Ulus inşası kolay mı?
Savunma Bakanının sözleri çok tartışıldı. Bu yeni bir durum... Çünkü sözün kendisi pek de şaşırtıcı değildi ve benzeri tespitler geçmişte de devlet adamları tarafından rahatlıkla yapılmıştı. Farklı olan, bugün bu tür değerlendirmelerin içkin bir ırkçılığı sergilediğini fark etmemiz. Öte yandan eğer ulus-devlet inşası bu zihniyeti gerektirmekte ise, içkin ırkçılığın ulus yaratma sürecinde doğal olarak işlevsel olduğunu da kabullenmek gerekiyor. Dahası ulus-devletin oluşma sürecinin iç ve dış tehditler nedeniyle halen devam ettiğini söyleyenlerin ve bu söylemi besleyen ideolojinin de ırkçı bir nitelik taşıdığını idrak etmek durumundayız.
Oysa sonuçta ulus-devlet bir milli kimlik üretme anlamına gelse de, söz konusu kimliğin ille de etnik temelli olması gerekmiyor. Öte yandan yaşanan somut tarihsel süreç, modernlik ve milliyetçilik bağlamında etnik kimliği bir ilerleme, hatta bir arınma olarak sunmakta. Hatta ulusun salt etnik olarak tanımlanması sayesinde modern hale gelindiğini sananlar bile var... Ne var ki modernleşme zamanı geldiğinde birçok toplum belirgin bir etnik kimliği öyle kolaylıkla üretemediği gibi, birçokları da farklı ve birbirine rakip kimliklerin ortasında kalmışlardı.
Osmanlının da son demleri bu ikili yapıyla yüzleşmeyi ifade etti. Etnik duyarlılığı yüksek cemaatler, toplumsal hiyerarşinin orta kademesinde yer almaktaydılar ve beklentileri devletin alışmış olduğu iktidar yapısını sarsıyordu. Buna karşılık devletle uyum içinde olabilecek kesimlerde ise etnik bilinç çok alt düzeydeydi. Böylece dinsellik üzerinden yaşanan ayrışmaların etnikleştirilmesi denebilecek bir sürece tanık olundu.
Bu dönemin kimlik kavramı etrafında kurgulanması dört adımlı bir kendiliğinden stratejinin varlığını ima eder. İlk adım kendinin ne olmadığının farkına varmanın, ötekinden ayrışmanın sancısını yansıtır. Osmanlı tahayyülü bozulmuş, çeşitliliği barındıran bir toplum ve bu çeşitliliği hiyerarşik bir algı içinde de olsa hakemlik ederek yöneten bir devlet fikri zayıflamıştır. Gayrimüslimlerin Müslümanlarla birarada olamayacakları kanısı güçlenmiştir. Devletin ise artık hakemlik değil, cemaatçilik yapması istenmektedir... Nitekim yirminci yüzyıla yaklaşıldığında kadim cemaatlerin birer iç düşmana dönüştürülmesine ve bu ayrılıkçı tohumun Müslüman cemaat içinde de yeşermesine tanık oluruz. Bu topraklarda ayrılıkçılık gayrimüslimlerin veya Arapların siyasi tercihi olarak gösterilse de, arka planında bizzat devletin ideolojik ayrımcılığının yattığı nedense pek itiraf edilmez. Oysa milliyetçiliğin en has şekliyle karşımıza çıktığı Yunan ve Bulgar ayrılıkçılığının bile başarısı, o topraklarda uygulanan ayrımcılığa epeyce borçludur. Bu durum Ermeni ve Rum ayrılıkçılığı için ise daha da belirgindir...
Ulus-devlet inşasının ikinci kimliksel adımı kendinin ne olduğunun kesin çizgiler içinde ifadesidir. Yirminci yüzyılın ilk çeyreği Türk kimliğinin üretilmesini, içinin doldurulmaya çalışılmasını ifade eder. Bu sayede millet edilgen bir konumdan kurtularak kaderini kendi eline alır. Yapılan ilk iş ise bu toprakların Türk olmayanlardan temizlenmesi olacaktır. Halen devam etmekte olan bu strateji, Türklüğü pekiştirmenin ve Türklük etrafında ırkçı bir siyaseti meşrulaştırmanın da yoludur. Bu sayede ırkçılık görünür olmaktan çıkmış, ötekinin kötülüğünün neden olduğu zorunlu bir duygusal hal olarak sunulabilmiştir.
Ancak ulus-devletin inşası için bunlar yeterli olmamıştır. Çünkü bu topraklarda bir de resmî ulus tanımının dışında kalan Müslümanlar var... Bu nedenle devletin stratejisi önce ötekinin ne olduklarına yoğunlaşmış ve örneğin Kürtlerin Türk, Alevilerin ise bir tür yoldan çıkmış Sünniler olduğu uzun süre savunulabilmiştir. Böylece onları tam olarak Türkleştirmeden kimliksizleştirmek, toplumun içine alarak ulusun dışına tutmak mümkün sanılmıştır.
Bunun da yetmemesi bugünkü son aşamaya bizi getirmiş gözüküyor. Artık ulus-devletin inşası açısından devlet ötekinin ne olmadığını söylemek durumunda... Bu nedenle stratejinin yeni dili Kürtlerin ve Alevilerin içinde gayrimüslim bir niteliğin veya özün aranmasını ima ediyor. Onlar aslında doğaları gereği tam olarak Sünnileşemeyecekler ve Türkleşemeyecekler. Aralarında bu dönüşümü yapanlar tabii ki olacak, ama onlar özlerine rağmen doğru yolu bulmuş, daha yüce olana kimliğe ihtida etmiş boynu bükükler olmanın ötesine geçemeyecekler. Buna karşılık Kürtlüğü ve Aleviliği esas kimlik olarak benimsemiş olanların ise, ırkçılığa maruz kalmaya hazır olmaları bekleniyor...
Ulus-devletin inşası öyle kolay olmuyor... Her kademede ırkçılığı yanınızda taşıyıp, ondan bazen kendi kimliğinizi kurmak için, bazen de öteki kimlikleri gayri insanileştirmek için yararlanıyorsunuz. Bugün birçokları Savunma Bakanını sözlerinden ötürü kınıyor, ama o sözlerin karşılığı olan düşünce ve tasarruflar hâlâ inşa sürecinin temelini oluşturuyor.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.