Temiz suya zerrecik necâset karışsa, salgın başlar..
Birkaç ilâhiyatçı, en temel İslâmî terimlerden tekbîr kelimesinin bir konfeksiyon firması tarafından ticarî isim olarak kullanılmasına karşı; İslâm dininin temeli, tevhîd inancının ifadesi ve namaz ibadetinin bir rüknü olan tekbîr kelimesi, dâvalı şirket tarafından ticarî bir marka haline getirilmiştir. Dinî bir kavram olan 'tekbîr' kelimesinin ticarette marka olarak kullanılması, kutsal dinî kavramların manevî içeriğinin tahrib edilmesine, din istismarı sonucu haksız ticarî kazanç elde edilmesine, kutsal kabul edilen bir kavramın marka haline getirilerek, (...) haksız rekabet oluşmasına neden olmaktadır.. diye dâva açmışlar..
Onlara teşekkür etmemiz gerekiyor.. Belki, dâva açmaya bile gerek kalmadan, müslüman kamuoyu baskısı da bu ismin değişmesini sağlayabilirdi..
üstelik, ihlâs teriminin bir ticarî isim olarak kullanılmasının neye mal olduğu da bilinirken..
Bugün, tekbir denilince akla ilk gelenin ne olduğunu medyayla ilgilenen herkes biliyor. Sözkonusu ticarî firma sahibinin, kapitalist yaşayışın zevklerine hitab eden ve o anlayışın gereklerine paralel bir tüketim mekanizmasını tahrik için, dillere destan acaib defileler düzenlemesi ve bunları İslâm adına doğru göstermeye kalkışması bir yana..
*Hele de, üç hanımı olmasının gerekçesi olarak kullandığı frensiz laflar, hepimizi düşündürüp utandırmalıdır. Kendi kız kardeşi veya kızının üzerine ikinci bir evlilik yapılmasını veya onların bir başka hanımın yanına kuma olarak girmesini hemen hiçbir müslüman erkek, normal karşılamazken.. Başkası sözkonusu olunca, bin dereden tevil ve cevazlara ne demeli?
İnsan rûhiyatının ve sağlıklı aile düzeninin, rûhen sağlıklı nesiller yetiştirmenin temel şartlarından birisi de tek evlilik iken ve bu husus, Kuranda da beyan edilmişken, bu konuya bazı cemaat liderlerinin bile önem vermemesi ve hattâ bazılarının kötü örnek oluşturmalarına ne demeli? (Savaş ve büyük felaket zamanları ile tıbbî zaruretlerle yapılan birden fazla evlilikler konumuz dışı..)
Eğer, şeriatin bu husustaki ölçülerine riayet edilecek olsa, âkif merhûmun dediği gibi, tek evlilik bile yapamayacak durumda olanların, kendilerine yol açmak için, İslâmı âdetâ ve sadece insanın libidonal davranışlarını ayarlayan bir olgu gibi göstermeye kalkışmaları, hepimize ve inancımıza lekeler vurulmasına vesile olmaktadır.
Kezâ, bu konuda, bazılarımızın, Resul-i Ekrem (S)in Hz. Aişe ile yaptığı evliliği, üstelik de, yanlış tarih hesablamalarını da doğru gibi göstererek kendilerine delil saymaları ve amma, Onun, 25 yaşındayken 40 yaşındaki bir dul hanım olan Hz. Hadicenin vefatına kadar da başka bir evlilik yapmamış olmasını hiç düşünmemeleri, ilginç değil midir?
Toplumun daha bir sekulerleşme/dünyaperestlik sürecine girdiği, yozlaşmanın ilerlediği ve bizi laik sistem içinde erittiği bu zaman diliminde, dikkatimizi başkaları gibi, sadece libidonal alana mıhlayıp kalmak, İslâm hakkında da yersiz suçlamalara vesile oluyor..
İdealleri sadece tekrarlayıp durmak; ama, hayatımızda ondan bir iz olmaması, bugün karşı karşıya kaldığımız en büyük facialardan..
Gelişmeler bize kendimizi süzgeçten geçirme fırsatı verebilir, vermelidir..
Nitekim, inancımızın hassasiyetlerini gözetlediği görülen psikiatrist, Prof. Nevzat Tarhan 5 Mayıs tarihli yazısında, bu konuya dikkati çekiyor ve özetle şöyle diyordu: (...son gelişmeler) aynı zamanda Ahirzaman Müslüman Tipini irdelemek için de bir fırsat oldu. İnsanlar, paranın sahtesini yaptılar, ama para da sahte insanları tanımamıza vesile oldu. (...) para, şöhret, şehvet sahte müslümanları ayırt etmede iyi bir turnusol kağıdı etkisi yapıyor. (...)
Prof. Tarhanın yazısında şu bilgiler de dikkat çekici: Psikiyatride ilk defa cinsel bağımlılık tanımlandı ve alkol, eroin bağımlılığı gibi bir bağımlılık türü olduğu kabul edilip tedavi edilmesi önerildi. (...)kişinin kişilik yapısına ve sosyal durumuna uymayan hiperseksualite tarzında bir ilgi ve eylem artışı varsa, ayrıca değerlendirilmelidir. Yaşlıdır, zarar gelmez diye bilinen kişilerde Frontal Demans denilen bir bunama türü olabilir. çeldiricilere direnç gösteremez ve arzularını baskılama zorluğu çekerler. Bu kişiler, yaptıklarının yanlış olmadığını savunurlar, hatalarını küçümserler. (...) Dindar insan bu hatayı nasıl işler diye donup kalan (...) saf zihinler, dindarlığı şekle indirgemişlerdir.
Prof. Tarhanın sözlerine itiraz etmek mümkün mü?
Hele de, laik güçlerin egemen olduğu bir toplumda, müslümanlar daha bir dikkatli olmak zorundadır. Bu hususta, dikkatli davranmayanlar, bile bile lades demiş olurlar..
Bu konularda, işimiz kişilerle değil, zihniyetlerle olmalı.. Hele de, sosyal hayatta, kaderin sevkıyle, ön plana çıkanlar, konuşma, yazı ve davranışlarında, İslâmî edeb açısından daha bir dikkatli olmak zorundadırlar.. Bu konuda Başkaları mazeretine tutunamayız..
çirkinlikler, başkalarına yakışabilir, ama, müslümanlar, 'başkaları' olamazlar.. Hele de, bir inanç dâvası adına yola çıkanlar, sıradan insanların yapabildiklerini yapamazlar, mübah ve hattâ helâl bir şey bile olsa..
Dev su borularına, bir zerrecik kanalizasyon suyu karıştığında, bütün bir şehirde tifo ve sair salgınların başgöstermesi gibi bir durumun zararlarını, kendi inancımızın izzeti açısından, başkalarından önce bizzat kendimiz gözetlemeliyiz.. Kuranda mahrem konuların nasıl, örtülü şekilde anlatıldığı bize örnek olmalıdır.. Ama, görüyoruz ki, hoca diye anılan ve sansasyon düşkünü bazı kişilerin YouTubelara bile düşen görüntü ve konuşmaları, bir facia olarak karşımızdadır..
*Unutmayalım ki, ahlâksız birisini gördüğümüzde, o kişiyi, hemen sosyal aidiyetine göre suçluyor, onu, kendi değerler sistemine göre eleştiriyorsak; başkaları da, adımızı bilseler de, bizi, şahsımızla değil, kendi değerler dünyamıza, kendimizi nisbet ettiğimiz değerlere, inançlarımıza göre vurmaya, ayıplamaya çalışacaklardır..
-
*FELAKETZEDENİN İNANCI VE KİMLİĞİ SORULAMAZ: Eski adı Burma ve Birmanya olan Güneydoğu Asya ülkesi Myanmarda korkunç bir kasırga, 30 binden fazla insanı yuttu. Dünyaya kapalı bu ülkedeki askerî diktatörlüğün zulmü altında inleyen Arakan bölgesi müslümanları hariç, biz bu ülke hakkında fazla bir bilgiye sahib değiliz.. Budist bir halkın yaşadığı bu ülkedeki askerî cunta bile, dünyadan yardım istemek zorunda kaldı.. Allahın bu kullarının inançlarına bakmadan, onlara yardım eli uzatmakta İslâmî hayır kurumlarını harekete geçirmemiz, desteklememiz bizim insanlık anlayışımızın ve inancımızın da gereğidir..
Mazlûm ve felaket kurbanlarına inancı, kimliği sorulamaz..
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.