1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Yahudilikte Tanrı’yla, Yunanda Tanrılarla çatışmanın sebepleri
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Yazarın Tüm Yazıları >

Yahudilikte Tanrı’yla, Yunanda Tanrılarla çatışmanın sebepleri

A+A-

Merak konusu olan soru şu: İnsan nasıl bilgi sahibi olabilir? Bir tanıma göre bilgi nefsin manaya nüfuz etmesidir. İnsan bilgi edinmeye müsait potansiyelde yaratılmıştır. Onun bilgi sahibi olmasını sağlayan yaratılıştan “öğretilen bilgi”ye sahip olmasıdır. Bunun yanında Allah insana tarih boyunca vahyler indirerek yol göstermiştir. Tek başına öğretilmiş bilginin yetmediği, vahyle desteklenmedikçe öğrenilen bilgiyi kültüre dönüştürdüğünü, hatta insan icadı kültürün tanrılar üretip insanı çatışma içine soktuğunu Yahudi inancı ve Yunanlıların yaşadığı tecrübeden anlamak mümkün.

İnsan maddi tabiatın kuşağında yaşar; etrafını objeler sarar. İnsan tabiatla ve hemcinsleriyle giriştiği münasebet sonucunda elde ettiği bilgiyi geliştirir. Eğer kaynağında vahy varsa elde ettiği hasılaya “hikmet veya irfan” ederiz, vahyi referans almıyorsa elde ettiği şey “kültür”dür. İnsan ile kültürü veya insan ile öğrenilen bilgi arasındaki ilişki, kelebekle koza arasındaki ilişki gibidir. İpek böceği kendi etrafında koza örer. Örer, örer, öyle bir zaman gelir ki dış dünyayla ilişkisi kopar, ördüğü şeyin içine hapsolur. İnsanın kültürü tam da budur. Yani insanın kendi etrafına ördüğü koza onun kültürüdür. Onu yarıp zihnini özgürleştiremeyecek olursa paranoid olur, bunun manası insanın hakikatle ve gerçeklik dünyasıyla ilişkisinin tümüyle kesilmesidir. Çöken medeniyetlerin neredeyse tamamı kültürün paranoidleşmesinden sonra yokuş aşağı inmeye başlamışlardır.

Hikmet, tefekkür ve felsefenin düşüşü demek olan bu olayı tarihte mağara metaforuyla ele alan Eflatun (Platon) olmuştur. Mağara istiaresi aslında bir kuvvete atıftır, peygamberliğin niçin gerekli olduğunu ima eder. Bir dağın eteğinde bir mağara düşünün, içinde insanlar var. İnsanlar yüzlerini duvara, sırtlarını kapıya dönmüşlerdir. Elleri, ayakları zincire vurulmuştur, hareket edemiyorlar. Mağaranın kapısından gelip geçen insanların, hayvanların sadece gölgelerini görüyorlar. Gölgeleri duvara vuruyor. Bütün varlığı bu gölgelerden ibaret zannediyorlar. Ancak zanna dayalı bilgilerinin bir hakikat değeri yoktur. Mağaradaki insanların gerçek hayatın ve tabiatın bilgisine sahip olabilmeleri için zincirlerinden kurtarılmaları ve mağaranın dışına çıkarılmaları lazım ki, insanı ve hayvanı gölge olarak değil de fizyolojik olarak tanısınlar, böylece gerçek bilgiye sahip olsunlar. İnsanları o zincirlerden kurtaracak olan peygamberlerdir. Din, insanın ancak peygamberin yardımıyla kurtulabileceğini söyler, hümanizm veya Aydınlanmanın temel varsayımlarına göre ise, insan Tanrı ve elçi olmaksızın kendi kendini kurtarabilir.

Belirtmek gerekir ki Eflatun bunu, Musa aleyhisselamın vefatından 951 sene sonra formüle etmiştir. Ammonius Saccas  “Eflatun Yunanca konuşan Musa’dır” der. Eflatun’un düşüncesinin gerisinde dini tebliğ bulunmaktadır. Nasıl Batı Hıristiyanlığının teolojik öğretileri Sn. Agustin’e düşülmüş bir dipnot ise, Batı felsefesi de Eflatun’a düşülmüş bir dipnottur.

Burada bir parantez açmak lazım: Pek üzerinde durulmasa daYahudi inancı Yunan felsefesini derinden etkilemiştir.  Bilindiği üzere Antik Yunun’da tanrılar ile insanlar arasında bir çatışma var. Kanaatimce Yunanlılar Yahudiliğin etkisinde tanrılarıyla çatıştılar. Başka havzalarda putperestlik veya birden fazla tanrı inancı varsa da, insanlar tanrılara bağlılık içinde yaşamaya özen göstermişlerdir. Yunanda ise insanlar ve tanrılar bir türlü anlaşamaz. Muharref Yahudi inancının temelini kazıdığımızda bunun gerisinde tanrı ile insan arasında bir çatışma, bir anlaşmazlık olduğunu görebiliriz. Biz Müslümanlar Allah ile çatışmayız. Aksine O’nun iradesine teslimiyet içinde yaşamaya çalışırız ki, İslamiyet teslimiyettir. O bizim Rabbimizdir. Hıristiyan inancında Tanrı doğuştan günahkar insana acır, günahlarının keffareti olarak oğlunu feda eder. Yahudilikte, Yahudi ile tanrı arasındaki kavga bir türlü sona ermez, bunun sebebi insanın tam bir teslimiyetle Allah’a teslim olmayı reddetmesi, sürekli zorluklar çıkarmasıdır. Tevrat’taki anlatıma göre Tanrı dünyayı altı günde yarattı.  Yedinci günde İsrail onu güreşe davet etti ve yendi. Bunun sonucunda da kavmine üstünlük payesini aldı.

Bu gayrı tabii durumdan dolayı Tanrı ağır bir ceza olarak dünyayı İsrailoğullarına haramlarla donattı. Yahudilikte haramlar çoktur. Bütün dünya bir mayın tarlasıdır adeta. Her şey haramdır. O kadar envai çeşit haram var ki cumartesi günü hiçbir şey yapılamaz. İyi bir Yahudi tabir caizse cumartesi günü parmağını bile kıpırdatmaz. Yahudi ancak havraya girdiği zaman haramlardan kurtulur. Helal olan tek alan havradır. Zira havranın dışında yeryüzü haramlarla donatılmıştır. Neye bassa mayın var, patlayabilir. Bu yüzden inançlı Yahudi dikkatli olmak zorundadır. Sürekli tetikte olmalı. Tanrı da yukarıda sürekli onu kollamaktadır.  Yukarıdan bakıldığında Tanrı Yahudi ilişkisi av-avcı ilişkisine benzer. Bir avcı düşünün, elinde ok var, devamlı geyiği kolluyor. Fırsatını bulduğu zaman okunu saplayıp onu avlayacak. Yahudi de geyik gibidir. Bu durumda hem yere iyi basmak zorunda, mayın var; hem gökyüzüne karşı kendini korumak zorunda. Seri bir şekilde ve sürekli olmak üzere bir yere, bir göğe bakar. Yahudi’nin bir gözü yukarıda, bir gözü aşağıda olmak zorundadır. Zekâsı ve kurnazlığı dininin bu türden varsayımlarından kaynaklanır. Bu dikkat ve ihtiyat adeta dini ve kültürel genlerine işlemiş, bunu bir miras olarak nesilden nesile aktarır. Bu, Grekleri derinden etkileyen bir şeydir.

Hakikat-i halde tanrılarla çatışma olmaması gerekirdi. Zeus mü’min bir insandı. Yunanlılar sonradan onu tanrı edindiler. Bilindiği üzere üç büyük beşeri havzada Hermes vardır. Yunanlıların Hermesi, Mısırlıların Hermesi ve İranlıların Hermesi var. Hermes aslında İdris aleyhisselam’dır, belki de Hermeslerin Hermesidir. İdris aleyhisselam dünyayı dört idarî bölgeye ayırmıştır, Yunanlılara da Zeus’u tebliğci-muallim vali olarak göndermiştir, Hak dini tebliğ etsin ve idare etsin diye. Efendimiz’in hicretten önce Mus’ab bin Umeyri Medine’ye muallim olarak göndermesi gibi. Zaman içinde Yunanlılar Zeus’u tanrılaştırıp “tanrıların tanrısı” mevkiine çıkardılar. Buradan baktığımızda Yunanlıların tanrılarla çatışma içerisine girmemeleri gerekirdi. Beşeri temaslar sonucunda Yahudilerin etkisinde tanrılarla çatışan inançlara sahip oldular. İlginç olanı şu ki, daha sonraları Yunan metafiziği ve felsefesi, Philon aracılığıyla Yahudi teolojisi üzerinde –adeta mukabil- bir etki bırakacak, teolojide derin değişimlere yol açacaktır


 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.