1. YAZARLAR

  2. Mehmet Taş

  3. YİTİRDİĞİMİZ DEĞERLERİMİZ-3: ÜLFET
Mehmet Taş

Mehmet Taş

Yazarın Tüm Yazıları >

YİTİRDİĞİMİZ DEĞERLERİMİZ-3: ÜLFET

A+A-

 

 

 “Ve onların kalplerinin arasını uzlaştırdık. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların kalplerinin arasını uzlaştıramazdın. Fakat Allah onların arasını uzlaştırdı. Çünkü O, daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Enfâl sûresi,6)

 

“Mümin ülfet eder ve kendisi ile ülfet edilir. Ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet edilmeyen kimsede hayır yoktur. İnsanların en hayırlısı insanlara yararlı olandır.” ( İbn Hanbel, Müsned, II, 400)

Ülfet: İnsanlarla uzlaşma, kaynaşma, barış içinde yaşama anlamında ahlaki terim. (TDV, İslam Ansiklopedisi, C.42, S.286)

Eğer fıtrata herhangi bir dış müdahale yok ise, eğer kişi yaratılış kanunu çerçevesinde “qal” ve “hal”ine yön ve şekil veriyor ise; o kimse ülfet üzeredir demektir. Ama ne yazık ki, çoğu zaman ve mekânda, hal ve durumda insan kendisini fıtratı yıkıcı/bozucu dış müdahalelere açık hale getiriyor ve kişi bağileşiyor, asileşiyor… "Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler" (Rûm, 30)

İşte inanın gerçeği budur. Arı, duru ve saf haliyle insan; İlahi fıtrat üzeredir. “Fakat insanların çoğu bunu bilmezler!”   şerhi, insanın özgürlüğüne ve özgünlüğüne bağlıdır. Aslı itibariyle insan özgürlük ve özgünlüğünü, idrak ve iradesini hakka hasretmelidir. Ki insan olarak insaniliğini koruyabilsin, geliştirebilsin; saplantılara düşmesin…

Kişi, kendisini fıtrata mugayir mecralara salmasın diye veya saldıktan sonra dahi aklını başına devşirsin diye Âlemlerin Rabbi zaman zaman birtakım müdahalelerde bulunmaktadır. “Ve kalplerinin arasını uzlaştırdık…” ilahi vecize, sonsuz kerem sahibinin bir müdahalesi olarak telakki edilebilinir. İnsanlar arasında gerçek manada uzlaşının olması, kalplerin birbirine ısınması, ülfet ve ünsiyetin var olması, elbette ki para-pul ile var edilecek, kazanılabilecek bir şey değildir. Zira ayeti kerimenin devamında bu gerçek şu şekilde vurgulanmaktadır; “Sen, yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların kalplerinin arasını uzlaştıramazdın.” 

İnsanın gücü veya dünyalık herhangi bir güç, kalplerin içine nüfuz etme imkân ve kabiliyetine asla sahip değildir.  Düşünelim ki, cahiliye dönemi “Evs ve Hazreç” kabileleri arasında yıllardan beri var olan kin, düşmanlık ve kan davalarına rağmen; kardeşler olu veriyorlar. İşte bu kardeşliğin gerçeklemesine hiçbir dünyalık/dünyevi gücün, kudretin gerçekleştirebileceği bir mesele değildir. Bu ancak ve ancak Rabbi Rahmanın kalplere verdiği/vereceği ülfet ile mümkün olan/olabilecek şeydir… Öylesine bir ülfet ki; bu daha da ilerleyerek tam bir ünsiyet halini almıştır. Bir arada olmak, kardeşler olu vermek, can ciğer haline gelmek… Bu ülfetin vukusu, dünyevi herhangi bir kaygı, çıkar veya zorunluluktan, bir gereklilikten dolayı gerçekleşmemişti! Bu ülfetve de ünsiyet, o insanlarda yürekten bir haz, yürekten bir sevgi olarak kendisini gösteriyordu. Toplum içinde veya kişiler arasında; hangi kabileden olursa olunsun, hangi ırktan olursa olsu, hangi bölgeden, ülkeden, kültürden, gelenek veya görenekten, renkten veya dilden olursa olsun; tam anlamıyla bir kardeşlik gerçekleşmişti. Bu ilahi ülfet gerçeğidir ki; cahiliye toplumundan yepyeni bir medeni toplum oluşturuyordu. Öylesine bir güzellik ki; o cahiliye toplumundan topyekûn insanlığa yepyeni ve aydınlık bir yön vermekteydi. O fıtrat ki, insanı “xalqen” ve “xulqen” ahseni taqwim kılmıştı. Öylesine bir devinim ve terakki ki; dünya tarihinde eşi, benzeri ne görülmüş ve ne de duyulmuştu….

Rahmanın kılavuzluğunda şekil kazanan bir toplum, elbet ki her türlü toplumsal risklerden, marazlardan, afetlerden emin olacaktır. Zira Rahmanı’ın dininin adı İslam/selamdır. Her türlü tehlikelerin, çirkinliklerin, bağnazlıkların, haksızlıkların olmadığı bir hayat şekli… Bu Rahmani hayat ölçüleriyledir ki; insanlar, aralarındaki kin ve düşmanlıklardan, bencillik ve tarafgirliklerden, hile ve oyunbazlıklardan arınmış olacaktır. Zira insanlar arasındaki tüm ilişkilerin temelinde, Rahmanın ölçüleri olacaktır ki, O’nun ölçüleri insanı bu gibi hal ve hareketlerden arındırmakta, beri kılmaktadır…

 Yaratılış fıtrat ki, tam anlamıyla bir ülfet ve ünsiyet üzere olmayı zorunlu kılar. Her bir Müslüman, kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için de istemek durumundadır. Bu haslet; bir bakıma ülfetin anahtarıdır. Müslüman, insanların kendisinden emin olduğu kimsedir. Ki, bu da ülfet için temel bir kaidedir. Mümin kimse aynı zamanda adil olmak durumundadır. Müslüman vefalıdır, yardımseverdir, müşfiktir, samimidir; “ard”ları olmayandır… Ki bütün bu hasletler ülfetin insanlar arasında yeşertecek birer hayat suyu mesabesindedir. Müslüman kıskanç, kindar, oyunbaz, gaddar, hokkabaz… değildir, olamaz. Müslüman yalan söylemez, dedikodu yapmaz, kin gütmez...   Müslüman, hakkı ayakta tutan, gücü yettiğince de haksızlığa karşı mücadele verendir. Evet, bu hasletleri daha da sıralayabiliriz ki, bütün bunlar Müslümanlar için olmazsa olmazlarıdr. Bunlar ülfetin, ünsiyetin, muhabbetin, güvenin,  huzurun, itminanın toplumsal bazda hayata yön verecek şulelerdir.

Eğer bu ülfet ve ünsiyet yok ise, Müslümanlarda ciddi manada sorun var demektir. Ülfet ve ünsiyet elbette ki Müslümanlar açısından en başta Rabbi Rahman ile olmalıdır. Müslüman’ın, O’nun la hemhal olmaktan, O’na yakın olmaktan, O’na teslim olmaktan mutluluk duyması, huzur bulması, itminana ulaşması gerekir. O’nun la kurulan ünsiyet ki,  bilahare insanlara da yansıyacak, insanlar arasındaki sevgi, güven, huzur ve mutluluğun gelişmesini sağlayacaktır. Bu ülfet ve ünsiyet iledir ki, insanlar birbirine aşina olacak, fıtratın anlam ve öneminin marifetine varacaklardır.

Ne yazık ki diğer İslami hasletlerimizi, hazinelerimizi yitirdiğimiz gibi, ülfet hasletimizi de nice zamandır yitirmiş durumdayız. Haliyle toplumsal çıkmazlara, toplumsal çözülmelere, toplumsal inhiraflara maruz kalmaktayız. Rabbimizin emniyetini maazallah bırakarak; başkaca şemsiyelere sığınma, güven ve huzuru başkaca minhaclarda arama gafletine düşmekteyiz. Şayet tepki verenlerimiz olsa da, bu tepkiler çok cılız, çok kısık kalmaktadır.

Bir yanda İslam’dan kaçarcasına yanlışlıklara sapmalar yaşanırken; bir yanda da güya İslami anlayışımız (!) konusunda sapmalar yaşanmaktadır. Sadece bir örnek olsun diye parmak basmak istediğim nokta ki; uzletvari bir hayatı İslami hayat anlamında tercih etmeler; Müslüman’ca yaşamanın gir gereği gibi telakkilere saplanmalar yaşamaktayız. Bir köşeye çekilerek, toplumsal hiçbir sorumluluk almayarak, toplumdan uzak kalınarak güya kendimizi kötülüklerden sakındırmaya çalışmaktayız. Bilinmelidir ki; Müslüman’ın kesinlikle toplum içinde yaşama, emri bil maruf ve nehyi anil münker gibi ağır bir sorumluluğu vardır. Tolumun dertleriyle hemdert olma, sevinç ve sıkıntılarını paylaşma gibi bir sorumluluğu vardır. Yine unutulmamalıdır ki; çoğu zaman bu sorumluluk bir namaz kadar, bir oruç kadar ve belki daha da fazla bir değere sahiptir. “Müjdeleyiniz, tiksindirmeyiniz. Kolaylık gösteriniz, güçleştirmeyiniz.”(Buhari, İlim-11)  

Rabbim, idraklerimizi açık, ferasetimizi ince, irademizi güçlü, istikametimizi sahih kılması dua ve dileklerimle…

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.