Urumçideki kanlı boğuşma ve, Dresdendeki korkunç cinayet..
Doğu Türkistana, Çin resmî söyleminde Sinkiang denilmektedir.. (Bu kelime, Çinlilerin dili olan mandarincede fethedilmiş ülke veya yeni topraklar mânasına geliyormuş..) Ki, yerli uygur halkı arasında kısaca, bu bölge Sincan eyaleti diye anılmaktadır..
Uygur Özerk Bölgesi demek galiba en sağlıklı ve durumu en iyi anlatan isimlendirme olsa gerek.. Ama, bağımsızlığı, istiklali gasbedilmiş bir halkın özerkliği, sözden ne kadar ileri bir mâna taşımaktadır? Kaldı ki, bölgenin Özerk Yönetimi, halk tarafından, Çinlilere satılmış bir kadro olarak görülmektedir; tıpkı, Çeçenistandaki Kadirov Yönetimi gibi..
Türkistan diye isimlendirilen coğrafya, miladî 19. yy.da, kuzeyden Rusyanın ve doğu ve güneyden de Çinin işgal ve istilâlarına uğradı..
Türkistanın öteki kısımları Sovyet Rusyanın elinde olduğu ve o da yakın tehlike oluşturduğu için, o taraflarla Türkiyede pek ilgilenilemedi; daha çok da, Çin elinde kalan Doğu Türkistan hatırlandı.. (Kerkük-Musul konularıyla da 80 yıl ilgilenilmeyip, Saddam devrilince hatırlanmasında da aynı yaklaşım vardı..) Sovyet Rusya dağıldıktan sonra ise, Türkistanın diğer bölümleri Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türmenistan, Tacikistan gibi isimlerle anılan yığınla parçalara ayrıldılar..
II. Dünya Savaşında Çinin Japon istilasına uğraması ve savaşın sonuna doğru yaşanan büyük kıtlık yıllarında Mao liderliğindeki komunist hareketin Mareşal Çan Kai Şek başkanlığındaki Çini zorladığı yıllarda..
Müslüman uygur türkleri münasib fırsatları kollayarak istiklallerini ilan etmenin peşindeydi. Ve nihayet, 1944 yılında istiklallerini ilan ve bugünkü TC bayrağının aynısının mavi renklisini de bayrak olarak kabul etmişlerdi..
Ama, bu yeni devleti ayakta tutmak o kadar kolay olamayacaktı ve üstelik hemen hiç bir yardım kaynağı ve içerde, yönetim mekanizmasını oluşturup onu ayakta tutabilecek yetişmiş kadroları da yoktu..
Bu yüzden de, Mareşal Çan Kai Şeki kıta Çininden kaçırtıp Taiwan (Formoza) adasına sığınmaya (ve orada Nasyonalist Çin adında yeni bir devlet kurmaya) zorlayan Mao liderliğindeki komunist hareket, Çine hâkim olduktan kısa süre sonra Doğu Türkistandaki bu yeni devlete de son vermekte zorlanmıyacaktı, 1949da..
(Doğu Türkistanın son başbakanı olan ve henüz bu resmî sıfatının ilk yılını bile doldurmadan işgale uğrayan yurdunu terketmek zorunda kalıp, çetin bir göç macerası ve yolculuğu sonunda Türkiyeye sığınan (rahmetli) İsâ Yûsuf Alptekin, o günleri gözyaşları içinde anlatırdı.. Rahmetli Alptekinle yaptığım bir sohbeti, Millî Gazetede -sanırım 1976dydı- üç gün süreyle yayınlamıştım..)
*
Uygur Özerk Bölgesinin nüfusu ne kadar?
9 ay kadar önce, Frankfurt Kitab Fuarında, Prof. İhsan Süreyya Sırma hoca, Uygur veya diğer kavimlerden müslümanların Çindeki nüfusunun 150 milyon kadar olduğunu, bunu oraya yaptığı ve uzunca süren gezisi sırasındaki araştırmalarının neticesine dayandırdığını, ama, bu büyük rakamın Çin makamlarınca gizlendiğini söylüyordu...
1987 ve 98de Mekkede uygur türklerinin kaldığı otele defalarca gitmiş ve onlarla uzun sohbetler etmiştim.. Onlar da nüfuslarının en az 70-75 milyon olduğunun söylüyorlardı..
Komünist yönetim döneminde o kadar baskı altında kalmışlardı ki, hacc kafilesinin hocası/ mollası (ki onlar, damolla diyorlar..) Fatiha Sûresini okumakta bile zorlanıyordu.. Ama, Kâbeye birlikte giderken, Mescid-ulHaraamın kapısından içeri girip, Beytullah gözüktüğünde onun yaşadığı heyecanı ben yaşadığımı söyleyemem..
Yani, belki bilgi bakımından çok zayıf bırakılmışlardı, ama, kalblerindeki heyecanı, aşkı söküp atmaya yetmemişti, komünist diktatörlüğün baskısı..
*
Uygur Özerk Bölgesinin merkezi durumunda olan Urumçi ve Kaşgarda meydana gelen son kanlı hadiseler üzerine Türkiye medyasının dikkati bu bölgeye yönelince..
Birçok tv. kanalı bu bölgenin nüfusunun 8 milyon olduğunu söylüyordu 6 Temmuz günü..
Ama birgün sonra TRT-Türk, bu rakamı 16 milyon olarak telaffuz etmeye başlamıştı..
Yine aynı resmî kanalda Prof. Mahmud Kaşgarlı da 35 milyon olarak ifade ediyordu.. (Çinin genel nüfusunun 1,5 milyar civarında olduğunu düşünürsek, müslümanlar için ifade olunan en yüksek rakam olan 150 milyon rakamının bile onda bir gibi bir azlık oluşturduğunu da gözden ırak tutmamalıyız..)
Nüfustan ayrı olarak, hadiselerin meydana geliş şekline getirilen iddialar da herkesin kendi tarafını temize çıkarmaya yönelik..
İlk açıklamalarda, Hong Kong civarında, Guandong (Kanton) eyaletine, yani anayurtlarından 6-7 bin km. uzaklıkta zorla çalışmaya götürülen uygur türkü olan müslüman işçilerin bazı ahlâksızlıklar yaptıkları ve buna tepki olarak dövüldükleri ve gelişen hadiselerde bir çok ölüm meydana geldiği bildiriliyordu..
Bu yöndeki haberler, bir gün sonra, özellikle de Türkiye kamuoyuna, işçi-uygur kadınlarının tâcize uğramalarından kaynaklanan kavgalarla başladığı şeklinde yansıdı ve ölenlerin sayısının yüzlerce olduğu ve 600 kadar uygur işçinin, oradan, binlerce km. uzaklıktaki yurtlarına geri gönderildiği açıklandı..
Gerçeğin ne olduğuna gelince.. Bunu belirlemek çok zor.. Müslümanlar, kendilerine yapılanları internet sitelerinden dünyaya duyurmaya çalışıyorlar.
Çin Yönetimi tarafı ise, elindeki geniş imkanlarla o hadiseleri kendi siyasetine uygun ve kendisini temize çıkaracak şekilde göstermeye dikkat gösteriyor.. Ve, karışıklıkları kışkırtanın, dıx tahriklere bağlıyor ve özellikle de Rabia Kadir isimli müslüman bir uygur hanımın olduğunu iddia ediyor.. (Rabia Kadir, yoksul birisi hanımı iken, başarılı bir iş adamı haline geldiği için, Çinin örnek müteşebbislerinden ve en zengin ilk 10 iş adamı arasında gösteriliyordu, 10 yıl öncelerde..
Ancak daha sonra, onun gücünün frenlenmesi gerektiğini düşünen Çin yönetimi, onu Uygurları organize ettiği, ayırımcılık yaptığı gerekçesiyle hapsetmiş ve bir kaç yıl sonra serbest bırakmış ve daha sonra da, o Amerikaya gitmişti.. Şimdi, o Amerikada ve Amerikanın kendisine sınırlı bir ilgi ve destek verdiği anlaşılmaktadır.. Bu karışıklıkları tertiblediği suçlamasına karşı Rabia Kadir ise, kendisinin bu son hadiselerde asla bir ilgisinin, etkisinin, parmağının olmadığını söylemekte ve özgürlük olmadıkça barış da olmayacaktır.. demektedir..)
Gerçek sebebi bulabilmek her ne kadar kolay olmasa bile, açıktır ki, sosyal meselelerde, ilk etkenler, cephaneliği patlatan kıvılcım mahiyetindedir..
Yani, patlamaya hazır bir gerilim vardı ki, o bombanın fitilini bir küçük hadise bile ateşleyebilmişti.
Ama, her ne olursa olsun, çok büyük bir sosyal patlama olduğu, uygur müslümanlarıyla Han çinlileri denilen kitleler arasındaki büyük kapışmada ölenlerin sayısının resmî makamlara göre bile 160 civarında açıklanması ve ve bunun yüzlerce ölü olarak ifade edilmesi ve ayrıca her iki tarafın da ölenlerin çoğunun kendilerinden olduğunu açıklamaları, konunun anlaşılmasını zorlaştırıyor..
Ancak, bölgeye özel olarak yerleştirilerek, ekseriyeti oluşturmaları sağlanan Han Çinlilerinin, uygurlara karşı, kitlelere halinde sopalarla, ve silahlarla ve azgın şekilde saldırdıklarını gösteren ve önlerine çıkanı öldürdüklerine dair görüntüler, izleyenlere çok şeyi anlatıyor..
Ortada yüzlerce ölü ve binlerce yaralı olduğu gibi, binlerce insanın da gözaltına alındığı, büyük maddî tahribat yapıldığı ortada.. Ama, Özerk Bölgenin Komünisit Parti Şefi, hadiselerin faillerinin yargılanacağını değil de, idâm edileceğini açıklayarak, nasıl bir adâlet anlayışına sahib olduklarını tekrar göstermiş bulunmaktadır.. Ki, Uygur bölgesinde, son iki yıl içinde bile, onlarca uygur müslümanın sabotaj ve ayrılıkçılık suçlamasıyla idâm edildiği biliniyor..
İlk planda anlaşılan durum, çatışmaların Uygur müslümanlarıyla, Han Çinlileri (veya uygurların deyimiyle hanzolar) denilen kesim arasındaki iki farklı sosyal grubun kapışması şeklinde geçtiği ve Çin devlet güçlerinin karışıklıkları önlemede zorlansa da, sanki tarafsız gözükmekte başarılı olduğu şeklinde..
Hadiselerin, Çin gibi geniş çapta kapalı bir toplum olan bir dev ülkede meydana gelmiş olmasına rağmen, dünyaya bu kadar yansıması, iletişim teknolojisinin engellenmesi zor imkanlarıyla sağlanmıştır.
*
Üzerinde durulması gereken bir diğer konu, ülkelerin her konuya olduğu gibi, bu konuya da, özel hesablarla yaklaşması..
Bazı ülkeler hadiseleri, sadece yorumsuz ve objektif haber verme çerçevesinde yansıtmaya ve objektif kalmaya özen gösterdiler..
Bazı ülkeler ise, ya ideolojik veya Çinle olan diplomatik ilişkileri veya Çinin kendi ülkelerinde meydana gelen hadiselere gösterdiği ilgi çapında bir ilgiyle yaklaştılar, konuya..
Bunu müslümanlar olarak kendimize de uygulayabiliriz..
15 sene önce, 1994de, Afrika ülkelerinden Ruandada her ikisi de aynı etnik kökten gelen hutularla tutsiler arasında meydana gelen ve bir hafta içinde 850 bin insanın katledilmesiyle neticelenen korkunç boğuşmaya; bırakalım başkalarını, mazlum ve mustezafların yanında yer almaları inançlarının en temel özelliklerinden olan müslümanlar bile, hemen hiç ilgi göstermedik.. Dahası, bu korkunç boğuşmanın perde arkasında Fransanın nasıl büyük entrikalar çevirdiği ve keza Katolik Kilisesinin ve misyonerlerin etkisine dair ortaya çok ciddî objektif bilge ve belgeler çıktığı halde, kimse onlarla ilgilenmedi..
Bu son Urumçi Hadisesinde de durum aynı..
Türkiye, kamuoyu, etnik yakınlık dolayısiyle ilgi gösteriyor.. Bu, bir yere kadar anlayışla karşılanabilir.. Çünkü, nisbeten anlaşılabilir bir dil biraberliğiyle, duyguların paylaşılması daha bir kolay..
Bazı çevrelerin konuyu, Abdullah Gülün Çine gezisi sırasında Uygur bölgesine de yaptığı ve müslüman halkın coşkun bir şekilde ilgi gösterdiği geziye, Çin makamlarının dolaylı bir teepkisi gibi göstermeye kalkışmaları da bir ayrı konu.. (Ancak, hatırlanmalı ki, son hadiselerin Kanton eyaletindeki ilk kıvılcımları, Gülün gezisinden önce başlamıştı..)
Urumçide yaşanan korkunç insan avına karşı dünyanın verdiği tepki ise, daha bir düşündürücü..
Siyasî/ diplomatik hassasiyetler veya ideolojik hesablar gereği diyerek veya menfaat ilişkisinin zarar görmemesi veya böyle bir ilişkinin bulunmaması gibi durumlarda, olan biteni ört-bas etmek, hangi vicdanî ölçüye uygundur?
Bir örnek vermek gerekirse..
Bu hususta yığınla örnekler zikredilebilir..
Rusya, İrandaki son seçimler sonrasında meydana gelen karışıklıkları Rusya kamuoyuna yansıtmamaya özel bir dikkat göstermişti, İranla ilgili menfaatlerini ve ilişkilerini gözeterek..
Çin konusunda da, benzer bir dikkat gösterdi ve hadiselere daha çok, çok fazla can kaybına sebebiyet vermesi açısından bakmaya çalıştı..
B. Amerika ve AB ülkeleri ise, Sincan konusunda da, Tibet, Tawan ve hattâ Hong Kong gibi bölgeler aracılığıyla Çini zayıflatabilmek için fırsat kollayan bir anlayışla tetikteydi yine; konuya, her zaman olduğu gibi insan hakları silahını kullanarak.. Ama, Çin gibi muazzam bir pazarın kapılarının üzerlerine kapanmasına vesile olacak bir kızgınlığı da tahrik etmemeye âzamî dikkat göstererek..
Bu arada, Filistin ve Bosna gibi konularda verdiği tepkileri ve hassasiyeti bilinen İİCnin Urumçi Faciasına hemen hiç değinmemesi ve hele de Cumhurbaşkanlığına yeniden seçildiği açıklanan Ahmedînejada tarafdarlığıyla bilinen matbuatta, Urumçi Hadiselerinin birinci sahifelerde yer almaması ilgi çekicidir.. Bu, Çinle olan münasebetlerin ve hele de nükleer teknoloji alanındaki işbirliği çalışmalarının zarar görmemesine bağlanıyor ki, ilgi çekici..
*
Müslümanlar olarak, dünyanın neresinde ve hangi etnik gruba mensub olursa olsun, insanların inançve ideolojilerinden, ırkî veya etnik mensubiyetlerinden vs. dolayı düşman olarak seçilmesi ve işkencelere, katliâm veya zulümlere mâruz kalmasına karşı, daima adâletin, hakkaniyetin, mazlum ve mustazafların yanında yer almak dikkatimizi daima göstermek zorunda olduğumuzu asla unutmamalıyız..
Ve unutulmamalı ki, aslolan, maddî menfaatlerin değiil, adâletin gözetilmesidir; zulme karşı çıkmak, mazlum ve mustazafların yanında olmaktır..
*
Dresdendeki ırkçı cinayet de aynı ilgiyi görmeliydi..
Dresden, Almanyanın eski Doğu Almanya bölümünde, Almanya, Polonya ve Çek Cumhuriyeti sınırlarının birleştiği yere yakın bir üçgende yer alan tarihî bir şehir..
Ancak, bu şehir de, tıpkı Leipzig, Magdeburg, Rostock gibi öteki eski Doğu Almanya şehirleri gibi, sanki Almanyanın genelinde, bu ülkede yokmuş gibi, ilgi odağının uzağında..
Dresden, II. Dünya Savaşının son demlerinde ve ciddî bir askerî hedef değilken, Amerikan ve İngiliz uçaklarınca 48 saat sürekli bombardıman edilip, atmosfer sıcaklığının 1300 dereceye yükselmesiyle, 200 bine yakın insanın kavrulduğu bir şehir.. Ama, bu şehir, yenik düşen ve savaşın suçları omzuna atılan Almanyaya aid olduğu için, bu korkunç bombardıman üzerinde durulmadı..
Dresden, evet, genelde Almanyanın sanki dışında bir yermiş gibi..
Ama, böyle bile olsa, geçen hafta Dresdende meydana gelen korkunç bir cinayet, hele de sansasyon peşinde olan Alman medyasında en küçük bir şekilde bile yerini almaması açısından, daha bir ilgi çekici..
Eşi, Max Planck Entitüsünde ilmî araştırmalar yapan ve kendisi de bir eczanede çalışan Merve isimli, Mısırlı bir müslüman hanım, geçen yıl, bir parka gider ve çocuğunu salıncağa bindirecektir.. Ama, orada o salıncakta bir yetişkin alman da sallanmaktadır.. Anne, çocuğunu sallayabilmek için, salıncağın kendilerine de bırakmasını rica eder.. O kişi ise, bu örtülü müslüman hanıma ve İslama ağır hakaretlerle karşılık verir..
Bu saygısız ve saldırgan kişinin, 2003 senesinde Rusyanın Perm şehrinden gelip alman vatandaşı olmuş Axel W. isimli birisi olduğu anlaşılır ve azgın bir ırkçı duygularla dopdoludur.. Bunu, alman mahkemesinde söylemekten çekinmediği, bu arablar hakaret etmeye bile değmeyen aşağılık insanlardır. sözlerinden de anlamak mümkün..
Merve Hanım, bu kişiyi şikayet eder ve mahkeme, bu kişiyi 2 800 euroluk bir para cezasına çarptırır.. O kişi de davayı temyize götürür ve yeni duruşmada, Merve Hanım ve çocuğu ve eşi, mahkemede hazır bulunur..
Merve Hanım, ayrıca 4 aylık hamiledir de..
Ağır cezalık bir mahkeme olmadığından fazla güvenlik tedbiri alınmamış olabilir, ama, işte bu durumdan da istifadeyle, sözkonusu alman, bir anda üzerindeki bıçakla Merve Hanıma saldırır ve onu bir kaç saniye içinde 18 yerinden bıçaklar.. Ve kadıncağız oracıkta can verir.. Mahkeme heyeti şoke olmuştur.. Duruma müdahale etmek isteyen eşi de bıçaklanır ve polis kurşunuyla (iddiaya göre yanlışlıkla) ayağından vurulur..
Üç yaşındaki yavruları bütün bu olup bitenleri görmek gibi bir ayrı facia yaşar..
İlginç olan, bu gibi haberlere, hattâ habbeyi kubbe yaparak yer veren Alman bulvar gazetelerinin ve yığınla tv. kanallarının hiç ilgi göstermemesi..
Evet, alman medyası ve yönetim mekanizması, sus-pus..
Bir çılgının cinayetini bütün bir topluma mal etmek elbette olmaz da, 5 milyona yakın müslüman kitleye de aynı şekilde bakabiliyor mu, alman makamları ve medyası..
Kendilerinden birisi cinayet işlediğinde familien drama/ aile faciası diye niteledikleri birçok cinayeti, müslümanlar tarafından yapıldığında, hemen, töre cinayeti, kaatillik diyerek
suçlamıyorlar mı?
Bu gerçekte, bir suçluluk psikolojisidir ve bir şeyleri gözlerden ırak tutma çabasıdır..
Böyle bir korkunç cinayet, bir müslüman tarafından yapılsaydı, bundan İslama saldırmak için, ne bahaneler uydurulurdu..
Ama, Dresdende, üstelik mahkemede gerçekleşen bu korkunç cinayete gözler kapatıldı..
Bu arada belirtelim, İİC medyası, seçimler sonrasında meydana gelen karışıklıkları, hattâ B. Amerikadan da daha fazla büyüterek veren Almanyaya karşı, bu haberi medyasında, aynı şekilde lâyık olduğu şekilde değerlendirdi..
Ve tabiatiyle, konu, Mısırda da büyük tepkilere vesile oldu..
Ama, yazık ki, Türkiye medyası ve hattâ, Almanyadaki müslüman kuruluşları bile, yazık ki, bu hadiseyi görmezlikten geldiler, basit bir hadise gibi kenarından geçtiler. Bununla, Alman resmî çevrelerinin hışmını üzerlerine çekmekten çekiniyorlar gibi bir hava da vermiş oldular..
TRT Türk gibi, dünyanın her tarafındaki gelişmeleri takib eden bir kanal da, bu konuya ilk kez, bir hafta sonra, nihayet 8 Temmuz günü değinebildi..
*
Merve Hanımın rûhuna dualarla..
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.