1. YAZARLAR

  2. Markar ESAYAN

  3. Türkiye'de zihniyetin kısa tarihi
Markar ESAYAN

Markar ESAYAN

Serbestiyet
Yazarın Tüm Yazıları >

Türkiye'de zihniyetin kısa tarihi

A+A-

 Dün eski zihniyet kalıplarının ülkede hala etkili olduğunu ifade etmiştim. Zihniyet kalıpları durduk yerde oluşmuyor. Rastgele bir şey yok hayatta. İnsanlar yaşamak için bulundukları ortama uyum gösteriyorlar. Son yüzyıldaki radikal kırılmalardan sonra bu ülkenin insanları da öyle yaptı. Bir yüzyıl boyunca, Türk'üyle, Kürd'üyle, Alevisi, dindarı ve gayrımüslimiyle bu ülkede yaşadığımıza göre, bu rejime her kesimin belirli derece ve yöntemlerle uyum sağlamış olduğu ortadadır.

PKK gibi devletle savaşmak da bir uyum biçimidir, devlete tabi olmak veya küçük gettolara çekilmek de... Kimse bu durumdan münezzeh değil. Dolayısıyla, bir düzene karşı çıkılır ya da tabi olurken aslında kapsayıcı rejimin karakteri iktisap ediliyor demektir.

Başta kamuflaj olarak giyilen giysilerin zamanla kalıcı hale geldiğini görmeliyiz. Yoksa bazı dindarların nasıl olup da Alman üsulu bir etnik milliyetçiliği benimseyebildiklerini, Alevilerin cemevlerine nasıl Atatürk fotoğrafı asabildiklerini, bir halkın nasıl başbakanının asılmasına razı gelebildiğini, çoğu muhalifin en nihayetinde nasıl rejimin birer aparatına dönüştüklerini anlayamaz, şaşkınlıklar içinde yaşar gideriz.

Yüzyıl ayakta kalmış hiçbir rejime 'başarısız' denemez. Ahlaksız, gaddar veya ayrımcı denebilir ama 'başarısız' bulunamaz. Yoksa bunu iddia edenin adının yanında 'devişirildi' yazan karnesi kendisine kanıtlarıyla gösterilir.

Peki nasıl bu kadar başarılı oldu eski rejim? Sadece şiddet uygulayarak mı? Şüphesiz sadece tek bir enstrümanla yetinseydi ömrü bu kadar uzun olmazdı. Ödül-ceza ikiliği çok iyi kullanıldı mesela. Tabi olunduğunda illa ki bir şekilde 'makbul' olunacak dikey kanallar açık tutuldu. Eski rejimin kurumları, alfabesi vs. tasfiye edildi ama, ataerkil yapı ve millet-i hakime müessesesi yeni rejimin ihyası için dönüştürüldü. İşte artık hiyerarşinin en tepesine, yani Millet-i Hakime olma ayrıcalığına Sünni olarak değil de, Türk olarak tırmanılabiliyordu. Bu tırmanış için Türk olmanız da gerekmiyordu. Oldukça çoğulcu bir 'tırmanışa' davet ediyordu rejim sizi.

Diyelim ki bu asimilasyona karşı çıktınız ve direnmeyi seçtiniz. Ya küçük gettonuza çekilecek ve sesinizi kesecek, ya da şiddete başvuracaktınız. Gettoya çekilmek üzerinize her sözün rejim tarafından söylenmesi demektir. Artık siz bir kurucu ötekisiniz, hayırlısı olsun. Sizin üzerinizden ürettiği efsane ve korkular, rejim için eşsiz bir çimento işlevi görecek bundan böyle. Ama diyelim ki, canınıza tak etti ve şiddete yöneldiniz. Bu durumda iki yol var önünüzde. Ayaklandığınız rejimi yenme başarısını göstereceksiniz. Bunu yapamazsanız, yine rejimin en sağlam köşe taşı oldunuz demektir. Kocaman kıllı bir el sizi tüm kahramanlık hikayelerinizle birlikte kurucu öteki çuvalına atacaktır.

Her zihniyet bir ahlak üretir ve bu ahlakın en kapalı gettoya bile sirayet etmemesi mümkün değildir. Mesela Tek Parti diktatöryasından sonra iktidara gelen hükümetler seçkinlerin bürokrasiyi ve devlet imkanlarını yağmalamasını halk lehine dengelemek için kamu arazilerini, KİT'leri, memuriyet ve sosyal sigorta sistemini yağmaya açmıştı. Halk iktidarını kurmaktan anladıkları, aslında CHP mantığını tersten çalıştırmak ve aynı ahlaka tabi olmak oldu. Demirel döneminde 30 yaşında insanların emekli olduğunu, kentlerin yağmalandığını gördük. Böyle bir yöntem, aslında ülkeye asla demokrasinin gelmemesini garantilemek demekti. Haliyle kurumlar aynı mantıkla her döneme adapte oldu. Aynı çürük ahlakı üretiyor ve hatta bunu çevrede daha temiz kalmış büyük kitlelere bulaştırıyordu. Kimisi koca bir sektöre el koyar, kimi ise bir gecekondu arazisine, fark eder mi?.

Dolayısıyla Türkiye'de her ne kuruluyorsa, devletin modelini taklit etti. Terör örgütü, sendika, oda, birlik, üniversite veya STK, fark etmez. Bu böyle olduğunda, en büyük örgütün doğal azası olunmuş demektir. Birbirine zıtmış görünen birçok kurum veya kişiler arasındaki hayretle karşılanan geçişler bu ortak zihniyet ve ahlakın ürünüdür. Doğal olarak rejimin değişmesini istemezler. Buna rağmen düzen değişiyorsa, meşruiyetlerini yitirir ve bir örgüte dönüşürler.

Son 12 yılda asıl tepkiyi çeken, Erdoğan'ın bu ortak ahlak ve zihniyetten akılcı bir şekilde yavaş yavaş, fark ettirmeden, kendisini kurban etmeden farklılaşmış, üzerinde güç biriktirmiş olmasıdır. Başörtüsü reformunu, Dersim özrünü, 1915 taziyesini Erdoğan 2002 yılında da yapabilirdi. Daha doğrusu zihniyet olarak yapmaya müsaitti. Ama bırakın bunları, Andımız'ı dahi 2002 yılında kaldıramaz, darbeyle uzaklaştırılırdı. Belki tabanı bile kendisini anlayamaz, bir kısmı acemi bulur, bir kısmı da gücenirdi.

Hasılı, Erdoğan ve AK Parti'nin başarısının asıl nedeni, ekonomi ve siyasi sorunlara eski rejime farklı bir zihniyetle bakabilmiş, bunu zamanla, hatalarından da öğrenerek geliştirebilmiş olmasında yatar. Bu hareketin en değerli özelliği budur. O yüzden değişimi arzulayan geniş kitle için rakipsizdir.

Bu çözümleme doğruysa, Erdoğan, Davutoğlu ve AK Parti'nin reformları kurumsallaştırmak, eski zihniyeti kalıcı şekilde söküp atmak için bu özelliğini yeni şartlara göre uyarlayıp daha öne çıkarması elzem. Bu kritik eşiğin önemi biliniyor olmalı ki, parti iyi bir ekibe özenli bir strateji ile teslim edildi. Patinaj yapanlara mesaj verildi, ayak uydurmaya davet edildi. Bu yumuşak geçiş büyük bir şans. Fethullah Gülen efsanesinin kaç ayda çöktüğü ortadayken, onurlu bir final veya kendine gelme şansının değeri anlaşılacaktır.

Bir zihniyet üç veya dört kuşakta değişiyor. İşte Türkiye'nin bundan sonraki en büyük meselesi bu... Bu dönüşümü hızlandırmak mümkün. Kendi üzerimize cesurca düşünmek, kendi dışımıza çıkabilmek ve bu meselenin en temel konu olduğunu hep akılda tutmak sanırım en doğru formül.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.