1. YAZARLAR

  2. Opr.Dr. Engin YILMAZ

  3. Türkçe Olimpiyatları ve Dilleri Yasaklanan
Opr.Dr. Engin YILMAZ

Opr.Dr. Engin YILMAZ

UFKUMUZ
Yazarın Tüm Yazıları >

Türkçe Olimpiyatları ve Dilleri Yasaklanan

A+A-
“Nijerli çocuklara Türkçeyi öğrettik ama doğu ve güneydoğudakilere hala Türkçeyi öğretemedik” kızgınlıkla karışık bu hayıflanma AK Parti’nin önceki hükümetinde başbakan yardımcısı olan Cemil Çiçek’e ait… Yani “Kürt açılımı” ve “Kardeşlik projesi” ile Kürtlerin inkâr ve asimilasyonunu ortadan kaldırdığını iddia eden ve güya “İslamcı” olarak bilinen hükümetin üyesine.

 

Bu söz; kendi ülkesindeki farklı etnisite ve kültürlere tahammül edemeyen ve Türk dili ve kültürünü dayatarak onları Türkleşmeye zorlayan asimilasyoncu anlayışın dışa vurumudur…

 

Ülkemizde yönetim erkini elinde tutan aktörler ve hükümetler sürekli olarak değişiyor ama bu güç sahiplerinin Kürtleri asimile etme istekleri ve çabaları hiç değişmiyor. 1930’lardaki asimilasyoncu Kemalist paradigma günümüzde göreceli bir yumuşama gösterse de gerçekte iktidara gelen hükümetlerin hemen hepsinde farklı bir versiyonda yeniden hayat bulup varlığını idame ediyor. Kemalist, liberal, sosyalist ya da İslamcı tantanslı hükümetlerin hepsinin üzerinde mutabık oldukları ve bir birlerinden miras olarak devraldıkları tek konu bu asimilasyoncu bakışın devamının sağlanmasıdır…  

 

2000’li yıllara kadarki iktidarlar Kürtleri tümden şiddet kullanarak ret ve inkâr ile asimilasyona tabi tutarken son 10 yıldır bu politikanın netice vermediği anlaşılmış olduğundan farklı bir metotla asimilasyona devam edilme kararı alınmıştır. 2007 deki MGK toplantısında bu zamana kadar sonuç vermemiş ve bundan sonrada vermeyeceği kesinleşmiş olan militarist tedbirler yerine siyasal tedbirlerin alınması kararı verilerek “Kürt açılımı” projesine start verilmiştir. Oluşturulan yeni konsept Kemalist paradigmanın kırmızı çizgilerini zorlamadan “Ehilleştirilmiş Kürt” tipini yaratmak üzerine kurgulanmıştır. Bu konseptteki temel amaç; kamusal ve sosyal yaşam alanlarında Türk etnisitesinin egemenliğini sarsmadan, Kürt varlığının sadece kültürel boyutu ile yaşamasına izin verilerek Kürtlerin sisteme karşı giderek artan milliyetçi reflekslerini kontrol altında tutmaktır. “Kürtlerin kitlesel haklarına hayır ama bireysel haklarına evet” şeklinde formüle edilen son yaklaşım; başbakanın “bu ülkede Kürt sorunu yoktur, Kürt vatandaşlarımın sorunu vardır “sözü ile de resmileştirildi. Devlet-Cemaat-AKP güç birliği ve “yok edemediysen ehilleştir” mantığı ile yürütülen bu yeni süreç Kemalist düzenin vermeye yanaşmadığı Kürtlerin siyasal istekleri karşısında şimdilik iyi bir çıkış yolu gibi gözükmektedir. Yeni süreç Kürtleri “en az” ile kandırmaya yönelik bir devlet projesidir. Bundan dolayıdır ki batıda ve devletin tepesinde birbirleriyle kavgalı olan kurum ve kuruluşlar (yargı, asker, polis, cemaatler, Türk solu, AKP, CHP, MHP vs.)  Kürdistan’da mevzu Kürtler olunca tam bir dayanışma içinde kol kola hareket etmeleri bu projenin iktizasıdır.

 

Örneğin: Ergenekon ve balyoz gibi davalar nedeniyle iktidar partisine diş bileyen askeri vesayet Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerde, BDP yerine AKP’nin seçimleri kazanması için her türlü baskıyı yaptığı bilinen bir gerçektir.

 

Kürtleri kandırma amaçlı bu yeni sürecin mimarı AKP ve ona bu amaca uygun kadroları sağlayan Atlantik ötesi güdümlü cemaat başta olmak üzere Türkiye’deki bazı İslami cemaatlerdir. Bu sürecin halka anlatılması işinin ihalesini ise iktidar partisinin politikalarını kayıtsız şartsız destekleyen yeni yetme “yandaş medya” yüklenmiştir.

 

İktidar partisi ve cemaat elemanı kadrolarla şekillendirilmiş yeni derin devlet, son zamanlarda İslami kardeşlik argümanlarını kullanarak, İslami duyarlılığı baskın olan Kürtleri ulusal haklarını isteme konusunda frenleyebileceğinin hesaplarını yapmaktadır. Tıpkı geçmiş tarihlerde defalarca yaşandığı gibi… Kürtlerin şansızlığı; son 200 yıldır her haklarına kavuşacakları aydınlığa gebe dönemlerde daima birilerinin çıkıp onları dinle kandırarak kaderleşen karanlıklarına mahkûm etmesidir. Yıllar önce Devlet-Hizbullah işbirliği ile öldürülen Kürdistan’ın aziz şehidi ve Zehra Vakfı kurucusu İzzettin Yıldırım, bir soru üzerine İslami partilerin olası iktidarı hakkında şunları söylemişti: Bu partilerin iktidarı; sallantıda olan ve can çekişen Kemalist sistem için kurtuluş olur. Bunlar sistemin aksayan yönlerini tamir etmekle Kemalizm’in yalnızca rahat nefes almasını sağlamayacak; ayrıca korkarım ki Kemalist paradigmanın Kürtlere uyguladığı zulmü de dini argümanlarla meşrulaştıracaklardır. Bu durum Kürt sorunu çözümünün bunların eliyle gecikmesini doğuracaktır.

 

Bu sözün söylendiği tarihlerde, birçoğumuz bu yargıyı garipsemiş, anlamakta zorlanmıştık. Çünkü kabullenmesi zor bir düşünceydi. O tarihlerde müesses nizamın bütün bileşenleri (ordu, medya, Kemalist partiler vs…) siyasal İslamcıları yaşamın siyasal ve sosyal tüm alanlarında ezmenin ve kovmanın mücadelesini veriyordu. Parti kapatmadan imam-hatip katsayısına, başörtüsünden başta ordu olmak üzere kamu kuruluşlarından atılmalara kadar birçok zulme maruz kalmış insanların devletin zulmünü yaşamış kişiler olarak; kendileri gibi dışlanan ve zulme uğrayan diğer kesimleri iyi anladıklarını ve onlara sahip çıkacaklarını düşünüyorduk. “Kaldı ki bunlar Allah’ı bilen ve ondan korkan insanlardır, ümmet anlayışı gereği de olsa zulme uğrayan Kürtleri mutlaka kucaklayacaklardır” diyorduk. Olması gereken doğru mantık buydu fakat tarih Seyda’nın (İzzettin Yıldırım) o günkü şartlarda anlamakta zorlandığımız öngörüsünü haklı çıkardı.

 

Ne ilginçtir ki bugün iktidar partisinin Kürtleri “azla” kandırmaya çalışan politikalarının ve başbakanın milliyetçi tonu belirgin söylemlerinin arkasındaki kişi başbakanın danışmanı olan Yasin Akdoğan’dır; ki bu adam uzun zaman Seyda’nın yanında bulunmuş ve onun rahle-i tedrisatından geçmiştir. Bir zamanlar Mehmet Metiner ile birlikte “Yeni Zemin” dergisinde Kürtlerin haklarına demokrat açıdan bakarken bugün ise, rahmetli İzzettin Yıldırımı haklı çıkartırcasına Kürtlerin ulusal isteklerine en sert direnci bunlar göstermektedirler.

 

 

Neo-Osmanlıcı Türkiyeli İslamcılar

 

Kürt’lere uygulanan ret, inkar ve asimilasyonu bitirdiklerini iddia eden AKP ve onun sadık müttefiki olan Türkiye’deki çoğu İslamcı cemaatler, sergiledikleri Türk milliyetçisi tavırlarla gerçekte İslamın temel çerçevesini çizdiği “ümmetçi” bakış açısından bir hayli uzaktırlar.

Kürt meselesine bakış açılarını Kur’an ve Sünnetteki naslar değil Kemalist düzenin beyinlerine kazıdığı bilinçaltındaki milliyetçi izler belirlemektedir. Bir başka deyişle; katı Kemalist anlayışa göre daha toleranslı olmakla birlikte bakış açılarındaki milliyetçi örgünün temel sebebi bilgi birikimlerinin Kemalizm’in milliyetçi tezlerinden beslenmiş olmasındandır.

 

Türkiye’deki çoğu İslami çevreler genlerine kadar işlemiş bir saplantı ile hala din-devlet-millet üçlemesinin tesiri altındadır. Türkçe olimpiyatlarını düzenleyen cemaat bunlardan biridir ve bakış açısı geçmişteki söylemlerine göre göreceli olarak yumuşama gösterse de gerçekte Turancılıkla harmanlanmış özünü hala muhafaza etmektedir. Son zamanlardaki söylemlerinde Türk milliyetçisi yönleri törpülenmiş gözükse de ortaya koydukları tarz ve davranışlarla bu özelliklerini hala muhafaza ettikleri rahatlıkla seziliyor. Türk okullarında ortaya konan tavır bu yargının en temel belirtilerindendir. İslamlaştırmak yerine, daha çok Türkleştirmek…

 

Haksızlık etmemek adına şunu özellikle belirtmeliyim: Bu ülkede İslam’ın ümmet ruhunu çok iyi kavramış ve onu içselleştirerek söylemlerinde Kürtlerin kimliksel sorunlarını cesurca dile getiren Müslüman cemaatler, düşünürler ve yazarlar da vardır. Bunlar İslam’ın “zulüm kimden gelirse gelsin mazlumdan yana olma” prensibine sadık olanlardır. Biz Kürtler, onların sergiledikleri adil ve saygın duruşa daima minnettar kalacağız.

 

Olimpiyat mı, Asimilasyon mu?

 

Türkiye’deki başta AKP olmak üzere muhafazakâr çevrelerin Türk milliyetçiliğinden beslenen tavırlarına onlarca örnek verilebilir. Bu makalede bu örneklerden biri olarak Türkçe olimpiyatlarında ortaya konan tutum ve davranışlarla nasıl bir milliyetçi tutum sergiledikleri irdelenecektir.

Konunun başında isterseniz “Olimpiyat” ve “Asimilasyon” kavramlarının anlamını vererek bu organizasyonun olimpiyat mı yoksa asimilasyon amaçlı bir kültür faşizmi mi olduğu kararını birlikte verelim.

 

   Olimpiyat: Orijinini antik yunan medeniyetindeki spor müsabakalarından alan uluslararası yarışmalardır. Günümüzde sporun dışında matematik ve fizik gibi bilimsel alanlarda da yapılmaktadır. Olimpiyat komitesinin 1890’lı yıllarda belirlediği olimpiyat kriterlerine göre

a)   Tüm kıtalardan kendi ülkesini (ulusunu) temsil eden milli yarışmacılar katılacak

 

Bizde ki Türkçe olimpiyatlarında ise dünyanın farklı ülkelerinden gelmelerine rağmen yarışmacılar kendi ülkelerini ve kültürlerini değil, sadece Türk kültürünü temsil etmektedirler. Bu nedenle sadece bir ırka, o ırkın diline ve kültürüne hizmet ettiği için evrensel ruhtan yoksundur. Evrensel olmayan ise olimpiyat adını hak edemez.

 

b)   Yarışmalar her seferinde olimpiyatın evrensel yönünü güçlendirmek için farklı ülkelerde düzenlenecek

Bizdeki olimpiyat ise daima ve sadece Türkiye’de düzenlenmektedir. İzleyiciler ise hep aynı değişmeyen simalardır: cemaatin üyeleri, cemaat üyelerinden oy devşirmek isteyen siyasi partilerin temsilcileri, Cemaate yakın görünmek isteyen bürokrasi ve ekonomik çıkarları ön planda olan işadamları vs….

 

   Asimilasyon: Güçlü bir toplum yada kültürün daha zayıf toplum ve kültürleri kendi içinde dönüştürerek eritmesi, kendine eklemesi.

 

Durumun detayına daha fazla girmeden yukarıdaki kriterlere göre sorum şu olacaktır: Türk milliyetçiliği teması güçlü bir şarkı yada şiir eşliğinde, horon teptirilen Afrikalı zavallı bir zenci çocuğun, olimpiyatlardaki halini yeniden hatırlayın. Seyircilerse onları izlerken Türklük milli duygusunun doruklarında salya sümük ağlıyorlar. Bu olimpiyat mıdır, yoksa kültür faşizmini amaçlayan asimilasyon organizasyonu mudur?

 

Bu konuda, Erhan Koçhan adlı yazarın yazısından aktaracağım bir bölüm sanırım sağlıklı düşünmenize katkı sağlayacaktır:

“Bence Türkiye’de senenin 12 ayı haftanın yedi günü olimpiyat yapılıyor. Trakya’daki Romanların sene boyunca Türkçe konuşması muhteşem bir asimilasyon sonucu kazanılmış güzel bir olimpiyattır. Ya Karadeniz’deki Lazların, Ege de ki Rumların veya Gürcülerin veya  Hatay’daki Arapların, Güneydoğudaki Ermenilerin veya Kürtlerin… bütün bunların sene boyunca konuşmaları, konuşturulmaları kocaman bir olimpiyat… bu büyük olimpiyatları yapanları cani gönülden kutluyoruz…”

 

 

Olimpiyatlarda dökülen timsah gözyaşları…

 

Bu yılki Türkçe olimpiyatlarda her yıl yapılanlarda mutat hale gelen bazı medyatik olayları yeniden yaşadık.

 

Örneğin AKP’li Bülent Arınç Türkçe şarkı okuyan konuk yabancı çocukları gözyaşları içinde selamlıyordu. “AKP’nin vicdanı” olarak kabul edilen Bülent Arınç’ın duygulu ve rikkatli bir kalbe sahip olduğunu dost ve düşman herkes kabul eder. Fakat bana anlaşılmaz gelen şey, Sayın Arınç’ın merhametli vicdanı bu ülkede asimile edilerek dilleri unutturulan ve köklerinden kopartılan Kürt çocuklarına karşı neden tepkisiz kaldığıdır.

 

Sn. Arınç! sizin olaylar karşısında gösterdiğiniz adil ve vicdani yaklaşımınızı yıllardır takip eder ve takdir ederim. Ama ne olur bir kerede bu vicdanınızın nazarını bizlere yani 1000 yıldır sizinle aynı dini, tarihi, coğrafyayı ve acıyı paylaşan Kürt çocuklarına da çeviriniz. Kendi dilinizde okunan şiirler ve şarkılar için sevinç gözyaşları döküyorsunuz da, Kürt’lerin son iki asırdır maruz kaldığı etnik baskı ve zulümler için birkaç damla bile olsa gözyaşınızı daima esirgediniz. Sizler dilinizi okyanus ötesi kıtalara taşıma zaferini kutlarken, bizler kendisinden “tek millet, tek dil” söylemini devraldığınız sistemin statüko ve yasakları yüzünden dillerimizi bizden sonraki nesillere yani kendi çocuklarımıza dahi aktaramıyoruz. Ana dilde eğitime uyguladığınız defans nedeniyle çocuklarımız kendi dillerini öğrenemiyorlar. Asimilasyon amaçlı bu vicdansız yasaklar nedeniyle birkaç on yıl sonra Kürtçeyi konuşabilen Kürt nüfusu iyice erimiş olacak.

 

Türkçe olimpiyatlarında izleyici sıralarında oturan ve gözyaşlarına boğulmuş olanlar, sözlerim Sayın Arınç’ın şahsında hepinizedir:

 

Türkçe bir şiire ya da şarkı okuyan çocukları görünce ağlayacak kadar duygulu olan efendiler; acaba bu ülkede taş attığı için sokaklardan toplanıp zindanlara atılan 2000’e yakın Kürt çocuğu için neden ağlamazsınız?.. Hadi onlar taş attığı için ağlanmaya değmeyen suçlular olsun. Peki; köyleri boşaltılan, evleri yakılıp yıkılmış evsiz Kürt çocukları için yada ,  faili meçhullerle babaları öldürülmüş, hiçbir şeyden haberi olmayan sahipsiz kalmış onbinlerce Kürt çocuğu için hiç gözleriniz yaşardı mı? 90’lı yılların devlet baskısı ve zulmü nedeni ile Güney Kürdistan’a göç etmek zorunda kalarak Mahmur kampında sefalet ve açlık ile pençeleşen, çamurlu su içerek yaşamını idame eden ve hastalıklarla boğuşan Kürt çocukları için neden vicdanınızda bir kıpırdanma olmaz? Gözyaşlarınız, zorla Türkiye’nin batısına göç ettirilip varoşların kirli dünyasında her türlü değer yargılarını ve ahlak anlayışını çiğnemek zorunda bırakılmış Kürt çocukları için neden akmaz?

 

En önemlisi; uyguladığınız asimilasyonlarla her geçen gün kendi dilinden ve kimliğinden gittikçe uzaklaşan Kürt çocukları için neden hüzünlenmezsiniz? 

 

Bir Türkçe şarkıya yaşaran gözleriniz, Türkiye’deki 20 milyon Kürdün acıklı ve makus talihine karşı neden kup kuru ve hatta bakışlarınız zaman zaman neden hınçla dolu?.. iktidar değil misiniz, bu adaletsiz şartları düzeltip bizim çocuklarımızın da kendi şarkılarını korkmadan, çekinmeden ve tedirgin olmadan söylemelerini sağlamak, sizin göreviniz değil midir?.. Sizler şarkılarınızı ve türkülerinizi devlet destekli organizasyonlarla çılgınca alkışlayıp zafer havasında dinlerken bizim çocuklarımız neden kendi şarkılarını işkence korkusu nedeni ile zindanlarda dahi söyleyememektedirler?.. Gözyaşlarınız kendi dilleri, kimlikleri yok olmasın diye var olma onuru ve insani haklar gibi masumca isteklerde bulundukları için devletin faşist baskısı karşısında ülkelerini terk eden, yurtdışındaki sürgün Kürt aydınları için de mi akmıyor? Yurtdışına kaçmış ve orada siyasi mülteci olarak yaşayan binlerce Kürt yurtseveri, annelerine, babalarına ve ailelerine hasret yaşıyorlar. Çoğu anne ve babalarının değil ölümlerine onların mezarlarını ziyarete dahi gelemediler. Bu trajediyi sizin bir şarkınızın okunması kadar hazin bulmuyorsanız, size tavsiyem vicdanlarınızı yeniden resetlemenizdir.

 

Hz. Ömer’in, “Dicle’nin kıyısında bir kurt bir kuzuyu yerse, bundan ben sorumluyum” diyen İslami adalet anlayışınız nerede kaldı?  Dünyanın dört bir tarafına anında yetişen vicdanınızın halimizi görmeyişi; yardıma hazır ellerinizin ise yaralarımızı sarmayışı nedendir?

 

Tüm bu nedenlerle gözyaşlarınız bize samimi gelmemektedir. Bırakın samimiyeti, ortaya koyduğunuz bu ikiyüzlü çifte standart nedeni ile bizlere daha bir itici gelmektedir. Çoğu Kürt, vicdandan yoksun bu gözyaşlarınızı nefretle izledi.

 

Sizler, devletin tüm imkân ve yasalarının dilinizi yüceltmek üzerine kurulmasına yetinmeyerek dilinizi tüm dünyaya yaymak gibi bir fantezinin peşinde iken bizler öyle fantazik istekler peşinde değiliz. Çok değil, sadece dilimizin yok olmamasını yani en temel insani haklardan biri olan kendi dilimizin yaşamasını, var olmasını ve o dille özgürce konuşmayı istiyoruz.

Bu adaletsiz durumu şöyle anlatabiliriz: Sizler sofranızdaki her türlü meze ve kebaplarla yetinmeyip absürt damak tatlarının mesela havyar ya da suşi’nin de peşindesiniz. Oysaki “Müslüman kardeşlerimiz” dediğiniz biz Kürtler sadece yaşayabilecek kadar kuru da olsa bir parça ekmeğe muhtacız. Türkçe olimpiyatlarında “ bizimkiler kebapla yetinmiyorlar maşallah havyar da istiyorlar” diye sevinç gözyaşları döken zevat, dönsün ve sadece kuru ekmeği dileyen Kürtlerin ruh halini anlamaya çalışsın.

 

Kendi ulusal kültür ve kimlikleri yok olmasın diye asimilasyon politikalarına karşı mücadele eden ve anadilde eğitim gibi en temel insani hakkı talep eden Kürtleri ya sürgüne yada hapishanede çürümeye mahkûm eden sizler, kendi dilinizin şenliklerini ise devlet destekli organizasyonlarla zafer havasında kutluyorsunuz. Bu çarpık adalet hangi vicdana sığar?..

 

Bu ülkede 20 milyon Kürt kendi anadilleriyle eğitim, sağlık ve kamudan hizmet alamazken sözde kardeşiz diyen Türk dostlarımızın Kürtlere nispet yaparcasına kendi dillerinin olimpiyatlarını yapmaları hangi vicdan iledir?   Eğer bu adaletsiz davranışı yapanlar bunu İslam adına yapıyor ve bu garabete de Müslümanlık diyorlarsa; biliniz ki, biz onların tarif ettiği Müslümanlıktan uzağız. Çünkü şunu iyi biliyoruz ki Allahın dini bunarın ortaya koyduğu tarz ve davranışlarından çok farklı ve bir o kadarda adildir.

 

Hele hele bu şenliklerinizden bazılarını Kürtlere nispet edercesine Kürt nüfusunun ve Kürt siyasi hareketlerinin yoğun olduğu Van ve Urfa gibi illerde yapmanız hangi maksatladır? 

 

“Sizi yok sayıyoruz ama bakın biz varız ve hala asimile edebiliyoruz” dercesine yapılan gövde gösterisi hangi kardeşlik ve barış anlayışına sığar? Yaptığınız işlerle asimilasyonu ve devşirmeyi atalarınız gibi çok iyi başardığınızı ispat ediyorsunuz. Bu konudaki maharetinizi biliyor ve kabul ediyoruz. Bu nedenle tahrik edici şovlara da gerek yoktur.

Şunu iyi biliniz ki, düzenlediğiniz törenlerde kendine, kimliğine ve halkına sırtını dönmüş birkaç devşirme ruhlu Kürd’ün acınası alkışlarını almış olabilirsiniz. Sakın ha! Aldığınız o sahte ve devşirmeci alkışlar, yaptıklarınızın tüm Kürtlerce kabul gördüğü yanılgısına düşürmesin sizi. Aksine yaptığınız milliyetçi gövde gösterileriniz bu halkın gerçek temsilcisi olan yurtsever insanlarını rencide etmiştir. Devlet koruması altında organize ettiğiniz bu tiyatral mizansenler sizlere; gereksiz, anlamsız ve şimdilik geçici bir zafer sarhoşluğu sağlamış olabilir ama emin olun çoğu Kürdü rencide etmek ve aramızdaki kırgınlıkları daha da pekiştirmek dışında sizlere, bizlere ve toplum barışına hiçbir katkı sağlayamaz.

Türkçe olimpiyatlarının Urfa ve Van gibi illerde yapılması yukarıda anlatıldığı gibi Fetihçi, Turancı egolarını tatmin ve asimilasyondaki maharetlerini teşhir ederek Kürtlere nispet etmektir.

 

Olimpiyatların Kürt illerinde yapılmasının bir başka sebebi; devlet destekli bu devasa organizasyonlarla Kürtleri, Türk kültürüne karşı özendirerek onların asimilasyona olan dirençlerini kırmak da olabilir. Kürtlere verilmek istenen mesaj şudur:

“-Kendi dillerinde ve kültürlerinde kalmayı inat edinen Kürtler! Bakın biz dünyanın dört bir yanında insanları asimile ediyoruz. Görüyorsunuz ne kadarda güzel oluyor. Gelin inat etmeyin, direnmeyin sizde asimile olun.”

Sebep ve amaç ne olursa olsun asimilasyondaki maharetlerini teşhir etmek olan bu organizasyonlar asla Kürtlerin sempatisini kazanamaz.

Sizler Urfa ve Van’da davullar, zurnalar ve horonlar eşliğinde kendi dilinizin şenliğini kutlarken,anadille eğitim hakkı dahi olmayan biz Kürtler evlerimizde bizleri rencide eden ayıbınıza sadece sitem edebildik. Zafer sarhoşluğu ile attığınız naralar, sokakları donattığınız afişler,  televizyon reklamlarınız, canlı yayınlarınız… emin olun bizlere hiç sempatik gelmedi. Ama ne çare? Sesimizi korkudan çıkaramadık bile. Çünkü bu duruma itiraz edecekler için istifleyip hazırda beklettiğiniz biber gazlarınız ve coplarınızla bizlere kendinizce ders vermeye hazırdınız.

 

     Allaha sığınarak ıslah olmanız ümidiyle sizleri onun terbiyeciliğine havale ediyoruz.

 

    Allah’ım! Senin dininin temsilcileri böylemi olmalıydılar?

    Hani “Müminler kardeşti”?

    Hani “Hepimiz bir uzvun azaları gibiydik”?

    Hani “Birimizin canı yanınca diğerleri de bunu hissedecekti?

Hani benim dilim, kültürüm ve kimliğim ret ve inkâr edilip asimile edilirken “Birbirinizin dertleriyle dertlenin” düsturunun gereği olarak Müslümanlar sıkıntılarımızı paylaşacak ve sırtlayacaklardı?

Hani “Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma” emri gereği Kürtlerin asimilasyonuna karşı Müslüman kardeşlerimiz İslami refleks gereği empati kuracak ve kendilerine uygulanmasını istemedikleri hiçbir yasağın Kürtlere de uygulanmasını istemeyeceklerdi? 

Hani “Vallahi Müslüman olamaz kendi nefsi için istediğini başka kardeşi için de istemedikçe” emrinin gereği olarak kendilerinin yararlandığı bütün haklardan Kürtler’inde yararlanmasını isteyen Müslümanlar ve onlardan beklenen eşitlikçi ve adil paylaşım ruhu?

   Hani ayetlerine olan saygı ve bağlılık?

   Hani Rum suresi 22. ayetteki “Sizin dilleriniz ve renkleriniz benim ayetlerimdendir” emrinin gereği olarak ırklara ve dillere olan saygı ve özgürlükçü anlayış?

   Allah’ım!

   Türkiye’deki Müslümanları sana şikâyet ediyoruz.

Bunların adaletten uzak çarpık İslami anlayışları yüzünden yaptıkları hatalar senin dinine mal oldu. Kürtlerin bir kısmı bu içi boşaltılmış ve Türk milliyetçiği ile doldurulmuş anlayışı gerçek İslam zannederek ondan ürktüler ve hatta senin dinine düşman oldular. Bu gün Kürt halkının bir kısmı İslam’dan uzaklaşmışsa bunun nedeni Türkiye’deki Müslümanların İslam’ın ümmet anlayışına uygun davranamayışlarındandır. Kemalist paradigmaya paralel oluşturdukları milliyetçi söylemleri, Kürtleri dinden soğutarak onları başka ideolojilerin kucağına itmiştir. Son zamanlarda Kürtleri siyasal isteklerden vazgeçirebilmek ve “Ehilleştirilmiş Kürt” tipolojisi oluşturma politikalarında dinin kullanılması; dini afyon ve egemenler tarafından asimilasyon aracı olarak kullanıldığını iddia eden, bu yüzden de Kürtlerin dinden uzaklaşması gerektiğini savunan Kürt solunun elini güçlendirmektedir.

 

  Allah’ım!  

  Hâlbuki biz biliyoruz ki senin dinin gerçekte onların ortaya koyduklarından çok uzaktadır. 

   

“Anadilde eğitim hakkı en temel insani hakkımızdır” dediğimiz zaman ne gariptir ki en sert itirazı İslami çevrelerden alıyoruz. En temel yanılgıları ise temel hak ve hürriyetlerin istenilmesini insani ve dini bir hak olarak kabul etmek yerine, politik istekler olarak ayrılıkçılığa, bölücülüğe ve devlet düşmanlığına tevil etmeleridir. Hatta öyle İslami çevreler biliyorum ki Kürt sorununda ezberlerini bozan aykırı bir fikirle karşılaştıklarında muhataplarını küfürle itham edecek kadar vicdan ve izandan mahrumdurlar.

 

 

Son zamanlarda özetle şu tarz bir itirazı dillendiriyorlar:

-Dilinizi evinizde ve sokakta konuşmayı yasak olmaktan çıkardık. TRT ŞEŞ de kuruldu. Daha ne istiyorsunuz. Dilinizi yaşatmaya ve öğretmeye engel mi var. Anadilde eğitime ne gerek var. Çok istiyorsanız çocuklarınıza evlerinizde kendi dillerinizi öğretebilirsiniz. Hem Türkçe neyinize yetmiyor. Sizin asıl amacınız ülkeyi bölmek ve ortamı germek. Müslüman tefrikacı olamaz”

 

El insaf!.. “Bizler kardeşiz” diyeceksiniz ama sen çocuğuna hiçbir kısıtlama olmadan devletin okullarında Türkçe öğreteceksin. Bizlerse çocuklarımıza ana dillerini öğretmek için bin bir zorluğa katlanacağız. Bu yolla kaç kişi çocuğuna ana dilini öğretebiliyor ki? Sizlerin, evde, işyerinde, sokakta ve kamusal alanda Türkçe konuşulduğu için çocuğunuza kendi anadili olan Türkçeyi öğretmek gibi bir yükünüz ve sıkıntınız yoktur. Bizler ise kamusal alandan okula, çarşı-pazardan evlerimizin içine kadar sirayet eden Türkçe karşısında kendi çocuklarımıza ana dili olan Kürtçeyi öğrensinler ve unutmasınlar diye ne zorluklarla uğraşıyoruz. Yinede kendim dâhil birçoğumuz bunda başarılı olamıyoruz. Çünkü eve hapsedilen bir dili yaşatabilmek zordur. Anadil öğretimi anne ve babanın evde çocuğa öğreterek aşabileceği bir sorun değildir. Pratikte bunun zorluklarını hepimiz yaşayarak görüyoruz. Onun içindir ki şuan kentlerde yaşayan yeni nesil Kürtlerin % 80-90’ı kendi dillerini konuşamamakta, yazamamakta ve okuyamamaktadır. Bu durumun temel nedeni ebeveynlerin başta ekonomik sıkıntılar olmak üzere farklı meşguliyetleri nedeniyle çocuklarına zaman ayırarak anadil eğitimi verememeleridir.

 

Unutulmamalıdır ki; bir dilin yaşaması ve gelecek nesillere aktarılmasını sağlayacak en önemli yol çocuklara eğitimin o dille verilmesidir. Binaenaleyh hiçbir gerekçe Kürtleri bu fıtri haktan mahrum edemez. 

 

Başta Kuran-ı Kerim olmak üzere tüm dinlerin kutsal metinlerinden tutun İnsan hakları evrensel beyannamesinde ve AB’nin siyasi kriterlerine kadar kadim ve modern tüm hukuk sistemlerinde “anadillerin varlığı ve kutsallığı” saygı ve itibar görür. Allah Rum suresinin 22. Ayetinde “Sizin dillerini ve renkleriniz benim ayetlerimdendir” diyerek dünyanın tüm dillerinin ve ırklarının kutsallığına dikkat çekerek saygı duyulmasını ve muhafaza edilmesini emretmiştir. Allahın“ayetlerimdendir”  dediği dillerden biri olan Kürtçe bugün yok sayılıyor ve yasaklanıyorsa bu gidişata dur demeyen, kalben destek veren ve hatta “Kürtler ve Kürtçe vardır ve yaşamalıdır”diyenleri yıllardır“Kürtçü” diye yaftalayan Türkiye’deki devletçi zihniyetteki Müslümanların halini Allaha havale ediyoruz.

Bizler “anadilimizle eğitim almak istiyoruz” derken Kuran’ın, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi veya AB normları gibi modern dünyadaki hukuk kriterlerini çiğniyor veya onların dışında fazladan hak talep ediyorsak bundan dönmeye, yanlışımızı kabul etmeye hazırız.

“Anadilde eğitim”e bölünme paranoyası ile en fazla direnç gösteren siyasal kesimlerden biri olan İslami cemaatlere şunu söylüyoruz:

 

“Gelin inancınızda samimi iseniz, Kuran ve Sünneti aramıza hakem yaparak bu durumun çözümünü Allahın adaletine bırakalım. Eğer İslam dininin temel kaynak ve rükünlerinde “Anadilde eğitim hakkı yoktur” gibi bir yargı çıkarsa isteklerimizden vazgeçmeye, asimilasyona ve dilimizi unutmaya hazırız. Ama tersi çıkarsa -ki böyle olacağı muhakkaktır- sizler İslam’ın bu yöndeki telkinini içselleştirip Kürt halkının taleplerini sahiplenecek misiniz?

 

Türkiyeli Müslümanların bu konudaki bir başka çelişkisi de şudur:  “Her konuda referans değerlerimiz kuran ve sünnettir” derler fakat ne hikmetse Kürt sorunu konusunda bu referans kaynaklarına müracaat etmek yerine Kemalist paradigmanın etkisinde kalmaktadırlar.

 

Kürdistan’da ki illerden birinde düzenlenen 9.Türkçe olimpiyatlarında bu ilin valisi protokol konuşmasında şöyle diyordu: “Türkçe şuan dünyada en çok konuşulan 5.dildir, amacımız bu dili en çok konuşulan 1. dil yapmaktır.”

 

Aynı ilde “kendi dili ve kültürü yok olmasın diye feryat eden” Kürtlere biber gazı, copu ve gözaltılarını reva gören bu valinin ortaya koyduğu çifte standardı da vicdan sahiplerine havale ediyoruz.

 

Nasıl bir kardeşlik anlayışıdır ki Türk dil olimpiyatı coşkuyla, övgüyle ve alkışlarla kutlanacak ve o dili öğretenler göklere çıkartılacak ama “Kürt kardeşlerimiz” dediklerinin dili yok olmasın diye faaliyet gösteren Van’daki Kürtçe dil kursu Kurdi-Der’in yönetici ve öğretmenleri Van’daki Türkçe olimpiyatı kutlamalarından 2 gün önce sabaha doğru polis baskınıyla tutuklanacaklar. Kürt dili kursunun öğretmenlerini tutuklayıp Kürtlerin kendi dilini özel bir dersanede dahi öğrenmesine tahammül edemediniz. Bir kardeşin diline tüm imkânlar seferber edilecek ama diğer kardeşin diline ise tüm engeller ve kısıtlamalar konulacak.

 

   Kürt dilinin öğretmenleri zindana; Türk dilinin öğretmenleri olimpiyat şenliğine….

 

   Buna kardeşlik deniyor öyle mi?...

 

Bu yapılanlar bizim düşlediğimiz kardeşlikle örtüşmüyor. Bu nedenledir ki ben her konuşmalarında kardeşlikten bahseden bu zevatın kardeşlik yalanlarına inanmıyorum. Samimiyetsizliklerini ortaya koyan bu adaletsiz ve çarpık uygulamalarını gördükçe de asla inanmayacağım.

 

   Bir samimiyetsizlik örneği daha hatırlatayım sizlere:

 

Atlantik ötesinde CIA korumasında yaşayan ve Türkçe olimpiyatlarının hamisi olan zat ne kadar vicdanlı olduğunu anlatmak için Körfez savaşında ölen İsrailli çocuklara dahi hüngür hüngür ağladığını söylemişti.

 

Vicdan ve izan sahibi herkese soruyorum: Bu muhterem zat madem o kadar vicdanlıydı da niçin bir gün de Kürdistan da mayınlara ve top mermilerine basarak parçalanan Kürt çocuklarına ağlamadı. Sömürgeci İsrail’in çocuklarına ağlayacak kadar rikkatli olan vicdanını faili meçhullerle babaları öldürülen, yakılan köyler nedeniyle varoşlarda açlık ve sefaletle boğuşan, yada taş attı diye zindanlara mahkum edilen ve sayıları onbinleri bulan Kürt çocukları için neden birkaç damla gözyaşını çok görür. Bırakın ağlamayı o çocukların dillerinin ve milliyetlerinin isimlerini dahi kendisinden duymadık. Küçük dünyam adlı kitabında kendi itirafı ile sabittir ki Kürt olduğu için Üstad Bediüzzaman Said Nursi’yi ziyaret etmeyecek kadar Türk milliyetçiliği refleksleri olan bu zattan elbetteki Kürt, Kürtçe ve Kürdistan kelimelerini de duyamazsınız.

 

Aynı zatı muhteremden Kürtlerin de bir millet olduğunu onlarında yeryüzündeki diğer milletler gibi Allahın kendilerine takdir ettiği dillerini ve kültürlerini yaşama ve yaşatma hakları olduğunu hiçbir zaman duyamadık.

 

Türkçe olimpiyatlarını düzenleyen cemaatin Kürtlere yönelik devletçi ve milliyetçi bakışları 1980 lerden bu yana daima belirgin bir biçimde hissedildi. Hatırladığım kadarıyla 1988 ya da 1989 larda cemaatin yayın organı olan Zaman gazetesinde Kürtçe diye bir dilin olmadığına yönelik yazı dizisi yayınlandı. O yıllarda ortaokul son sınıf talebesiydim ve cemaatin yurdunda kalıyordum. Dilimizi inkâr eden bu yazının benim gibi küçük bir Kürt çocuğunun yüreğinde nasıl bir kırgınlık ve yara oluşturduğunu sizlerin hassasiyetine sunuyorum.

 

Kürtleri geçmişte yok sayan cemaatin bu bakışına yönelik onlarca örnek sayabilirim. Ama makalenin uzamaması için şimdilik kısa kesiyorum.

 

Bu organizasyonun sahipleri geçmişte hiçbir şey olmamış gibi şimdide Dünya T.V.’yi kurarak Kürtçe dilinde yayın yapmaktadırlar. Milliyetçi ve devletçi bakış açılarından vazgeçerek Kürtleri ve Kürt kimliğini önemsedikleri yada saygı duydukları için Kürtçe yayın yapıyor değiller. Cemaat eskiden beri uyguladığı “gerçek niyetini gizleme” alışkanlığına devam etmektedir. Amaçları AKP politikaları ile aynı paraleldedir ve Kürt halkının toplumsal tabanlı ve yükseliş trendindeki önlenemeyen insani, hukuki ve siyasal taleplerini frenlemektir. Yani Kürtlerin istediği insani ve hukuki standartların gerektirdiği oranda haklar kadar değil; kendilerinin verebileceği kadar sınırlı özgürlük ortamına Kürtleri razı edebilmektir. “Kitlesel haklara hayır, bireysel haklara evet” diyen bu anlayış geçmişte Kürtlerin maruz kaldığı ölümden beter hallerini göstererek bugün için onları sıtmaya razı etme gayretindedir. İstiyorlar ki maymun gözünü açmasın. Bu fetbaz siyaseti güdenlere göre Kürtlerin geneli uyanmadan ve hakkı olanı istemeden onu ehilleştirmek gerekiyor. Ehilleştirmenin ve evcilleştirmenin en güzel yolu ise son 1000 yıllık tarihsel tecrübelerle kanıtlanmış olan dini ve din kardeşliğini kullanmak olduğunun da bilincindeler.  Cemaat ve AKP’nin ana gayesi Kürtleri dindarlaştırmak değil dinle ehilleştirerek sisteme entegre etmektir. Bu yolu kullanmadaki maharetleri ise hiçte küçümsenecek düzeyde değildir. Dünya TV bunun için kurulmuştur. Gerek cemaat finanslı Dünya TV. de gerekse de AKP iktidarı etkisindeki TRT 6 da ki programların önemli bir kısmının dini içerikli olması bu yolu kullandıklarının açık göstergesidir. Aynı şekilde; Türkiye’de dini irşada daha fazla muhtaç olan Ege, Akdeniz ve Marmara gibi bölgeler varken ve Kürtlerin yaşadığı Kürdistan’da dini yaşam batı bölgelerine göre daha yoğun iken Kürtlerin dini irşada daha fazla ihtiyacı varmış gibi, batıya değil Kürdistan’a 15 000 imamın atanması, bu amacın pratiğe döküldüğünün başka bir göstergesidir.

 

Tabi şu konuyu da irdelemekte fayda var: AKP hükümetinin ve cemaatin kol kola girerek “Demokratik açılım” adı altında yarım yamalak da olsa Kürt sorununu çözme isteği Kürtleri çok sevdikleri için değildir. Çözme iradesi; Kürt sorununun Türkiye’nin en önemli sorunu olduğunu ve bu sorunu çözmeden Türkiye’de siyasal, sosyal ve ekonomik istikrarın asla gerçekleşemeyeceğini iyi bilmelerinden kaynaklanıyor.. Bu nedenle açılım manevralarıyla kendilerine ayak bağı olan Kürt sorunundan kurtulmanın ve Türkiye’nin önünü açmanın yollarını zorlamaktadırlar.   

 

Olimpiyat madalyalı Kürtler…

 

  Peki Türkçe olimpiyatlarında görev alan yada orada izleyici olarak bulunup elleri patlayana kadar alkış tutan Kürtlere ne demeli? Bu kişilerin ruh halini “köklerine ve geçmişlerine yabancılaşmış Kürtler” adlı makalemde anlatmıştım. Doğrusu onlara hep acımışımdır. Hasan Sabbah’ın afyoncu fedaileri gibi öylesine büyülenmişler ki ne gözleri, ne kulakları, nede beyinleri gerçekleri algılayamamaktadır. Benimde o cemaatin içinde görev alan akrabalarım ve arkadaşlarım var. Bu nedenle onların ruh yapılarını yakinen iyi biliyorum.

 

Ne garip bir durum değil mi? Anlamakta zorlanıyor insan. Kendi ana dilleri yasaklanan, kendi anadillerinden uzak ve kendi anadilini kendi çocuklarına dahi öğretemeyen Kürt gençleri, Kürt dilini yani kendi anadillerini yok ve yasak etmek isteyenlerin dillerini dünyanın her tarafına yaymanın gayreti içindeler.

 

Olimpiyatlarda seyirci olarak katılan ve Türkçe şarkıları dinleyerek sevinç gözyaşları ile kendinden geçmiş Kürtlere de şaşırıyorum.

 

Bu Kürtler olimpiyat komitesinin“Türk kültürüne hizmet eden herkese şükranlarımızı sunarız”sözü karşısında, şükran duyulacak insanların ancak “Türklüğe hizmet edenler” olabileceğini duyduklarında ne hissettiler acaba?...

 

Bu söz onlara 1930’ların Adalet bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un Bu ülke yalnızca Türklerindir. Türk olmayanların ise bu ülkede bir tek hakları vardır: Oda hizmetçi olmak." sözünü çağrıştırmadı mı?

 

Yanlarında olsam onlara şu sitemi etmek isterdim: Sizler, eşleriniz, çocuklarınız, aileleriniz kısaca tüm Kürtler asimilasyonun cenderesinde dillerinizi, kimliğinizi ve kültürünüzü günbegün kaybediyorsunuz. Asıl ağlanacak haliniz budur. Bu halinize oturup ağlayacağınıza sizin olmayan hatta asimilasyonunuz için size zorla dikte ettirilen başka bir dilin zaferine, yükselişine ağlıyorsunuz. Kendi cellâdına âşık olma hali bu olsa gerek. Yönünü başka bir dile, sırtını ise kendi diline ve kimliğine döndürmüş aynı zamanda halkına, kimliğine ve kültürüne yabancılaşmış devşirme ruhlu Kürtlere şimdilik acımak dışında ne gelir elden?

 

Amaç: Türkçe konuşan bir dünya…

 

Organizasyonlarda cemaat adına konuşan bazı yetkililer; nihai hedeflerinin Türkçeyi dünyanın en çok konuşulan dili yapmak olduğuna vurgu yaptılar.

 

Dünyanın en çok konuşulan dili olabilmek, başka dilleri ve milletleri asimile ederek yok etmeyi gerektirir. Başka diller ve o dili kullananlar yok olacaklar ki siz en çok konuşulan dil olasınız. Bu amaç doğası gereği faşizan uygulamaları doğurur.

 

İttihat’çılarla başlayan ve Kemalist paradigma ile de devam etmekte olan, bu topraklarda yaşayan herkesi Türkleştirme isteği hız kesmişe benzemiyor. Çok değil, daha 90 yıl önce bu topraklarda 3,5 milyon Ermeni, 1,5 milyon Rum ve azımsanmayacak kadar Nasturi, Keldani, Süryani, Yahudi, Arap ve Yezidi yaşıyordu. Anadolu’yu Türkleştirmek için bu ırkların temizlenmesi gereğine inanan faşist yaklaşımın bir sonucu olarak katliamlar, tehcirler ve mübadelelerle dolu acı hatıralar eşliğinde bu gün, hemen hepsi ya yok edilmiş yâda numunelik hale getirilmiştir. Geride kalan tek Türk olmayan gurup Kürtlerdir. Bunları da ret, inkâr ve asimilasyon politikaları ile eriterek Anadolu’nun katıksız bir Türk yurdu olması istendi. Ama Allah’a şükür 100 yıllık asimilasyona karşı Kürtler, büyük acılar ve bedeller vererek bu güne kadar direndi. Sürgünler, zorunlu göçler, katliamlar, zindanlar, istiklal mahkemeleri, mecburi iskân yasaları, Dersim, Ağrı, Şeyh Said ve Zilan katliamları bu asimilasyon çabalarının acı hatıralar eşliğindeki ürünleri olarak Kürtlerin hafızasında canlıklılarını hala muhafaza etmektedir. Asimilasyonla Kürtleri yok edemeyişinizin ve “Tek millet, Tek dil”  politikalarınızın iflası sizi madden ve manen yaraladığının farkındayız. Üzgünüz! Bu zevki size tattırmayacağız ve amacınız da asla gerçekleşmeyecek.

 

Seyid Rıza’nın meşhur sözünü günümüze uyarlasak hiçte fena olmaz:  Asimilasyonlarınıza boyun eğmedik ya, bu size DERT olsun!..

 

Anadolu’daki kadim etnik gurupları yok etmek, anlaşılan sizlere yetmemiş ki cemaat-devlet işbirliği ile ülke dışına da çıkarak farklı coğrafyalardaki insanları da asimile etmenin derdine düşmüşsünüz.

 

   Bu amacı Türkçe olimpiyatı reklamında görüyoruz: “Aynı dili konuşan bir dünya, Türkçe konuşan bir dünya, gelin bu dünyayı hayal edelim, birlikte gerçekleştirelim…”

 

Anadolu’nun tarih öncesi devirlerinden süzülüp gelen rengârenk kadim zenginliklerini “tek devlet, tek millet, tek dil” felsefesi ile yok ettiniz. Farklı etnik yapılardaki bu toprakların en eski ve yerleşik sahiplerini yok etmeniz sizi mutlu kıldı mı?.. Aynı çarpık mantıkla diğer milletleri de asimile etme ihtirasınız nereye kadar sürecek? Turan ülküsünün yeni versiyonu ile tek dilli, tek milletli, tek devletli bir “Türk dünyası” inşa etme hayalindesiniz.?  Peki, tamamen Türkleşmiş bir dünya doğanın kanununa, farklılıkları zenginlik olarak kabul eden İslam’a, evrensel hukuka ve insan haklarına uygun mudur?

 

   “Tekçi” saplantısı olup “hepimiz aynı dili konuşalım” diyenlere:

 

-Bizleri böyle farklı dil ve ırklarda yaratmak Allah’ın takdiridir. Eğer tek dil ve millette hayır ve isabet olsaydı, Allah tüm insanları tek dilde konuşan, tek millet olarak yaratırdı. Bizler, Allah’ın bu seçiminden yanayız. Yani farklılıklara sahip çıkıyor ve bu farklılıkları zenginlik kabul ederek onlara saygı duyuyoruz. Sizlerse farklılıkları yok edip bu zenginlikleri bitirmeye çalışıyorsunuz…

 

Yine de biz Kürtler bu amacınıza itiraz edecek konumda değiliz. En azından şimdilik bu emperyalist yaklaşımınıza başka milletler adına hayır deme gücünde değiliz. Şu an söyleyecek sözümüz ancak şöyle olabilir: Türkî cumhuriyetlerle birlikte birkaç devletin resmi dili olarak dünyanın beşinci en çok konuşulan dili olmak hala size yetmiyorsa Allah gözünüzü doyursun. “Hep bana”cı ihtirasınız nereye kadar devam edecek. İsterseniz Türkçeyi dünyanın en çok konuşulan birinci dili yapın ama ne olur bir de kardeşlerimiz dediğiniz biz Kürtlerin feryatlarına da kulak veriniz. Ve ne olur, sadece evlerimizde ve arka sokaklarda ürkerek ve korkarak konuştuğumuz dilimizin kullanımı önündeki engelleri kaldırınız. Dilimizi anayasal güvence altına alarak onu yasallaştırınız. Çünkü bizler, sadece dilimizin ölmemesini, yaşamasını istiyoruz. 

 

İslam adına milli asimilasyon…

 

   Şu itirazı çok sık duyuyoruz: “Bizim esas amacımız İslam’a hizmettir. Türkçe dili sadece araçtır”

 

   Buna verilecek cevap şudur:

 

   Eğer birileri ile gönül köprüleri kurmak ve onları İslam’a ısındırmak istiyorsanız, bunun yolu onları Türkleştirme değildir. “Önce Türkleştir sonra Müslümanlaştır” yaklaşımı İslam’ın tebliğ metoduna uymaz. Asr-ı saadette böyle bir metoda rastlamıyoruz. Peygamber ve ardılları olan Raşit halifeler döneminde Araplaştırma faaliyetleri olmamıştır. Bu metod Osmanlının Türkleştirme-İslamlaştırma yöntemi olan “devşirme” metodu ile birebirdir. Bu gösteriyor ki Asr-ı saadetten çok Osmanlının metotları esas alınmaktadır. Bu günlerde popüler bir kavram olan yeni Osmanlıcılık tabirinin revaçta olması tesadüfi değildir ve bu kanıyı güçlendiriyor.

 

Bu yol belki sizlerin milliyetçi egolarınızı tatmin edebilir fakat asimilasyon ve sömürge kavramları ile örtüşen yönleri nedeniyle insani ve dini değildir. Bu çıkmaz sokaktır. Kısa vadede başarı gibi gözükse de uzun vadede insanlığın kültürel renkliliği için bir yıkımdır. Eğer birilerine İslam’ı götürmek istiyorsanız onların milli kimlik ve kültürlerine saygı duyarak ve onları onlar yapan değerleri ile kabul edin.  Onların kendi dillerini ve kültürel değerlerini yaşatmasına yardımcı olarak yani Allah’ın ona takdir ettiği fıtri yaşamı ile kabul ederek ilişkiye giriniz. 

 

Sorulması gereken soru şudur; okullarınızdaki farklı milletlerden tüm öğrencilere Türkçeyi, Türk kültürünü ve Türk folklorunu öğretip benimsetiyorsunuz. Peki, kaç gayri Müslim öğrenciye ya da ailesine İslam’ı tebliğ edip onları İslamlaştırdınız. Öğrencilerinizin profiline bakılırsa daha çok Türkleştirilmiş ve Türkiye sempatizanı kişiler yetiştirmek amacında olduğunuz açıkça görülüyor. Bir olimpiyat yetkilisinin açıklaması buna ışık tutmaktadır: “Nihai amacımız, Türkiye ve Türk sempatizanı öğrenciler yetiştirmektir.”

 

Hani bir söz vardır: “dört yanlış bir doğru yapmaz” diye. Asimilasyon olimpiyatlarına İslami hizmetin bir bileşeni olarak görenlere bu sözün farklı bir uyarlamasını söylemek icap eder: Onlarca haramdan bir helal çıkmaz. Asimilasyon, milliyetçilik, şarkı, türkü, dans, çalgı,  müzik, yer yer dekolteye kaçan yarışmacıların giyimi, kadın-erkek birlikteliğinde eğlenme… bildiğim kadarıyla bunlar İslami literatürde helal değiller. Bu kadar haramdan İslami kazanımlar bekleyenlere duyurulur.   

 

Tarihte din ve ideoloji ihraçlarına sıkça rastlanılır. Mecusilikten Budizm’e, Hıristiyanlıktan İslam’a hemen hemen her dinin milletler arasına yayılımına tarih tanıklık etmiştir.  Beşeri sistemlerden ise liberalizmden faşizme, kapitalizmden sosyalizme kadar her türlü ideolojik yayılıma da tanık olduk. Ama tarihin hiçbir çağında (Osmanlı’daki devşirme metodu hariç) asimilasyona dayalı dil, kültür ve millet ihracı görülmemiştir. Bir milletin bir diğer millete din ve ideoloji ihracı anlaşılabilir bir durumdur. Ama bu ihracın etnisite kökenli milli kimlik ve dil şeklinde yapılması insani, dini ve hukuki olamaz. İnsanları tek millet ve dil halinde dizayn ederek farklılıkları ve renkleri ortadan kaldırmak Kuran’ın Rum ve Hucurat surelerinin sırasıyla 22. ve 13. ayetlerinin emrine ve dinin doğasına zıttır.

 

    Olimpiyatlarda asimilasyonun trajikomik yönlerine de şahit olduk. Hangi birini sayalım ki?

 

Afrikalıyı zavallı zenci çocuklara horon teptirdiniz. İskoç eteği giymeyi gururunuza yediremezsiniz, tarihsel nefretiniz yunan sirtakisi oynamaya izin vermez, Afrikalı dansını dilinize yerleşmiş “Gulu gulu dansı” tabiri ile aşağılarsınız, birine en ağır küfürü edeceğinizde “Yunan tohumu, Ermeni dölü, Bulgar kırması… dersiniz ama horonunuzu da şerefmiş gibi başkasına oynatırsınız. Biri size İskoç eteği giydirse ne hissederdiniz? Peki size yapılmasını istemediğiniz şeyleri başkalarına niçin yapıyorsunuz?. Hangi vicdanla kültürü ile alay ettiğiniz Afrikalı çocuğa horon teptirirsiniz?

 

İstiklal marşını okuduğunun anlamını bile bilmeyen dört yaşındaki zenci çocuğa okuttunuz. Daha kendi dilini bile anlamayan çocuğu papağan yerine koyduğunuzun farkında mısınız? Siz hiç Rus yada Arap milli marşını okudunuz mu? Okumadınız, okumaktan da hazzetmezsiniz. Doğru ve tabii olan da budur. Hiçbir millet başka bir milletin milli marşını o milletin coşkusu ve aşkıyla okuyamaz. Zavallı Afrikalı çocuk istiklal marşının hangi dizesinde, kendine ait neyi buluyor ki öyle içten okumasını ona dikte ediyorsunuz? Dedesi Kurtuluş savaşında mı savaşmış yada Çanakkale’de şehit olmuş bir yakını mı var? Ayyıldızlı bayrak onun neyine? “Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilal” desede kendi bayrağı dururken niye Türk bayrağına kurban olsun ki? Siz başka milletlerin bayrağına kurban oluyor musunuz?

 

Belli ki birileri, kendi egolarını tatmin için zavallı çocuğa papağan niyetine marşı ezberletmişler.  

 

Arif Nihat Asya gibi şairlerin milliyetçi şiirlerini başka milletlerin çocuklarına okutup gözyaşları içinde dinlediniz. O çocukları kendilerine ait olmayan ama dinleyicilerin hamasi duygularına hitap eden şiirleri okutarak onları paralı lejyonerler durumuna sokarak kişiliksizleştirdiniz. Türk olmayanlara bu tür şiirleri okutturarak onlara yalan söylettiriyorsunuz. Bu yaptığınız garabet yeni değildir. Aşina olduğunuz bir alışkanlık. Tıpkı Türkiye’de yıllardır Kürtlere yaptırdığınız gibi… Kürt çocuklarına “Türküm , çalışkanım…. Ne mutlu Türküm diyene” diye her sabah okullarda yalan yere yemin ettiriyorsunuz. Kürt olan bir çocuğa “Türküm” diye göz göre göre yalan söyleten zihniyetin başka milletten çocuklara böyle garabetler yaptırmasına şaşmamak gerekir.

 

Asimilasyona bu denli arzulu olan zevata böyle trajikomik durumlardan uzak durarak gülünç durumlara düşmemeleri için şu tavsiyemiz olabilir:

 

Bırakın her millet kendi şiirini, kendi şarkısını ve kendi marşını kendi dili ile söylesin. Şiiri, şarkıyı veya marşı etkili kılan, onun duyumsanarak yürekten söylenmesidir. ABD milli marşını en iyi bir ABD’li, Fransız marşını en iyi bir Fransız vatandaşı okur ve özümser. İstiklal marşını da en iyi bir Türk vatandaşından dinleyebilirsiniz. Tıpkı bunun gibi horonu en iyi Karadenizli, zeybeği Egeli, halayı da Kürt oynar. Bırakın Afrikalı zenci de kendi dansını yapsın.

 

 

Güneş dil teorisinden Sevgi diline…

 

Türkçe olimpiyatlarında sıkça tekrarlanan sözlerden biride şuydu:  “Sevgi dili olan Türkçeyi tüm dünyaya yayacağız.”  Ya da Türkçe kastedilerek “Sevgi dilinde buluşalım” deniliyordu.  Dillerin uygunluklarına göre bilim dili, edebiyat dili, şiir dili, gibi sınıflandırmaları duymuştuk ama bu olimpiyatlar vesilesi ile sevgi dili tanımlamasını da duymuş olduk. Her dilin dünyadaki diğer diller karşısında üstün olan yanları elbette vardır. Örneğin: Bilimsel konuları dünyada en iyi anlatabilen diller İngilizce ve Arapçadır. Çünkü kelime hazineleri zengindir. Farsça en güzel şiirlerin yazılmasına imkân verecek şekilde edebi yönü güçlü bir dildir. Ama sevgi tüm dillerde rahatça ifade edilebilir. Bunun için Türkçe öğrenmeye gerek yoktur. Çünkü dünyadaki tüm diller sevgiyi eşit oranda barındırır. En gelişmiş ulusal dillerden en çorak kabile dillerine kadar sevgi sözcüğünü karşılayan ve bu duyguyu anlatabilen kelimeler mutlaka vardır. Türkçeyi sevgi dili olarak tanımlayarak diğer dillerden ayırırsanız diğer dillerin ya sevgiyi anlatamadığı, ya eksik anlattığı yada nefret, düşmanlık ve kin ile dolu olduklarını ima etmiş olursunuz. Bu garabeti işleyenler dünya dillerini sevgi dilleri ve nefret dilleri olarak sınıflandırdıklarının ya farkında değiller yada üstünlük kurma psikolojisi ile bilerek yapmaktadırlar.

 

Bu durum bana cumhuriyetin ilk yıllarında rejimin iddia ettiği “güneş dil teorisi”ni hatırlatıyor. O teoride Türkçe “kök dildir” ve dünyanın tüm dilleri Türkçeden türemiştir gibi gülünç bir dayatma vardı. Türk dili, cemaatin çabaları ile yeniden ve farklı bir üstünlük tanımlaması ile karşımıza çıkıyor. Bu yeni süreçte dillerinin üstünlüğüne vurgu yapma içgüdüsünün evrimleşerek “kök dilden”  “sevgi diline” dönüştüğüne şahit oluyoruz…

 

Ben bu okullarda “size sevgi dilini öğretiyoruz” diye Türkçe dayatılan öğrencilerden biri olsaydım, onlara şu itirazım olurdu; Benim dilim sevgimi anlatmaya yetiyor. Sizin diliniz sevgi diliyse, benim dilim neyin dilidir?..

 

Bir dilin sevgi dili olması ancak mecazi bir ifadeyi karşılayabilir. Sevgi dili konuşma esasında hangi lisanı kullandığınızla ilgili değildir. Konuşma esnasında kucaklayıcı kelimelerin seçimini ve bu kelimelerin söylenişindeki tarz ve ses tonunu ifade eder. Eğer tarzınızda kırıcılık varsa bu konuşmanızı Türkçe yapsanız bile sevgi ortamını oluşturmazsınız. Ama ses tonunuz,  mimikleriniz, gözlerinizdeki bakış samimi ise ve kucaklayıcı kelimeleri seçmişseniz bunu dünyadaki en ilkel kabile dili ile yapsanız da “sevgi dilini” oluşturur ve amacınıza ulaşırsınız. Yani sevgi dili hangi lisanı kullandığınızla değil; bilakis konuşmanızı hangi tavır, hangi yüz ifadesi ve hangi ses tonu ile yaptığınızla ilintilidir. Başka bir ifade ile sevgi lisanın değil kalp ve gönül işidir.

 

Kaldı ki; Kürdün dilini,  hayatın her alanında yok edip sadece kendine yaşama hakkı tanıyan bir dil “sevgi dili” olamaz. Türkçeye sevgi dili denebilmesi; milliyetçi ihtiraslarla bu dilin Asimilasyon aracı olarak kullanılmasının son bulması ile mümkündür.

 

Kürtler hariç tüm dünyaya özgürlük…

 

9. Türkçe olimpiyatlarının kapanış konuşmasını yapan Başbakan, Türkçe konuşan 130 ülkedeki temsilciler karşısında kendinden geçmiş, sevinç, coşku ve heyecan içinde adeta zafer kutluyordu. Konuşması adeta özgürlük ve kardeşlik manifestosu gibiydi.

 

   Demokrasi, insan hakları, özgürlük ve kardeşlik havarisi kesilen başbakanı dinlerken son yılda“demokratik açılımdan” “militarist milliyetçiliğe” evirilen halini düşündüm. Kürsüde dünya halklarının kardeşliği ve barışından bahseden Sn. Erdoğan’ın, 12 Haziran seçimleri öncesi Kürtler konusunda bu demokrat tavrını sürdürememesi samimiyeti noktasında tam bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Demokratik açılım vaadiyle başlayan süreç Kürtlerin azla yetinmedikleri ve kandırılamayacakları fark edilince milliyetçi ve militarist söyleme geri dönülerek son buldu.

 

Yılların tecrübeleri bizlere şunu öğretti: Kürt sorunu demokrat ve özgürlükçü düşüncenin turnusol kâğıdıdır. Bir kişinin yada siyasal akımın demokrat, insan haklarına saygılı ve özgürlükçü olup olmadığını anlamak için Kürt sorununa bakış açısına bakmak yeterlidir. Filistin ve Makedonya’ya özgürlük diyen başbakan, konu Saddam’ın kimyasal silahlarına maruz kalmış Güney Kürdistanlı Kürtler olunca “kabile reisleri devlet kuramaz” söylemi ile Kürtlerin bağımsızlığına karşı çıkmıştır. Mısır, Tunus ve Libya halkları için daha fazla demokrasi isteyerek özgürlüklerden yana tavır koymasına rağmen Baas’çı Esad yönetiminde demir yumrukla yıllardır sindirilen Suriye halkı söz konusu olunca suskunluğu tercih etmesi nedensiz değildir. Çünkü özgür bir Suriye Güney Kürdistan’da ki gibi özgürleşen ve seslerini dünyaya duyuran yeni Kürt oluşumlarını doğuracaktır. Kendilerine tehdit olabilecek yada Türkiye’deki Kürtlerin özgürlük taleplerini daha fazla kamçılayacak yeni Kürt oluşumları görmektense onların Saddam ve Esad gibi diktatörlerce zulümle yönetilmelerine taraftar olunuyor.

    

Dünyaya özgürlük ve insan hakları konusunda öğüt verenlerin kendi ülkesindeki Kürtlerin kimlik haklarını gasp etmeleri hangi mantıkladır? Zulümde sınır tanımayan İsrail yönetimi bile “bizim içişlerimize karışıp Filistinlilerin haklarını savunacağına ülkendeki Kürtlerin haklarını ver”diyorsa başbakanın önce kendi ödevlerini gözden geçirmesi gerekir. Siyonist İsrail devletinin mazlum Filistin halkına yaptıklarını hepimiz biliyor ve kınıyoruz. Onların durumu vicdanı olan her insanın yüreğini yaralamaktadır. Bu nedenle Başbakanın Filistin halkının yanında yer alması takdire şayandır. Fakat başbakanın “başkası zulüm yaparsa kötü ben yaparsam iyidir” düşüncesinden sıyrılması gerekir.  Davos’ta “one minute” narasıyla öldürülen Filistinlilere dikkat çeken Erdoğan, 17000 faili meçhulün, yakılan 3500 civarı köyün, işkence edilen, insan pisliği yedirilen, ırzına geçilen, dilleri ve kültürleri yasaklanan Kürtlerin yaşadığı ülkenin başbakanı olduğunu bilmiyor mu? Başkasının dinine küfreden bari Müslüman olsa! Tek millet, tek dil söylemiyle Kürtlerin anadilde eğitim gibi en temel insani taleplerine gözünü ve kulağını kapatacaksın sonrada çok masummuş gibi dış dünyada birilerine demokrasi raconu keseceksin. Böyle çifte standart, böyle yağma olmaz. Ama demokratlık kriterlerinin ilham alındığı yer Kasımpaşa ise, eh! Olabilir.

  

Aynı başbakan’ın, Hakkâri’de kendi dili ve kültüründe ısrar eden ehilleştiremediği Kürtlere; “ya sev, ya terk et”, diyecek kadar tahammülsüzleştiğine de şahit olduk.

 

Sayın başbakan; Kürtler, senden ve senin atalarından önce de bu topraklardaydı. Ve senden sonra da burada yaşayacaklar… Asimilasyonlarınıza ve yasaklamalarınıza inat kendi dilleriyle konuşmaya da devam edeceklerdir. Bizleri asimile etmeye dilimizden ve kültürümüzden koparmaya senden öncekilerin gücü yetmedi, sen ve senden sonrakilerin de gücü yetmeyecektir!...

 

Sayın başbakan, dünyadaki tüm farklı ideolojilerdeki insanlara elinizi uzattınız. Daha düne kadar Filistin’i savunmana rağmen ABD’ deki Siyonist kuruluşlarında dahi konuşma yapıp onlardan plaketler alıyordunuz. Ama 8 yıldır, var olma mücadelesi veren Kürt milletvekillerine mecliste değil el uzatmak randevu dahi vermediniz. Partinizdeki 75 Kürt milletvekilini kastederek Kürtlerin iradesini AKP’nin temsil ettiğini savundunuz. Sizinle birlikte hareket etmeyen ve Kürtlerin ulusal hakları konusunda ısrarcı olan diğer Kürt milletvekillerini ise çapulcu ve bölücü diye tanımladınız. Maalesef hoşunuza gitmese de “gerçek” hiç de öyle tanımladığınız gibi değildir. Seçim sürecinde halkın gerçek milletvekilleri, her yerde kendi halkı ile kucaklaşırken, senin Kürtlerin temsilcisi dediğin milletvekillerin, kendi halkının korkusundan cadde ve sokaklarda dahi gezemediler. Gidebildikleri tek yer; devletin panzerleri ile polis korumasında olan yerlerdi. Kendi halkından korkan ve onların arasına giremeyenler, nasıl olur da Kürtlerin meşru temsilcileri olabilirler?..

 

Şunu iyi biliniz ki, partinde milletvekili yaptığın Kürtler, Kürt halkının kimliksel sorunları karşısında sustukça ve size yaranmak için gerçekleri görmekten ve söylemekten kaçındıkça asla ve asla halkımızın temsilcisi olamazlar. Bu suskunlukları ve duyarsızlıkları nedeniyle senin yanında bir değer ifade edebilirler. Fakat var olma mücadelesi veren mazlum Kürt halkının yanında böyle davrandıkları sürece hiçbir anlam ifade etmemektedirler.

 

 

SONUÇ:

           

Asimilasyon kim tarafından ve hangi sebeple yapılırsa yapısın bir insanlık suçudur.

Yaşayan her dil gibi Türkçenin de yaşaması ve gelişmesine hiçbir itirazımız olamaz. Çünkü her dil gibi Türkçe de saygındır ve kutsaldır. Saygı duymayacağımız tek şey bir dilin gelişmesi ve serpilmesi esnasında diğer dilleri kendi bünyesine alarak onları eritmesi ve yok etmesidir. Başkalarını yok etmek ve yemekle beslenen bir dil yükselişini kan, gözyaşı ve zulme borçludur. Böyle bir dil ve bu dilin müntesipleri saygıyı hak etmez. Asimilasyonun olduğu bir ortamda halkların kardeşliği ve toplum barışı asla tesis edilemez. Asimilasyon ve yasaklama çabalarının olmadığı; eşit ve onurlu bir halk olarak kabul edildiğimiz kardeşçe bir ortamda biz Kürtler Türkçenin tüm şenliklerine katılmaya ve katkı vermeye hazırız. Yeter ki gerçek bir kardeşlikten beklenen iyi niyetin emareleri olsun….

 

Bu Makale Kürtlerin ve Türklerin adalet temelli iki eşit toplum olarak; kardeşliklerinin ve toplumsal barışlarının tesisine katkı vermesi temennisi ile kaleme alınmıştır. Türk kardeşlerimizi daha adil olmaya çağırırken kırıcı bir dilin kullanılmış olması birilerinde Türk düşmanı olduğumuz kanısının oluşmasını katiyen temenni etmeyiz. Asla! Irkçı değiliz ve ırkçılığın her çeşidine de karşıyız. Günlük siyasi çalkantılara kapılmadan, günlük politik kargaşanın kısırdöngülerinde boğulmadan ve hiçbir siyasi oluşumun avukatlığına soyunmadan bu ülkede yaşaya bir Kürt vatandaşının bakış açısıyla Kürt sorunundaki temel sıkıntıları Türkçe olimpiyatları üzerinden yorumlamaya çalıştım.

 

Halkımın uyanışına bu makalenin en küçük katkısı olursa kendimi bahtiyar hissederim.

 UFKUMUZ.COM

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.