Akli Lezzet
İnsanların önemli bir kısmı görülebilir, işitilebilir, yiyilebilir, koklanabilir ve dokunulabilir lezzetleri en büyük lezzet olarak algılar. Lezzeti; yemek içmek, giyinmek, görmek ve dokunmaktan kaynaklanan zevklere münhasır kılar. Zahiri ve hissi olarak tanımlanan bu lezzetin dışındakileri değersiz, hayali veya gerçeklikten uzak olarak sanır.
İbn-i Sina, İşarat adlı eserinde bu konuyu işler, lezzeti hissi, batıni ve akli diye üçe ayırır ve hissi lezzetin birincil olmadığına dair üç delil getirir:
Birinci delil: İnsanın, batıni lezzet için maddi lezzetlerden vazgeçmesi. Örneğin santranç ve benzeri bir yarışmada birinci olabilmek için yeme-içme, gezme ve eğlenmeden vazgeçebilmesi gibi. Demek ki, batıni lezzet, hissi lezzete üstünlük sağlıyor.
Günümüzden örnekler verirsek, dünya kupasında birinci olabilmek için bir futbol takımının, şarkı yarışmasında birinci olmak için bir sanatçının, üniversite sınavında birinci olmak için bir öğrencinin hangi hissi lezzetlerden vazgeçebildiğini anımsamak, konuyu güncelleştirmeye yeterli gelebilir.
Elem de böyledir. Çoğu zaman manevi elem, maddi ve hissi elemden çok daha acıtır insanı ve uzun sürer acısı. Örneğin bir insanın onurunun ayaklar altına alınmasından duyduğu acı, silahla vurulup yaralanmasından çok daha etkili ve uzun süreli olabilir.
İkinci delil: Bazen insan, kendisinin ihtiyaç duyduğu elindeki yemeği veya başka bir şeyi, yanı başındaki bir muhtaca veriyor ve bu fiilinden lezzet alıyor, batıni lezzeti hissi lezzete tercih ediyor.
Üçüncü delil: Eğer gerçek mutluluk ve lezzet yeme-içme, gezme, cinsel duyguları tatmin etmeden ibaret olsa, hayvanların en mutlu ve en değerli varlıklar olması gerekir ki, böyle bir anlayış insanın şanına yakışmaz.
İbn-i Sina, batıni lezzetin varlığını ve zaman zaman hissi lezzete ağır bastığını söyledikten sonra lezzet ve elemi tanımlıyor. Lezzet, hayır olan şeyi idrak etmektir. Tabi ki, idrak edenin salim olması ve lezzeti idrakine bir engelin olmaması koşuluyla. Elem de şer olanın idrakidir. Bu hayır ve şer değişken ve görecelidir. Örneğin insanın iştah duyguları için hayır, yemek ve içmek iken gazap duyguları için galip gelmektir. Akıl için hayır olan ise ‘Hakk’tır.
İbn-i Sina, batıni lezzetin hissi lezzetten ve akli lezzetin de batıni lezzetten daha üstün olduğunu ifade ediyor.
Akli idrak, gerçeklerin künhüne ulaşabildiğinden, hissi idrak ise yüzeysel kaldığından, akledilebilenlerin (makulat) sınırsız, hissedilebilenlerin (mahsusat) sınırlı ve yüzeysel olmasından dolayı akli idrak hissi idraktan çok daha üstündür. Ve açıktır ki, akıl ile idrak edilenler, his ile idrak edilenlerden daha değerlidir. Aynı şekilde akli idrak vehmi ve hayali idrakten de üstün olduğu için akli lezzet batıni lezzetten daha kıymetlidir.
Bu tür bir bakış açısına sahip olanların lezzet, zevk ve mutluluk anlayışının, lezzeti maddi olanda arayanlardan farklı olacağı açıktır. Kimileri mabud ve maşuk karşısında öyle bir yere gelir ki,
“An kes ki, tora şınaht, can ra çı koned?
Ferzend u iyal u hanıman ra çı koned?”
(Seni tanıyan canı ne yapsın?
Çocuk, aile ve evi ne yapsın?)
der ve daha da ileri giderek “her do cihan ra çı koned” (her iki dünyayı ne yapsın?) noktasına varır.
Noksan ve sathi olan maddi lezzetlerle iştiğal edenler ile akli lezzetlerle meşgul olanlar arasında idrak farkı kaçınılmazdır. Birinci kesim ikinci kesimi yanlış anlayabilir veya anlamakta güçlük çekebilir ama ikinci kesim birinci kesimi anlar. Çünkü ikinci kesim hem maddi lezzetleri hem de akli lezzetleri tecrübe etmiştir lakin birinci kesim akli lezzetlere dair tecrübeden yoksundur. Bu nedenle akli lezzete ulaşanlar, maddi ve vehmi lezzet sınırlarını aşamayanların eleştirilerini ve zaman zaman tahkir ve dışlamalarını ve hatta fiili saldırılarını mazur görürler. Sehl-i Testeri’den sormuşlar, “kiminle sohbet edelim” diye, “ariflerle” demiş. “Çünkü onlar hiç bir şeyi gereksiz görmezler. Her fiilin, onların yanında bir tevili vardır. Her durumda seni mazur görürler” diye de eklemiş.
Tabi ki bu mazur görme, insanların idrak derecesi ile ilgilidir. Bilerek yapanlar, bilmeyerek yapanlardan ayrılır. Hallac-ı Mansur taşlanırken ses çıkarmaz ama Şebli de ona bir çamur atınca ’ah’ der. Sebebi sorulunca, “beni taşlayanlar bilmeden yapıyorlar ama atmaması gerektiğini bilen birinin atması canımı acıttı” der.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.