1. YAZARLAR

  2. Ferhat KENTEL

  3. Vesayet 2007’de bitmemiş miydi?
Ferhat KENTEL

Ferhat KENTEL

Serbestiyet
Yazarın Tüm Yazıları >

Vesayet 2007’de bitmemiş miydi?

A+A-

Erdoğan’ın balkon konuşmasında şaşırtıcı olan bir şey vardı. Abdullah Gül’ün adını -selefine nezaketen de olsa teşekkür etmek için bile olsa- bir kerecik olsun ağza almaması ve seçim zaferinin “vesayetin sonu”, “yeni Türkiye’nin başlangıç tarihi” gibi tanımlamalarla parlatmasıydı.

Şaşırtıcı çünkü 2007’de Abdullah Gül Çankaya’ya çıktığında benzer bir dil kullanılmamış mıydı? Benzer bir duygu yaşanılmamış mıydı? Yaşamamış mıydık? Ne oldu arada geçen zaman içinde? Gül geldiğinde biten vesayet onun zamanında gene mi başladı?

28 Ağustos 2007 tarihinde Meclis’te yapılan seçimlerin üçüncü turunda Abdullah Gül Türkiye Cumhuriyetinin 11. cumhurbaşkanı seçilmişti. Ve darbeci, cuntacı, laikçi kesimler o günlerde bütün gayretleriyle Gül’ü engellemeye çalışırken, biz sokaklarda onlara “çeneni kapa!” diye bağırıyorduk. Ve bu mücadelenin en sembolik anlarından biri de eşi başörtülü bir adayın devletin en sembolik mekanına, Çankaya’ya çıkmasıydı. Yani artık kabak tadı vermiş olan ve uzatmaları oynayan Kemalist rejimin en büyük tabularından biri çatır çatır yıkılıyordu.

İşte bu güven sayesinde, fakat aynı zamanda bu güveni inşa eden en önemli aktörlerden biri olan Taraf gazetesi İlker Başbuğ’un parmağını sallayarak sağı solu tehdit etmesi karşısında “İndir o parmağını general” manşetini atabildi.

Çünkü bu toplum, çok farklı kesimleriyle mücadele ederek vesayeti bitirmişti zaten. Bu yüzden Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığını kutlamıştık.

Ve bu arada hatırlayalım: İlker Başbuğ kopyala-yapıştır usulle derlediği “postmodernite eleştirisi” (!) eşliğinde etnik ve dinsel kimliklerin kendilerini ifade etme mücadelelerine laf ederken, ona karşı bu toplumun sivil ve demokrat güçleri hep birlikte seslerini yükseltiyordu. Ancak, bugün “11 Ağustos tarihi vesayetin bittiği tarihtir” diyen yeni başkanımız o zamanlar “genelkurmay başkanıma laf söyletmem” minvalinde sözler sarfediyordu.

Yani işin özü şu: vesayet 11 Ağustos 2014’te değil; 28 Ağustos 2007’de bitti ve ister beğenin, ister beğenmeyin, ister fena halde kıskanın, o bitişin sembolik olayı -affedersiniz (burada kötü niyet ya da ırksal önyargı yok)- ama Erdoğan’ın değil, Gül’ün Çankaya’ya çıkışıdır.

AKP, bir sınıfın iktidarını tesis etmek ve bunu sürekli kılmak için mükemmelleştirilmiş bir makina. Paranın, insan kaynaklarının, medyanın, devlet olanaklarının nasıl seferber edileceğini adeta bir şirket gibi düşünen, öngören olağanüstü bir organizasyon… Bu sayede gündemi belirleyen, etrafında oluşturduğu medya, aydın, köşe yazarı, inanmış havarilerden oluşan kat kat halkalar sayesinde, kurgulanmış inançlardan bilgi inşa eden ve bu sayede inanma prosedürlerini mükemmel bir şekilde beceren gerçek bir “total kontrol” mekanizması…

Bir orkestra gibi çalışan bu makinanın kayıtsız şartsız şefi Erdoğan’ın sembolleşmesi, kültleşmesi, kutsal bir reise dönüşmesi özel bir önem taşıyor. Bu merkezi figür kitlelerin kahraman ihtiyacına tekabül ediyor; reklam ve propaganda kampanyalarının adeta ayin şeklinde ya da Süpermen çizgi filmlerindeki gibi tasarlanmasını sağlıyor. Buna göre yapılacak bütün kahramanlıkların da Erdoğan üzerinden yapılması elzem oluyor. Bu yüzden, örneğin başörtüsü yasağı sürerken, BDP’nin önergesiyle yasağın kaldırılması talep edildiğinde, bu gayet demokratik talep, “henüz zamanı olmadığı” gerekçesiyle reddedilebiliyor… Yani “başörtü yasağı kaldırılacaksa, bu bizim kahramanımız tarafından kaldırılabilir ve bunun meyvesini kimseye yedirtmeyiz” diyor bu mekanizma…

Yani her faaliyeti, daha önce başarılmış olan bir şeyi bile gerekirse yeniden inancı tazeleyecek bir ayin gibi organize eden; kitlelere dönük olarak, medya ve reklam havarileri ya da aparaçikler vasıtasıyla ikna teknolojilerini sonuna kadar devreye sokan muhteşem bir makina “vesayeti de yeniden bitirdiği” konusunda bizi ikna ediyor.

[email protected]

(BasNews)

Önceki ve Sonraki Yazılar