TEVHİD VE ŞİRK
Yeryüzüne gönderilmiş tüm ilahi kaynaklı dinlerin kökeni, tevhidî düşünceye dayanmaktadır. Tevhid, lügat mânâsı olarak “teklik, birlik” anlamında olup Allah’ın tek, benzersiz ve ortağının olmaması anlamına gelir. Şirk ise tevhid kelimesinin karşıt mânâsında olup yine lügat karşılığı olarak “ortaklık” anlamına gelmektedir.
Her ne kadar bu iki kelime birbirinden farklı ve uzak anlamlar taşıyorsa da aslında bu iki kavramı birbirinden ayıran ince bir çizgi vardır. Bu konuda Ali Şeriati, İslam Bilim 1 adlı eserinde şirkin tarihini eski mitolojilere kadar götürerek mitolojilerdeki çok tanrıcılık anlayışının yani şirkçiliğin ardında bir tevhidin gizli olduğunu söylemektedir(s. 259). Bu düşüncesini ise Yunan mitinde en büyük Tanrı olarak gösterilen Zeus’un ve ondan daha aşağıda bulunan diğer tanrıların tek bir Tanrı olan Kron’dan gelmesine dayandırmaktadır. Yine Anadolu mitleri incelendiğinde tarih öncesi inanışlardaki çok tanrıcılığın kaynağı, birçok uygarlığa mal edilen tanrıların anası unvanlı Kibele’nin olduğu görülecektir. Dolayısıyla Anadolu mitindeki çok tanrıcılığın kaynağı yine bir tekliğe dayanmaktadır. Buradan hareketle Allah’ın insanlara gönderdiği ilahi kaynaklı kitapların ya da mesajların aslında tevhidî düşünceye dayandığını fakat sonradan beşerî etkenlerden dolayı şirk içeren boyutlara ulaştığı sonucuna varabiliriz.
İslam dini tamamen Allah’ın gönderdiği son kitap olan Kur’ân’a dayanmakta olup tevhidin son ve tek kalesidir. İnsanlığa rahmet olan bu din, müminleri tek çatı altında toplamayı hedeflemiştir. Böylelikle insanları şirk içeren çeşitli oluşumlardan uzak tutmak istemiştir. Fakat insan nefsi güçlü olduğu zaman kendisini tanrılaştırarak Kur’ân’ın çizmiş olduğu istikametten uzaklaşmış ve kendisini yaratan rabbine karşı düşman kesilmiştir. Bunu ise Allah’ın yerine nefsine hoş gelen şeyleri koyarak yapmıştır. Kimi toplumlar ise insanın duyusal olarak algılayamayacağı Tanrı yerine somut olarak algılanabilecek nesnelere tanrısallık atfederek gerçekleştirmiştir. Bu toplumlar gaybe inanmadıkları için yaptıkları bu nesneleri Tanrıya ulaşma vasıtası olarak kabul etmişlerdir. Bu verdiğim örnek her ne kadar günümüzde de görülse de daha çok ilkel toplumlarda işlerlik kazanmıştır. Günümüzde şirk, çeşitli dünyevî amaç ve araç güden şeylere rablik atfederek gerçekleşmektedir. Herhangi bir kişiye kutsallık atfederek ondan güç, şifa, servet, cennet beklentisi içinde olmak Şeriati’nin tabiriyle “kişiyetaparlık” inancını yani şirki doğurur. Bu “kişiyetaparlık” inancı malesef ki İslam inancı ile karışarak toplum içinde yaygınlaşmıştır. Bunun en temel sebebi İslam inancını benimsemiş olan birçok kişinin kendisine rehber olarak gönderilen ilahî mesajı okumasına rağmen anlamamasından kaynaklanmaktadır. Okuduğu mesajı anlamayan kişi bu sefer de ruhban sınıfına kutsallık yükleyerek Allah’ta araması gereken yardımı ruhban sınıfında yer alan çeşitli kişilerde aramaktadır. Dolayısıyla anlamak için çaba sarf etmediği Kur’an’ın mesajını esas alması gerekirken ruhban sınıfında yer alan kişilerin yazmış olduğu beşeri kitaplara başvurmaktadır. Bu hususta Ali Şeriati yine İslam Bilim 1 adlı eserinde şöyle söylemektedir:
“Kur’ân, mezarlığa götürüldü, dua kitabı eve getirildi. Bugün değerli olan her şeyi kabristanlardan toplamalıyız. “İllâ ilellâhil mâsir” ve “İnnâ lillahi ve inna ileyhi râciûn”, bunlardan olup her ikisini de kabristandan öğrendik, ama hayatta, insanların davranışlarında, toplumumuzun toplumsal, iktisadî ve siyasî ilişkilerinde bir anlamları yoktur, sadece ölüm dünyasına özgüdür.”(s. 243)
Şeriati’nin de belirttiği gibi avam olan kesim, ilahî mesajı anlamayıp buna gereken önemi vermemektedir. Dolayısıyla ilahî olanın yerini beşerî olanla doldurmaya çalışmakta ve şirke düşmektedir. Ruhban kesim ise bunu çok iyi kullanarak avam olan kesime şirk dinini tevhid dini olarak sunmaktadır. Bir anlamda kendisini avama karşı rab olarak kabul ettirmektedir. Bunun sonucu olarak da günümüz toplumu, tarih öncesindeki mit inancının olduğu döneme doğru bir geriye dönüş yaşamaktadır. Yani bahsettiğim “kişiyetaparlık” inancının sonucunda çok tanrıcılık dönemi toplumda tekrardan oluşmaktadır. Dolayısıyla gerek tarih öncesi dönemdeki mitsel inançlar gerekse günümüzdeki yozlaşmış dinî inançlar bize gösteriyor ki tevhid ile şirk arasında çok ince bir çizgi vardır. Bu çizgiyi aşmamak, ancak ilahî mesajları anlamak ve hayata tatbîk etmekle mümkün olabilir.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.