TELESKOP İLE MİKROSKOP ARASINDA İNSANIN DEĞERİ
Sanırım insanoğlunun kendini bilmesi ve tanımasına dair yolculuğunun önemli kilometre taşlarından iki tanesi de teleskop ve mikroskobun icadı ile olmuştur. Her iki aletin de tarihsel serüveni yaklaşık 400 yıl önce başlamıştır. Gündüzleri güneşe, geceleri gökyüzünde parlayan ay ve yıldızlara daha yakından bakabilme arayışının bir neticesi olarak teleskop ve çıplak gözle görünmeyeni görme merakının meyvesi olan mikroskobun değerini ve işlevini son bir yıl içinde neredeyse deneyimlemeyen, duymayan, hissetmeyen insan kalmadı. Korona virüsü ve uzay yolculuğu çerçevesinde bu iki icadın hayatımıza yansımaları üzerinde düşünmeye çalışacağız bu yazıda.
Özel eğitimli ve görevli astronotların haricinde, turistik amaçla uzay yolculuğu ilk kez bu sene gerçekleştirildi. Amerikalı iki iş adamının peş peşe ve yarışırcasına yaptıkları bu seyahatlerin maliyetleri çok yüksek (Yer yüzünde bunca aç, yoksul, yoksun insan varken böyle bir seyahat israf olur mu acaba? İçtihat kapısı 1.000 yıldır kapalı olduğundan içeri girip bakma şansımız yok doğal olarak), süreleri ise birkaç dakika ile sınırlı olmasına rağmen Allah’ın gökyüzündeki ayetleri üzerinde düşündürdükleri gerçekten eşsiz değere sahiptir.
Uçsuz bucaksız uzay boşluğuna ulaşan insan için, sahibi olduğunu zannettiği hiçbir şeyin değeri ve önemi kalmıyormuş. İnşa ettiği yüksek kuleler, biriktirdiği paralar, oturduğu makamlar, övündüğü evlatlar, gösterişli elbiseler, parıltılı takılar… İş-aş-eş arasında koşturduğu saatler, dakikalar… Gece ve gündüzler… Kara ve denizler, orman ve buzullar, mevsimler… Hiçbirinin değeri insanın gözünde ve gönlünde büyüttüğü kadar değilmiş. Sınırı olmayan uzay boşluğunda dünyaya dışarından bakarken, onun içindekilerinden ve çekiminden bağımsızlığın verdiği ilk hissiyat böyleymiş. Çeşitli zamanlarda uzay yolculuğu yapmış ve Dünya’ya dönmüş astronotların beyanatlarının bir nevi özeti böyle.
Şüphesiz ki yeryüzünü ve gökyüzündekileri yoktan var eden Yüce Allah’a iman etmemiş, teslim olmamış insanların eliyle gerçekleşen ve girişilen bu yarış bir tanıma ve bilme amacından ziyade sahip olma, egemenlik kurma güdüsünün bir neticesidir. Gönül isterdi ki “Üstlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Hiçbir kusuru olmaksızın onu nasıl kurduk, nasıl süsledik.” (Kaf Suresi 6. Ayet) emrine binaen insani hassasiyet ve hakkaniyet sahibi Müslüman bilim insanlarının elinden olsaydı bu keşifler, icatlar, teknolojik gelişmeler. Zira ancak o zaman bu kusursuzluk ve dengenin gözlemsel ve deneysel çıkarımları sadece bir kısım muhteris insanın menfaatleri için değil, evrendeki her bir varlığın hukuku gözetilerek kullanılırdı.
Yeri gelmişken bu paralelde bir örnek vakıa paylaşmak isterim. Elon Musk 2016 yılında “Neuralink” isminde bir şirket kurdu ve amacını insan beyni ile bilgisayar sistemleri arasında mikro çiplerle bağlantı kurmak ve karşılıklı sinyaller ile birbirlerini yönetmelerini sağlamak olarak açıkladı. Geçtiğimiz aylarda da bu çalışmaların bir kısım neticelerini canlı yayında domuz ve maymunlar üzerinde yaptığı deneylerle paylaştı. Özetle geliştirilen teknoloji ile doğuştan sahip olunan veya sonradan edinilen birçok hastalık ve sakatlığa çare olunabileceği belirtildi. Yani aslında programın yapacağı şu olacak. Çeşitli sebeplerle çalışamayan beynin ilgili yerlerine gönderilen sinyallerle, beyin o fonksiyonlarını yapabilir hale gelecek. Nihayetinde canlı yayında gösterdikleri denemelerde de sinyal alışverişlerinde %98 civarında bir eşleşme seviyesine ulaştıklarını gösterdiler. Buraya kadar teoride insanlığın faydasına, hayırlı bir amel olarak duran bu çalışma maalesef insan iradesine yönelik olarak da kullanılabilecek. Bu hususta sorulan bir soruya olabilir ancak 100 yıl sonra belki dediler. İşte bu sebeple yukarıda da ifade ettiğimiz üzere bilimsel faaliyetlerin içinde insani hassasiyet ve hakkaniyet sahibi Müslüman bireylerin emeği ve devletlerin desteği ile kontrolü olmalıdır. Aksi takdirde hiç ummadığı felaketlere kendi elleri ile duçar olacaktır insanlık.
Yaklaşık 50 yıldır uzayda yol alan “Voyager” isimli uzay keşif araçları saatte yaklaşık olarak 60.000 kilometre hızla mesafe kat ediyorlar ve şu an dünyadan yaklaşık 25 milyar kilometre uzaktadırlar. Neredeyse yok mesabesinde bir noktacık büyüklüğü ile mensubu olduğumuz Samanyolu galaksisi ve Güneş sistemine dair bu uzay araçlarının çektiği görüntüleri inceleyen her bir insan, rahatlıkla anlayacaktır ki bu evrenin yaratılış sebebi sadece biz insanlar değiliz. Dolayısıyla da ulaşılan her imkân ve kaynak yalnızca insanlar için değildir ve sadece insanlara hizmet için kullanılamaz.
Yüce Allah’ın hayat rehberimiz Kur-an’ı Kerim’de de bizlere bildirdiği üzere evrenin yaratılışı ile insanın var edilişi arasında çok uzun bir zaman geçmiştir.
“İnsan (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti.” (İnsan Suresi 1. Ayet)
Bilimsel çalışma ve tahminlere göre Kâinatın yaratılışı 13-14 milyar yıl, Dünyanın yaratılışı 4,5 milyar yıl ve İnsanın dünyaya çıkışı ise yaklaşık 3 milyon yıl önceye (Şu ana dek bulunan fosillerin 300-350 bin yıllık olduğu hesaplanmıştır.) tekabül eder.
Bir kaptaki sıcak suyu dahi boş bir alana dökerken, görmediği varlıklara zarar verir endişesi ile Besmele çekip Allah’a sığınan Müminlerin hassasiyetli varlığı, bilimsel çalışmaların her alanında olduğu gibi uzay çalışmalarında da zaruri bir ihtiyaçtır.
Çıplak gözle görülemeyecek küçüklükte bir mikrop ile insanlığın imtihanına son bir yıl içinde hep birlikte şahit olduk, olmaya da devam ediyoruz. Korona mikrobunun nasıl ortaya çıktığı veya çıkarıldığından bağımsız olarak gücü ile insanın zayıflığını görebilmesi ve bu acizliği bize göstermesi bakımından ibretlerle dolu bir vakıadır.
“İnsanı bir damla sudan yarattı; fakat görürsün ki o, yaratıcısına apaçık bir muhalif olup çıkmıştır!” (Nahl Suresi 4. Ayet)
Geliştirdiği teknoloji ve ürettiği imkanlar ile yeryüzündeki hakimiyetinin sınırsız ve kontrolsüz olduğunu düşünen insana, bir damla sudan yaratıldığını sanırım görünmez bir mikrop olan bu imtihanından daha iyi bir hatırlatıcı olamazdı.
Şüphesiz ki insan cismi, nefsi, bunları yöneten ruhu, aklı ve iradesi bakımından diğer varlıklardan farklı bir mahiyete sahiptir. Bu sebeple Kur’an, insanın hem maddî anlamda yaratılış güzelliğinden hem de ona Allah’ın Ruh’undan üflemesi münasebetiyle büyük bir önem ve değer vermektedir.
Ancak insanın, insana ve kendisine atfettiği değer ve önem yaratıcısına daha iyi bir kul olma çerçevesinin dışına taşmamalıdır. Zira kendisini evrenin bir parçası değil de evrenin kendisi için yaratıldığını düşünmesi ve kendisine bu asılsız ve anlamsız önemi atfetmesi ile Rabbine muhalif olması kaçınılmaz olacaktır.
Rabbinin kendisine verdiği değeri bilen, kendi kendisine atfettiği değerde de ölçüyü, dengeyi, vasatı tutturabilen bir ümmet ve mensupları zümresinde olmak dileği ile…
Selam ve muhabbetle kalın.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.