1. YAZARLAR

  2. Reha RUHAVİOĞLU

  3. Türkiye ve Kürdler: Kaostan Çıkışın İmkanları
Reha RUHAVİOĞLU

Reha RUHAVİOĞLU

gazeteipekyol
Yazarın Tüm Yazıları >

Türkiye ve Kürdler: Kaostan Çıkışın İmkanları

A+A-

 

 

 

kaynak: bas-haber.com


 

     Cizre, Silvan ve Sur gibi Kürdistan'ın medeniyet rahmi olan kadim şehirlerini Suriye'ye ziyadesiyle benzetmiş olan çatışma durumunun -resmî sınırları baz alacak olursak- içsel ve dışsal temel iki saiki var. İlki: içeride özyönetim-başkanlık gerilimi ve ikincisi: bu gerilimin tarafları olan aktörlerin çatışan Rojava siyasetleri. Ömrü iki buçuk yıl kadar olan Çözüm Süreci’nin bozulmasının temel sebebi; süreci başlatan taraflardan AK Parti hükümetinin gelinen noktada her iki kulvarda da umduğunun aksiyle karşılaşmış olmasıdır. Bu iki kulvarın ikisinde de sürecin “karşı” tarafı kazançlı çıkmış; hattın yukarısında Kürdler sivil siyasetle büyürken, hattın aşağısında Rojava’nın statüsü Türkiye’nin engelleyemeyeceği bir noktaya doğru yükselişe geçmiştir. Dolayısıyla sürecin başlama dinamikleri onun sonunu da getirmiş ve o günlerde tünelin ucunda görünen ışık bugün, hepimizi bir şiddet sarmalına sürüklemiştir.

     PKK stratejisi bağlamında konuşacak olursak; sürecin bozulmasından sonra PKK, çatışmayı şehirlere çekerek stratejik olarak savaş koşullarının dezavantajlı durumundan kurtulmayı hedeflemiş ve az çaba ile büyük işler çıkarmayı hedeflemiştir. Kobanî’den aktarılan çatışma tecrübesi ile Kobanî’nin oluşturduğu kamuoyu hesaplanınca PKK için bu strateji çok iştah açıcı gelmiş görünmektedir. Ancak Kobanî için sokaklara dökülen binlerce insanın Sur’daki yıkım için derecede ilgi göstermemesi PKK’nin hesap hatasının ilk sonucu olarak okunmaya değerdir. Kuzey’de sivil siyasi mücadelenin elde ettiği başarı burada savaşa mahkûm olunmadığı kanaatini pekiştirmiş, iki yılı aşkın süren barış havasının oluşturduğu iklim insanları kapılarına gelen savaşa destek vermekten alıkoymuştur. Kobanî için tehlikenin DAİŞ olması sebebiyle oluşan uluslar arası kamuoyu Cizre, Sur ve sair yerlerin bir NATO ülkesinin egemenliği altında olması sebebiyle PKK açısından arzu edilen ilgiyi uyandıramamış ve neticede Sur, Cizre, Silvan ve diğer şehirler fiziken Kobanî’ye benzemiş ancak çatışmanın doğurduğu sonuç bakımından hiç de öyle gelişmemiştir. Devletin hendek ve barikat stratejisi karşısında benimsediği topyekûn yıkım politikası devletle halkın arasını tamiri neredeyse imkansız bir şekilde açmış olsa da çatışma halinin bu denli uzaması PKK’nin de aleyhine dönmüş, Suriye’nin akıbeti Kürdistan’ın sokaklarına dayanınca PKK umduğu geniş desteği bulamamıştır. PKK’nin yeni stratejisinin belki de en düşük halk desteği görmesinin bir sebebi de yeni stratejinin self-determinasyon hakkı bağlamında değil bir savaş taktiği olarak gelişmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Her ne kadar kendi kendini yönetme iradesinin tartışılmasına ve talep edilmesine sebep olmuşsa da Sur, Cizre ve diğer yerlerde süren çatışmaların öz-yönetim hamlesinden ziyade Türkiye’nin Rojava’daki engellemelerine karşı bir savaş hamlesi olduğu ve Kuzey’de bu şekilde bir şehrin yönetimini almanın mümkün olmadığı izahtan varestedir. Çatışmanın şehirlerde uzaması Türkiye’nin istikrarına zarar vermekte ancak PKK açısından somut bir kazanımla neticelenmesi de oldukça zor olmakla birlikte PKK ile ona destek veren kitle arasındaki meşruiyet bağını zayıflatması daha muhtemel görünmektedir.

     Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bakan yönüyle durum; içeride Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Başkanlık Sistemi” ısrarı ve zihnindeki başkanlık modeli ile devletin Rojava’da sürdürdüğü “Kürd anasını görmesin” siyaseti ona hem içerde hem de dışarıda kaybettirmektedir. Erdoğan’ın zihnindeki başkanlık modeli kutuplaştırıcı bir siyaseti zorunlu kılmakta ve bu model demokrasinin yerele aktarılmasından ziyade yetkileri bir kişide toplamayı hedeflemektedir. Başkanlık modelinden Öcalan’ın anladığı ile HDP’nin Erdoğan Tipi Başkanlık’ta gördüğü arasındaki fark Öcalan’ın desteklenebileceğini söylemesine rağmen HDP’nin başkanlık karşıtı bir siyasetle seçime gitmesini netice vermiştir. Bu da Kürd siyaseti ile Erdoğan arasındaki gerilimi tırmandırmış, Rojava’nın da yıldızının parlamasıyla iş masanın devrilmesine kadar varmıştır.

     Türkiye öteden beri bu kadar aşikar etmese de Rojava’da bir Kürd yönetimine karşı durmuş, bunu bazen Çözüm Süreci’nde kırmızı çizgi olarak bazen de Kürdlerle mücadele edenleri Kürdlere tercih ederek engelleme siyasetini sürdürmüştür. En son Cenevre 3’te rest çekerek PYD’nin masaya oturmasını engellemiş, bunu da diplomatik bir zafer diye paylaşmaktan çekinmemiştir. Ancak bunun sorunu derinlesştiren ve uzun vadede Türkiye’yi çözümsüzlüğe mahkûm edecek bir karar olmadığını iddia etmek güçtür. Çünkü masaya oturmasını istemediği PYD, o bölgenin en yerli aktörü olması ve DAİŞ’e karşı en etkili mücadele eden yapı olması sebebiyle ne Rusya’nın ne de ABD’nin gözden çıkarabileceği bir aktördür. Hâlihazırda Cerablus bölgesi DAİŞ’in işgalinde ve Türkiye DAİŞ’in orada bulunmasından çok PYD’nin o bölgeye yerleşmesini sorun eden politikasıyla uluslar arası arenada giderek kaybeden bir siyaset izlemektedir.

     Dün; Kobanî'nin IŞİD tarafından düşürülme tehlikesi karşısında Kürdler, Pêşmerge güçlerinin geçişi için verilen koridor açma sözünün tutulmamasına tepki olarak sokağa dökülmüş, Kürdistan'da linçlere dönüşen gösterilerde 50 civarında insan yaşamını yitirmişti. Bunun neticesinde ABD’nin de baskısıyla koridor açılmış ve Pêşmerge güçleri Kobanî'ye geçiş sağlamışlardı. Ancak Kürd politikasında zamanlamanın hayatî önemini bir türlü kavrayamayan Türkiye Cumhuriyeti koridoru açan devlet olmasına rağmen hafızalara "kötü adam" olarak yazıldı. Bugün, ayağına dolanan tarihi "Kürd anasını görmesin" politikası sebebiyle telafisi imkânsız bir fırsatı kaçırmakta, komşusunun evinin içini dizayn etmeye çalışırken kendi "iç huzuru"nu kendi eliyle bozmaktadır.

     Kördüğümden çıkış: Zor ama imkânsız değil!

     Gelinen noktada başkanlık-özyönetim gerilimi ile çatışan Rojava siyasetlerinin ateşi bizi bir kördüğüme hapsetmiş görünmektedir. Çıkışın her zamankinden zor olduğu ortamda bu fırtınadan çıkış için aktörlerin katı tutumlarını gözden geçirmeleri, herkesin kazançlı çıkacağı hayırlar üretmek üzere hapsoldukları pozisyonları gözden geçirmeleri, ellerindeki kartları bir başka oyun kurmak üzere yeniden düzenlemeleri gerekmektedir.

     Hem Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hem de Kürd siyasetinin Rojava, başkanlık ve öz-yönetim meselesinde duruşlarını gözden geçirmeleri ve “çıkarların ortaklaşabileceği” bir nokta bulmak için çaba göstermeleri gerekmektedir.

     Türkiye, Rojava politikasını kendisine verilecek bazı güvenceler ve tavizler karşılığında değiştirebilecek bir noktaya gelmelidir. Örneğin, Rojava’dan kendisine bir tehlike ulaşmayacağı konusunda uluslar arası garantörlükte bir taahhüt ve PKK’nin Türkiye sınırlarından tamamen çekilmesi buraya karşı silahlı mücadeleyi bırakması koşuluyla

     Cerablus Bölgesi üzerindeki engeli kaldırmayı ve Kürdlerle dostluk temelli bir ilişkiyi tesis etmeyi gündemine alabilir. Böylesi bir ilişki Rojava’yı Rusya-İran blokundan Türkiye’nin de yer aldığı batı blokuna taşıyabilir. Bunun Türkiye için değerini kendileri daha iyi bilir. Buradan başlayacak ilişki içerde başkanlık meselesi karşısındaki Kürd direncini de yumuşatabilir. Rojava'da Cerablus bölgesi Türkiye'ye rağmen Kürdlerin eline geçerse Türkiye büyük bir fırsatı heba etmiş olacağını ve iç huzurunu yakalayabilmesi için Rojava politikasından daha zor bir değişim yaşaması gerekebileceğini göz önüne alırsa böyle bir politika değişikliğine aslında mecbur olduğunu görecektir.

     Kürd Siyaseti hattın yukarısında, bu uzlaşma sürecine bir taşla iki kuş vurmayı hedefleyerek, başkanlık tartışmasını demokrasinin yerelleşeceği ve self determinasyonu da içereceği bir zemine çekmeye çalışarak başlayabilir. Hattın aşağısında ise salt PYD kontrolünde bir bölge görünümünü ortadan kaldırmak ve Türkiye’nin de kaygılarını bertaraf etmek üzere Rojava siyasetine çoğulcu bir hüviyet kazandırılmasının ve Güney Kürdistan’a yakın partilerin de özgürce siyaset yapabilmesinin önünü açabilir. Kürdler siyaset yaptıkları her bölgede başka halklarla kurabildikleri olumlu ilişkiyi başka Kürdlerle de kurmanın değerini takdir edecek bir politika izlemelidirler. Bu, Kürdlerin demokrasiyi tesis edebilmeleri için de elzemdir.

     Bölge bir ateş sarmalı içinde bocalarken iki tarafın da siyasetlerini gözden geçirerek varacakları bu nokta aynı zamanda, herkesin birbirinden emin ve memnun olduğu bir düzen için varmak zorunda oldukları noktadır da... Ne kadar erken varılırsa o kadar iyi…


 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.