1. YAZARLAR

  2. M. Latif YILDIZ

  3. Yeni Bir Siyaset
M. Latif YILDIZ

M. Latif YILDIZ

sorgu / yuksekovahaber
Yazarın Tüm Yazıları >

Yeni Bir Siyaset

A+A-


30 yıldır sonucu hesaplanmayan amacı belirsiz öyle ucube bir siyaset güdülüyor ki sürekli aynı yere dönüp duruyoruz. Gençlere üzerine kurgulanan operasyonlar ”5, 8, 14, 21, 26, 36 ölü ele geçti” diyen ölümü sayısala döken zihniyet için James F. Darke’e ne demiş: “ Bir siyasetçi gelecek seçimi, bir devlet adamı gelecek kuşağı düşünür.” Toprağa düşen bunca gençten sonra “Kürtlerin bütün hakları verilecek” sözleri “Kürt medeniyet dili mi?” Cümlesine dönüşünce annelerin yüreğine düşen kor ateşi kopan fırtınaları hiç söner mi?  

Operasyonar boyuttan çıkmak için MİT’in KCK ve PKK ile yaptığı gizli görüşmeler sonucu kopan kıyameti günlerdir hep birlikte ibret ve dehşetle izliyoruz. Ölmek ve öldürmeyi ret eden yapıyı bulmak sanki o kadar kötüymüş gibi “insanlık bitmiş mi” çağrışımını sizde de uyandırmıyor mu?  

Yaşanan acılar öyle bir boyuta geldi ki çekilenler hukuktan çok siyasi olduğu kesin. Aydın, yazar, çizerden sonra savunma yapan avukatlar, haber ve yorum yapan gazetecilerden slogan atanlar bile terör suçlusu sayıldı. Anayasamızdaki İfade hakkı, haber alma ve haber verme hakkı, örgütlenme ve çalışma hakkı; iletişim hakkına ne oldu? Hukuk yalnız insanlar için değil devletin kurumları için bile rafa kalkarak siyasi bir konuma girdiğine dair izaha bile gerek yok. MİT olayı ile
anlaşıldı ki “Kürd” meselesinin çözmek isteyenin unvanı ve mevkisi ne olursa olsun tasfiyeye mahkumdur.

HASTALIĞIMIZ

Barış için arayışa giren ( net bilmiyoruz, belki karıştırmak için) kurumun adı MİT olsa bile; ölmeye ve öldürmeye karşı koyan kim olursa olsun susturulmak isteniyor. Soruna el atan bazı medya mensubunun sesi kısılıyor. Dünyada en fazla tutuklu gazetecinin bizde olması tesadüf mü? Barış ve çözüm isteyenleri engellemek ahlaken, siyaseten hastalıklı halimiz derinleştiren; adaleti etkisizleştiren, insani değerleri engelleyen bu tavrın acil olarak tedaviye ihtiyacı olduğunu ortaya koyan belirtiler değil de nedir?

Girdiğimiz çıkmazı sakin, ölçülü, ön yargısız, öz eleştiriyle iyileştirmek yerine her gün yeni bir kriz çıkararak 30 yıldır insanlarımızı, kurumlarımızı, siyasilerimizi, aydınlarımızı ve medyamızı bu kadar yormaya hakkımız var mı?

Bizi gerçeklerden soyutlayan dil ve davranışlardan kurtulmamız için TC, MİT, PKK, KCK, Türk, Kürd fark etmez toplumsal bir rehabite ve tedaviye ihtiyacımız yok mu? Savaş, Operasyon, saldırı, çekişme, itişme, kavga, dövüş ile kirlenen çevremizde medya - iktidar, medya - devlet hastalığı istisnasız bütün medyaya bulaşınca topyekûn hastalıklı halimizle tedaviye muhtaç hale gelmedik mi?

SÖYLEM ÇELİŞKİSİ

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın bütçe görüşmelerinde Mecliste ve sonraları yaptığı “Kürd” hakları açıklamasında icraat ve söylem çelişkileri çok beklemeden ortaya çıkınca siyasete inancı olanları sarsıyor. Mesela günler önce Arınç: “ Kürt meselesi veya Kürt kimliği, üç sene önce, yirmi sene önce, otuz sene önce ortaya çıkmış değil.  Kürdlerin varlığı bin senelik bir gerçek. Bunu inkar edemezsiniz. ‘Ben Kürdüm’ diyen bir insanın bu ülkede hepimiz kadar hayat hakkı, bilgi, dil, eğitim, kültür, kimlik hakkı ne varsa vereceğiz. Bizim cebimizden vereceğimiz bir şey değil. Kimliği inkâr etmek o insanı inkâr etmektir. İnkâr ederseniz 1980 öncesine dönüş yaparsınız. Kürtleri tanıyacak, haklarını da tanıyacaksınız. Kim ne varsa bu topraklar üzerinde o kimliğe saygı duyacağız, o kimliğin bütün kültürel haklarını vereceğiz. Bu ulufe, bağış değil” diyor. 

Arınç’ın söylemi devlet ağzıyla Meclis çatısı altında inkârın edilemez, geri dönülemez bir mevkide ifade edildi. Ancak TV programında ifade ettiği “Kürtçe bir medeniyet dili mi” söylemi ile Meclis kürsüsünün ciddiyetini, önemini, güvenirliğini yerle bir etti. Tabii siyaseti de ayağa düşürdü. Kürdler de kimlikleri tanınacak diye umutlanırken tam bir şok yaşadılar. 

30 yıldır Demirel’den Özal’a, Baykal’dan Erdoğan’a; Arınç’ın söylemine benzer o kadar şey Kürde söylendi ki, artık Kürtleri icraat olmadan kimseye inanacak halleri kalmadı.

Her seferinde söylemler ile fiiliyat bir birini tutmayınca Kürd halkı “Göz boyama”  “oyalama”, “aldatılma” noktasına gelmişken MİT olayı barışın kalbine hançer gibi saplandı. Bu da on yıllarca bir daha barışın gündeme gelmeyeceği endişesini yarattı.  

Meğer düz ovada siyaset yapan ve milyonlarca Kürd halkının oylarıyla seçilen Milletvekilleri, Belediye Başkanları, İl ve Belediye Encümen üyeleri ile binlerce siyasetçi, gazeteci, avukat, aydın, BDP’nin aktif yöneticileri, gençlik kolları, taraftarı, sevenleri, hatta oy atanlar hukuki ve yasal hiçbir gerekçe yokken tutuklananlar iddialar doğruysa meğer bir kumpasa gelmişler. Meğer Arınç ve Atalay’ın “yeni paket” söylemi koca bir senaryoymuş.

30 yıldır Kürd sorununda seçilmişler ile atanmışlar arasında seyreden çelişki, MİT olayı ile devlet, yargı ve AKP içinde Kürd sorununun çözümünde görüş farklılığında uçurum olduğunu kamuoyuna yansıttı. Bu tespitlerden sonra Arınç’ın söylemlerinin hiçbir önemi kalmıyor. Oysa Mecliste ve TV de konuşan herhangi biri değildi. Çözüm için buluşan MİT de herhangi bir kurum değildi.

GELDİĞİMİZ YER ORTADA
Son 30 yıldır dış ve iç siyasetimizi Kürd sorunu belirliyor. Devletin her ne kadar sorun olarak görmek istemiyorsa da her şey Kürt sorunu çerçevesinde şekilleniyor. Hakan Fidan ve Oslo görüşmeleri ile her şey yeterince açığa çıktı ki devlet yalnız Kürdler ile savaşmıyor, kendi içinde süren bir savaş veriyor.

Meşru olmayan İddia o ki MİT; PKK ve de KCK içine sızmakla kalmamış yönetiyor muş. Bu da devlet, hükümet, MİT, polis, asker, yargı kurumlarını karşı karşıya getiriyor muş. Kavga büyük, sonuç ne olur Allah bilir. Bizim bildiğimiz 75 milyon artık çok yoruldu.

Askeri darbelerden çok çeken bu millet, siyasi ve yargı sivil darbeler de görmek istemiyor. Darbeler ister asker, ister hükümet ya da yargı eliyle yapılsın fark etmez son MİT olayı ve onu takip eden savcının görevden alınma olayını “sivil darbe” olarak yorumlanıyor.

Ortada bir iktidar mücadelesi olduğu kesin. Ama halk mücadeleyi kurumlar arası çekişmede değil, sandıkta oyla görmek istiyor. Artık ne “asker”, ne “hükümet” ne de “yargı” darbesi görmek istemiyor. Halk “meşruiyeti” sandık ve seçimde görüyor.

Yine bu halk güvenlikçi politikalar değil, demokratik politikalar istiyor. MİT’in Oslo görüşmeleri ortaya çıktığı gün kahır çoğunluk tavrını ortaya koymuştu. Taraflar bunu göz ardı edemez. Güvenlik politikası siyasetçiyi güvenlik ve yargı bürokrasisi çemberinde hapseder.

Tam da şimdi BDP ve DTK ile diyaloga geçmek, legal zeminde hükümet için önemli bir çıkış olur. Kurumlar arası karşılıklı hamleler yerine Mecliste sorun çözülmeli. Ne Türk’ün yeni bir Silvan, ne Kürdün yeni bir Uludere faciasını yaşamaya tahammülü kaldı.

MİT olayı AKP için 2. bir Uludere olayıdır. Erdoğan “ustalık” dediği dönemi hakkı ile yönetmek istiyorsa iyileşir iyileşmez ( tekrar geçmiş olsun) seçimlerden beri sürdürdüğü misli ile şiddet politikaları yerine Habur ve Oslo sürecini başlatmalıdır. Yani yeni bir siyaset.  

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.