha yüksek bir fiyatla satması ne kadar dürüst bir ticarettir. Daha da vahim olan bu yapılan sömürü teknolojisine ne kadar destek verdiğimiz… 2018 yılında sadece birkaç büyük şirketin toplamda 1 milyar adet telefon satışı yaptığının farkında mıyız? Hele ki bu satılan her bir ürünün fiyatı yaklaşık bir ailenin aylık kazancından fazla olması çok daha büyük bir utanç kaynağıdır. Ve ne yazık ki bu sektör hayatımızdaki en masum aldanışlarımızdan bir tanesi konumundadır.
Otomobil tutkunluğu, moda, spor holiganlığı gibi birçok unsur ne yazık ki yaşamımızın vazgeçilmezi hatta idamesi için zorunlu bir vaziyette önümüze sunulmakta. Bir ulaşım aracının binlerce insanın geçimini çok uzun süre sağlayabilecek bir fiyatla satışa konulması, sırf kullanılması tehlikeli olan hız sınırları için değer mi? Veya sırf farklı görünmek için her gün yeni bir kıyafet giymek şart mı? Tuttuğumuz takım için bir başkasının kalbini kırmaya veya gösteriler yapıp rahatsızlık vermeye hakkımız var mı? Biz her ne kadar farkında olmasak da hayatımızı kolaylaştırdığını sandığımız teknoloji, statümüzü belirlediğini sandığımız kıyafetlerimiz, eğlenceli saydığımız holiganlığımız, bizleri sadece dünyevi arzulara ve ben merkezli bir bakış açısına itmekte, önüne koyulana razı gösterip hazıra konmaya alıştırmaktadır. Yaşadığımız coğrafya ve gerekse de küresel olayların farkında olmamızı engelleme amacıyla oluşturulan bu akımlar, bizi Müslüman bilincinden çıkarma ve duyarsızlaştırma amacından başka bir şey değildir. Hep en iyisine ulaşmaya arzu ettiğimiz takdirde asla en iyisinin sonu gelmeyeceğini anlayamamamız bizi bu döngüden çıkartmayacak ve Allah(c.c.)’ın bizden beklediği dünyevi yaşamı kurmaktan alıkonacağız.
Müslümanın görevi sadece ibadet etmekle kalmamakta, insanlığı ilgilendiren her alanda gelişmek, öğrenmek ve sorumlu olmakla da ilişkilendirilir. Batının yahut diğer birçok küresel gücün sofrasından yediğimiz sürece bu sofrada hep misafir olacak ve umduğunu değil bulduğunu yemeye devam edeceğiz.
Bilim bize şunu der; ‘’ hiçbir şey yoktan var edilemez, vardan da yok edilemez (termodinamiğin birinci yasası)’’. Müslümanların ilk günden beri haykırışları, bilimin temel yapı taşlarından biri haline gelmiş vaziyettedir, ancak bilimi bir tebliğ amacı haline dönüştürme fırsatını kullanmayan Müslümanlar bundan hesaba çekilmeyeceklerini mi sanırlar? Bilim bize bir şey der; ‘’her bireyin kendine özgü parmak izleri vardır ve asla bir insanın başka bir insanla parmak izleri aynı olamaz’’. Bir yüzyıl önce keşfedilmiş bir yaradılış mükemmelliği aslında 14 yüzyıl öncesinden bizlere indirilmiş Kuran-ı Kerim de zikredilmiştir, “İnsan zanneder mi ki ölümünden sonra Biz kemiklerini toplayıp onu diriltmeyeceğiz? Evet, toplarız, hem de parmak uçlarına varıncaya kadar eski halinde düzenleriz!”(Kıyamet, 75/3-4). Aslında açtığımız her kapı bize Allah’ı anlatır. Her nesne, madde, canlı veya cansız varlıklar, her şey bize Allah’ın bir kanıtı ve nimetidir.
Ancak farkına varmalıyız ki batı menşeli güçler, topluluklar ve devletler biz Müslümanların pasifliğinden faydalanmakta ve bizim lehimize olan tüm araçları kendi amaçları doğrultusunda pazarlamakta ve buna bizleri alıştırmakta hatta beyinlerimizi yıkamaktadır.
Asıl korkunç durum ise dinimiz, değerlerimiz, gelenek ve göreneklerimizin asimile edilmesini arzulamakta olan güçler, modernizm adı altında, teknoloji, medya, spor ve moda benzeri unsurlarla daha küçük yaşta beyinlerimizi yıkamaya başlayıp yenilikçilik, gelişmişlik ve modernleşme adı altında özendirme politikasıyla bizleri piyonlaştırmaktadır. Kendilerine ait medya kuruluşlarıyla bilinçaltımız da hiç de gerekli olmayan ihtiyaçlar doğurarak bizleri yönlendirmekte, ilgi alanlarımızı değiştirmekte ve adeta bizleri köleleştirmektedirler. Neye ne kadar ihtiyacımızın olduğuna kendimiz karar verememekteyiz.
Durum bu hale gelmişken yapmamız gerekenleri sorgulamaktan kaçmamalı, birer Müslüman olarak Allah’ın bize nimet olarak sunduğu ve emrimize verdiği bu döngüyü insanoğluna fayda sağlayacak şekilde kullanmalı ve hüsrana uğramaktan kaçınmalıyız. Unutmamalıyız ki biz Müslümanlar eğitilmiş, gelişmiş ve öncü kullar olmak mecburiyetindeyiz. Eğer bizler gelecek nesillere değerlerimizi aktarmak istiyorsak, batı özentiliğini bırakıp kendi değerlerimizi haykırmaktan kaçınmamalı ve rol model olmalıyız.
Bunu yapabilmek için yapmamız gerekenler kanaatimce şunlardır, var olan bilim, sanat, kültür vb. alanlardan uzak durmak yerine ortak olmalıyız. Yanlış amaçlar için araçsallaştırılmış bu alanlarda varlığımızı güçlendirip doğru amaca hizmet ettirebilmeliyiz. Tüm insanlığa gelmiş dinimizi tebliğ etmenin yollarından biri budur. Hele ki günümüz de genç nesillerin birer birer yanlış fikir, düşünce ve ilgi alanlarına kayıp kendi değer yargılarından vazgeçmelerini önlemek ve onların aslında barışı, huzuru, adaleti ve okumayı emreden dinimizin değerlerini kavramaya meylettirmeliyiz. Eğer biz insanlıktan geri kalmaya devam edersek ne yazık ki hızla artan asimilasyonlar git gide daha çok insanı ateşe atmaya devam edecektir. İnsanlıkla aynı dili konuşmaya ve bunu yaparken de tebliğ metodunu kullanmaya başlamamız gerekmektedir. Unutmayalım ki biz boyun eğen ve yönlendirilmeyi kabul edecek inanlar olursak mutlak hüsrana uğrayanlardan oluruz. Başkalarının sofralarında bulduğumuzu yiyeceğimize, kendi soframızda misafir ağırlamalıyız.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.