TOPLUMSAL ÇÖZÜLME VE İSLAMİ AHLAK
Aziz Kur-an, insanın kalbine Allah sevgisini ve kulluk bilincini yerleştirerek, insanı gerçek benliğine sahip kılmaktadır. Gerçek manada insani erdemlerle mücehhez olan kişi, Allah(cc)’ın hassaten şereflendirmesiyle eşrefi mahlûkat olmaktadır.
Zira böyle bir insan, Rabbinin yüklediği sorumluluk gayesi doğrultusunda hayatını idame ettirir ve her yönüyle emin bir kimse olur. Emin kimselerden müteşekkil olan toplumun fertleri huzur ve güven üzere yaşarlar. Böyle bir toplum İslami erdemlerle bezenir, geleceğe güvenle bakar, emin adımlarla ilerlemeye devam eder.
İslami sorumluluk yüklenmekten imtina eden kişi ise, insani erdemlerden nasipsiz kalarak, esfel bir duruma düşer. Bu tür insan kılıklı sefil varlıklar, toplum içinde bir ur misali toplum sağlığını tehdit eder duruma gelir. Bu tür kişilerin toplum içinde sayısal artışı, toplumun ahlak, sağlık, huzur, düzen, güven, kardeşlik, sadakat, samimiyet gibi temel dinamiklerini temelden sarsar. Böyle bir toplum her yönüyle inhirafa düşer,…
Rabbimizin insana yüklediği sorumlulukların başında güven ve adalet gelmektedir. Bir toplumun bireyleri arasında bulunması gereken güven bozulur, adalet zaafa uğrarsa; o toplumun huzurundan, toplumsal bütünlükten, sağlıklı bir gelecekten söz edilemez. Bundan dolayıdır ki İslam, adaletin temel dinamiği olan “ahret bilincini” ısrarla vurgulamaktadır. Zira o günde her insan, yaptığı her şeyden mutlak manada hesaba çekilecektir. “(O gün) her kim zerre kadar iyilik yapmışsa, onun mükâfatını görecek ve her kim zerre kadar kötülük yapmışsa onun cezasını gerecektir.” (Zilzal, 7-8)
Bu dünyada işlenen hiçbir haksızlık karşılıksız kalmayacak, o gün hiçbir kimse de haksızlığa uğratılmayacaktır. Haliyle ahret inancı, bu hayatta insanın yürek polisi olmakta ve insanı her türlü haksızlıktan, kötülükten beri kılacaktır/kılmaktadır. Rabbimiz yine Aziz Kur-an’da şöyle buyurmaktadır: “Onlar, Allah’a ve ahret gününe inanırlar. İyiliği emreder, kötülükten men ederler ve hayır işlerinde birbiriyle yarışırlar. İşte onlar Salih olanlardır.” (Ali İmran, 114)
Allah(cc)’a inancın hemen ardından ahret inancı gelmektedir! Ahret inancı ki, dünya hayatında işlenmiş olan her türlü amelin hesabının görüleceği, zerre kadar iyiliğin de, zerre kadar kötülüğün de zayi olmayacağını bildirmektedir. Âlemlerin Efendisi de konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Sizden biriniz kendisi için sevip arzuladığı şeyi din kardeşi için de arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş sayılmaz!” (Buhari, İman, 7)
Bu Kur-an’i ve Nebevi ölçüler perspektifinde günümüz fert ve toplumun yapısına baktığımız zaman, hayretler içinde kalmaktan, şaşırıp afallamaktan kendimizi alamıyoruz. Evet, maalesef ki Müslüman olmanın zorunlu kıstasları olan pek çok ilahi ve nebevi ölçüleri hayatımızdan dışlamış bulunmaktayız. İnsanlar arası ilişkilerimizde Rabbani ve Nebevi olan bu kıstasları görmezlikten gelmekteyiz! Hatta ve hatta çoğumuz aile içi ilişkilerinde dahi bu ölçüleri kaale almamakta ve sıkılıkla aile içi buhranlar yaşamaktayız/yaşanmaktadır. Ne yazık ki istatistikler, son zamanlarda aile dağılmalarının, boşanmaların çok hızlı bir şekilde arttığını göstermektedir. Nice çocuklar ortalıkta kalmakta, suç örgütlerinin, çeşitli mafyaların eline düşmektedir. Kanunlar bu suç örgütleriyle mücadelede yetersiz kalmakta ve her gün bu olumsuzluklar bir kangren misali toplumu içten içe kemirmektedir.
Burada bir felaket tellallığı yaptığımız düşünülmesin. Ne yazık ve ne acıdır ki, toplumsal yapımız bu yolda çok hızlı bir şekilde ilerlemektedir. Özellikle sanal-sosyal medya, tv dizileri toplumumuzun her kesiminden insanları ölçüsüz ve doyumsuz bir hayat anlayışına sürüklemektedir. Eğitim sistemimiz zerre kadar bu yaraya merhem olamamaktadır. Sosyal ağlarımız bu gidişi olumlu yönde kanalize edecek hiçbir emare göstermemektedir. Toplumsal hafızamız İslami ölçüler açısından büyük bir felç geçirmektedir!
Toplum olarak “maarif” kaybımızın farkına varmalıyız. Yitirmiş olduğumuz adalet ve ahret bilincini, inancını yeniden kuşanacak bir seferberlik başlatmalıyız! Elbette ki bu çok yönlü, çok yoğun, çok ciddi ve çok katılımlı bir çalışmayı ve süreci zorunlu kılmaktadır. Bu çok katılımcıların başında muhakkak eğitim sisteminin ahlaki, zihni, ruhi bozulmalara karşı gereken tedbirleri kapsayacak şekilde düzenlenmesi kaçınılmaz olmuştur. Bu çalışmaya resmi ve özel kurum ve kuruluşların elbirliğiyle saha araştırmaları yaparak, toplumsal yapımıza uygun çözüm yol yordamlarını bulmaları, bu yol yordamları en uygun bir şekilde uygulamaya koymaları gerekmektedir. Kur-an ahlakını, Müslüman kişiliğini ciddi manada yeniden inşa etmenin hal çarelerine bakılmalıdır.
Bu gün toplum olarak acil bir şekilde İslam’ı, Rabbimizin vahyettiği ve Efendimizin yaşayıp tebliğ buyurduğu şekliyle anlamaya, inanmaya ve yaşamaya ihtiyacımız vardır. Ahlaki erdemlerle yeniden bezenmemiz, toplumsal ilişkilerimizi; “Benim ahlakımla ahlaklanmayan benden değildir!” ikazı nebiyi ölçü almaya gayret etmeliyiz. Efendimizin şu duasıyla yazımızı noktalayalım:
“Allah’ım! Bize artır, eksiltme! Bizi yükselt, alçaltma! Bize ver, mahrum bırakma! Bizi üste çıkar, alta düşürme! Bizi razı et ve bizden razı ol.”
“Bana on ayet indi. O ayetlerle amel eden cennete girer.” buyurdu ve Mü’minûn Sûresi’nin baş tarafındaki on ayeti okudu. ( Tirmizî, Kitabu Tefsiri’l-Kur’an, 24)
Fert ve toplum olarak yeniden bu ahlakı hayatımızın ölçüsü kılmak dua ve temennilerimle…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.