Toplumsal Buhranlara Karşı Aydın Olmanın Gerekleri
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” 3/104
Toplumda ortaya çıkan olumsuzlukları gören, bunları yeri geldiğinde eliyle, buna gücü yetmeyenlerin dilleriyle, buna da cesaret edemeyenlerin en azından içlerinde bunu kınamaları zorunluluk arz etmektedir. İnsan yeryüzünü imar etmekle görevlendirilmiş, öncelikle yaratıcıya daha sonra topluma karşı görev ve sorumlulukları bulunmaktadır. İnsanı diğer canlılardan ayırt eden en önemli özelliği akıldır. Aklını yaratıcısının kendisine emrettiği şekilde kullanan kişiler öncelikle kendilerini daha sonrada toplumlarını kurtuluşa ve felaha eriştirmişlerdir. Bilgi ve tecrübeleriyle okuma ve inançlarına koşullanmış duygulardan kurtulmuş, yeniliklere açık, araştıran, bilgi toplayan, öğrendiklerini çevresindekilere yaymaya çalışan ve onlarla paylaşan, düşüncelerini özgürce savunan, baskıcı ve çıkarcı idari sistemlere karşı uygarca ve cesurca karşı koyabilenler olmalı.
Toplumun çıkarı için kendi çıkarlarından ödün verebilen, edindiği bilgiler ile doğru varsayımlar kurabilen ve yeni yargılara ulaşan, yeni bilgilerin ışığı altında kazanmış olduğu eski düşünce ve tavrını yeri geldiğinde değiştirebilen, başka insanların yanılgılarına da hoşgörülü olabilen kişilerin bulunduğu toplumlar daha mutlu ve huzurlu bir hayat inşa ederler. Âlim, Entelektüel, Aydın veya Münevver, ne dersek diyelim bu kişiler kendilerine biçilmiş rol doğrultusunda hareket ettikleri sürece, iyilikler çoğalır, kötülükler ise azalır veya ortadan kalkar…
Son günlerde sıkça duyduğumuz Entelektüel, Aydın Münevver vb. kavramlarına asıl anlamları dışında anlam ve fonksiyonlar yüklendiği hakikatini unutmamalıyız. Ülkemizde Cumhuriyet tarihiyle beraber vuku bulan statükoyu muhafazayla yükümlü kılınmış, sorgula(ya)mayan, alternatif sun(a)mayan, mevcudu alkışlayan, yapılan haksızlıklara karşı üç maymunu oynayan bir entel ve aydın(!) sınıfı yaratılmıştır. Buna karşın 2000 li yılların başından itibaren Yeni Türkiye’nin inşasında ciddi reformlara imza atan, yenilikler ortaya çıkaran, bürokratik oligarşinin karşısına, halkın gücü ve temsiliyetini uygulamaya koyan bir iktidar, herkese umut ve güven kaynağı olmuştur. Doğudan batıya yurdun her sathında tüm muhaliflerin susturulduğu, devlet kaynaklarının belli bir azınlığın tekeline verildiği, askeri vesayetin en ücra yerleşim yerlerinden en üst mercilere kadar kendisini hissettirdiği bir dönemden sonra bu iktidar değişikliği tüm muhalif kesimler için bir umut ışığı olmuştur. İktidar değişikliği ile birlikte ekonomiden, kültüre, sanattan edebiyata, insan haklarından, sosyal yaşama kadar hayatın her alanında ciddi bir değişim ve dönüşümün etkisini hissettik.
Yıllardır sömürülen, ezilen, hakları ellerinden alınan, engellenen, her dinden, ırktan insan için rahat bir nefes alma vaktinin geldiği umut ediliyordu. Hatta daha da ileri gidilerek, Kemalizm ideolojisinin tamamen rafa kalkacağı beklentisi oluşturuldu. Ancak; beklenmedik bir şekilde toplumun en muhafazakâr ve dindar kesimini de içerisine alacak şekilde yeniden ulus devlet anlayışının canlandığı veya canlandırıldığına şahit olduk. Günden güne etkisini arttıran, yediden yetmişe, açıktan kapalısına her inanç ve ırktan insanın planlı ve organizeli bir şekilde ulus devlet, kavmiyetçilik, atatürkçülük vb seküler jargonların etkisine sokulduğunu üzülerek görüyoruz.
Ülkemizin en çok ihlal ve ihmal edilen din ve inanç hürriyeti, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, yaşam hakkı vb. temel insan hakları alanında özellikle de 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında yaşanan kaotik ortam ve savunma refleksi ile ortaya konulan bazı uygulamalar neticesinde bu alanda yeniden eskiye dönüş endişesini toplum yaşamaktadır. Toplumun özellikle mütedeyyin kesimi tek parti zihniyetinin yıllardır yapmak istediğini, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde muhafazakar, islamcı veya dindar bilinen bir hükümet eliyle gerçekleştirmenin şaşkınlığı içerisinde. Toplumun her kesiminden insan için birer umut kaynağı olan Ak Parti iktidarının tüm bunları görüp ona göre eski misyonunu yeniden kazanması büyük ehemmiyet arz etmektedir. Aksi takdirde tüm bu olumsuzlukların tek müsebbibi olarak tarihteki yerini alacaktır. Parti içerisinde muteber sayılan, toplum nazarında saygı gören, aydın ve entelektüel sınıfında yer alan kesime çok büyük görevler düşmektedir. Özellikle de toplumun içerisine düştüğü politik ve sosyolojik bunalım dönemlerinde, aydının bu bunalımda sorumluluğu bulunanları eleştirme ve sorundan çıkış yollarını keşfetmesi gerekir. Aydınlar, bu rollerine göre tavır takınmadıkları takdirde zamanla, yaşadığımız gibi inanmanın derin tahribatı toplumları çok büyük felaketlere doğru götüreceği hakikatini unutmamamız gerekir.
Aydın’ın toplumsal rolü ve sorumluluğuyla ilgili olarak İranlı düşünür, aydın, Ali Şeriati’nin sözleri bize yol gösterici olmaktadır. Şeriati’ye göre aydın hakikati gösterendir. Aydın, yol göstericilik görevini üstlenir. Dolayısıyla aydının toplumun ruhuna hitap ettiğini söyleyebiliriz. Avrupa’da aydın birtakım sosyal dinamiklerin temelinde ortaya çıktığı için esası/aslı oluştururken, Avrupa dışındaki (Afrika, Asya ve Latin Amerika gibi) ülkelerde aydınlar ise Avrupa'daki aydınların kötü bir kopyasıdır. Şeriati “Biz Asya, Afrika ve Latin Amerika aydınları, Batı aydınlarının bir fotokopisi gibiyiz. Ne bir azı ve ne bir fazlası. Orijinalin bir kopyası olduğumuzdan kendimizi tanımamız, kendi zaaf noktalarımızı, kuvvetli yanlarımızı keşfetmemiz, "orjinal kaynağı" tanıyıp, yorumlamadan mümkün olmayacaktır.” diyerek Avrupa aydınını tanımadan, Asyalı, Afrikalı ve İranlı aydını tanımak için yapılan yorumların eksik ve yanlış olacağını ifade eder. Diğer tarafta doğu toplumunda aydının başka bir din ulemasıyla karşı karşıya bulunduğunu ve sosyal şartların tamamen farklı olduğunu belirtir. Ancak Doğu toplumlarındaki aydınlar, Avrupa aydınlarını taklit etmekle yetinmiştir. Avrupa aydını, toplumu değiştirmek ve yönlendirmek maksadıyla kendi toplumundan birtakım değerler almakta ve bu değerler kendi toplumunun ihtiyacını karşılamaktaydı. Ama İslam ve doğu ülkelerinde aydın, toplumsal gerçeklerden uzaklaşarak, ona yabancı kalarak, kendi tarihiyle arasında fasıla koyarak, kültürüne, maneviyatına yabancılaşmıştır.
Batı’da aydın, kendi değerlerine bağlı kalarak ve bedel ödeyerek aydın olmuştur. İslam ve doğu toplumlarında ise aydın, kendi değerlerinden koparak bedel ödeyerek değil özenerek “aydın” vasfını almıştır. Diyerek batı ile doğu arasındaki farkı dile getirmiştir. Batıyı taklit etme durumu fertlerin ve toplumların aşağılık duygusunu telafi etmek gayesiyle yaptığını belirtir. Geri kalmışlık ve ilerlediğini ispatlama kompleksi ifrata vesile olmaktadır. Kendi ruhunda ondan geri kaldığına dair herhangi bir duygu, vesvese kalmayıncaya kadar bu aşırılığın süreceğini ifade etmektedir. Aydının kim olduğu sorusuna ise medeniyet analizi çerçevesinde geri kalmışlık duygusundan ve kör taklitten kurtularak “öze dönüş” ile bunun mümkün olduğunu söylemektedir.
Ülkemizde ise aydın; entelektüellerin (aydınların) toplumda bir işlevleri olmaktadır, ki o da ideoloji (sanat, edebiyat, bilim, siyaset) üretmek ve bunun üzerinden halk üzerinde belli bir sınıfın hegemonyasını pekiştirmektir.
Toplumlar, ürettikleriyle (ekonomi, siyaset, eğitim ve kültür) büyür ve yükselirler veya küçülür ve çökerler. Batılı yazarlar entelektüeli, “sorgulayan, itiraz eden, görüş ve fikir üreten, mevcut düzenden farklı düşünen” olarak tarif eder; hatta Jean-Paul Sartre, “eylemde bulunan”ı da ekler bu niteliklere. Sonra da şunu yazar: “Aydın, kendisini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokan insandır” der. (Aydınlar Üzerine) “Bilimsel, sanatsal, dinsel, yazınsal açıdan etkin olan, bu alanlarda önemli bir birikime sahip, kamusal alandaki tartışmalara eleştirel yaklaşan kişidir. Bunu yaparken de belli bir partiye, ideolojiye veya ahlaki değere bağlılık göstermek zorunda değildir.” (A Vocabulary of Culture and Society, 1983)
Tüm bunların ışığında, Türkiye’de bugüne kadarki tüm merkezi hükümetlerin toplum aleyhine aldıkları lokal ve ulusal düzeydeki kararlar karşısında eleştirel bir pozisyon sergilemiş ciddi bir aydın duruşundan bahsedemiyoruz. Bir yerlerde haksızlıklar baş gösterdiğinde bunu kendimize yapılmış saymamızın, mazluma her şartta arka çıkmanın, insanı iyilik adına harekete geçiren şey insandaki sorumluluk bilincidir.
Kültürel, epistemolojik, psikolojik yetkinlikleri ile topluma öncülük etme yetisine sahip aydının kendini geriye çekme lüksü yoktur olmamalıdır. Omuzlarını toplumun sıkıntılarının yükü altına koyan aydın insanın ideolojik, politik, sınıfsal taassuplarından arınmış, bağını koparmış olması her şeyden önce gelir. Aydın, ancak o zaman, toplumun her kesimini kapsayıcı renklilikte ve genişlikte bir yelpaze yaratabilir. Aksi takdirde yaşanılan bu buhran telefisi mümkün olmayan tahribatlar yarattığında en büyük vebal kendisini, aydın, entelektüel veya münevver olarak tanıtanların boynunda olaraktır.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.