Tehlike Çanları
Her işte mukaddem ve muahher, asıl ve tali olan konular vardır. Bu kural, siyasi mücadelede ve bu mücadelenin stratejilerini belirlemede de geçerlidir.
Türkiyede insanca yaşamak isteyen herkes için askerin siyasi iradinin kontrolüne alınması ve sivil yargının denetimine açılması temel önceliklerden sayılır. Hatta ilk öncelik olarak telakki edilebilir. Çünkü ülkenin en büyük silahlı gücü kontrol dışı kaldığı sürece, toplumsal tabandan yükselecek her türlü ıslah hareketi silahlı kuvvetlerin komplosuna kurban gidebilir. Bu ıslah hareketleri ister demokratik kurallar muvacehesinde iktidar olma yoluyla ıslaha yönelsin, isterse iktidar dışı tamamen sivil karakterli olsun fark etmez. Tümü kontrolsüz olan silahlı kuvvetlerin tehdidi altındadır, her an yok edilebilir.
Her gün ortalığa saçılmakta olan darbe planları, hepimizin ne tür tehditler altında olduğunu ayan beyan göstermektedir. En son deşifre edilen Kafes operasyonu, ordunun içinde bazı unsurların çılgınlık, vahşet ve barbarlık düzeyine varan planlarla meşgul olduğunu göstermektedir. Toplumsal taleplere cevap vermeye çalışan halk iktidarını devirmek için öğrenci katliamı planlayan unsurların ordunun içinde güçlü bir şekilde var olması ve 2009da böyle planlar yapması, tehdit ve tehlikenin bütün şiddetiyle devam ettiği, herkes için tehlike çanlarının çaldığı anlamına gelmektedir.
Darbe ve katliam planlarının günaşırı deşifre edilmesi, silahlı gücün içinde bu çılgınlığa karşı çıkan vicdanlı insanların harekete geçtiğine işaret etmektedir. Ordu içinde şer odaklarının deşifre edilmesi, siyasal iktidarın sorunu çözme iradesi göstermesi ve toplumsal talebin de bu yönde tebarüz etmesi, çok önemli bir fırsat sayılmalı ve konunun üzerine cesaretle gidilmelidir.
Silahlı kuvvetlerin kontrol altına alınması ve halk iradesine tabi kılınması için toplumsal destek, hayati derecede önem arz etmektedir. Toplumsal destek, siyasi iktidarın konu üzerine daha bir cesaretle gitmesini sağlar. Toplumsal desteğin yetersiz kalması, siyasi iktidarı direnç merkezleri karşısında yalnız bırakır ve mevzubahis olan tehditlerin devam etmesine yol açar.
İslami önceliği olanlar, hem Kürd meselesini hem İslamı önemseyenler, sadece Kürd sorununa odaklananlar, Aleviler, demokratlar, liberaller Bunların tamamı için silahlı kuvvetlerin zabt u rabt altına alınması hayati önem taşıyan ortak bir konudur, ortak paydadır. Hepimizin kaderini etkileyecek olan bu mühim meseleyi kendi aramızdaki farklılıklara kurban edersek, hepimiz bu yanlış tercihin ağır sonuçları altında eziliriz.
Tevarüs ettiğimiz çatışmacı ve inhisarcı kültürden kurtulmalıyız. En azından hayati meselelerde ortak tavır koyma erdemliliğini gösterebilmeliyiz.
Konumuzla alakalı olarak yakın zamanda Hakkaride cereyan eden bir olayı burada anımsatmadan geçemeyeceğim.
16 Ekim tarihli gazetelerde yer alan bir haberde şunlar aktarılıyordu: Hakkaride DTP yanlısı gösteri yapan 20-30 kişilik bir grup, polisle çatışırken o sırada olay yerinden askeri bir araç geçiyor. Göstericiler olaylara ara verip askeri araçtaki askerlere el sallıyor ve askeri araç geçene kadar eylemlere ara veriyorlar. Askeri araç geçtikten sonra olaylara devam ediyorlar.
Bu haberi okuyunca, Mahmud Abbasın BMden Yahudi kökenli Afrikalı yargıç Richard Goldstone başkanlığındaki komisyonun Gazze operasyonuyla ilgili hazırladığı ve İsraili insanlık suçu ve savaş suçu işlemekle suçladığı raporun kabulünü altı ay ertelemesi yönündeki talebini hatırladım. Mahmud Abbasın yaptığı şey, mağdurun kendi katilini savunması gibi bir durumdu.
Türkiyede yaşayıp azıcık siyasete ilgi duyan herkes biliyor ki, Kürd sorununu oluşturan, kaşıyan, kanatan ve bu kan üzerinden siyaset yapan, yıllarca bu sorunun çözümünü engelleyen, yıllarca Kürd gençlerinin kanının akıtılmasına neden olan, Kürdleri asit kuyularına atan, sayısız faili meçhul cinayetin banisi olan yegane kurum ordudur. Her türlü siyasal çözümü engelleyen de aynı kurumdur. Bugünkü çözümü zoraki benimsemelerinin ne kadar zaman aldığı, nasıl razı olmak zorunda kaldıkları da bilinmektedir. Peki ne değişti de DTP ve PKK askeri alkışlar oldu? Polise taş atarken askere el sallamanın nedeni nedir? DTP ve PKKnin bu siyaseti tamamen ideolojiktir ve parti çıkarı eksenlidir. İdeolojiktir, çünkü dine yaklaşımda Silahlı Kuvvetler gibi düşünüyorlar. Pragmatisttir, çünkü Kürd sorununun çözüme kavuşmasının Ak Partiyi güçlendireceğinden endişe ediyorlar.
Polis, iktidara bağlı olduğu ve Ergenekon sürecinde aktif rol oynadığı için ordu ile polis arasına mesafe girdi ve ordu polisten memnun değil. Böylece polis değişimi, demokrasiyi, özgürlüğü ve çözümü isteyen hükümetin yanında, ordu ise karşı cephede gözüküyor. PKK ve DTPnin hiçbir şey için olmasa Kürdlerin akan kanına saygısı gereği özgürlüklerin yanında yer alması gerekirken askere alkış tutmasının, Mahmud Abbasın yaptığından geri kalır bir yanı yoktur.
Bu zihniyet sadece PKK ve DTPde var değil. Her yapıda açık veya gizli böyle bir hastalığın derecelerinden söz edilebilir.
Biz mahkumların ve mağdurların birbirimize olan kini, hepimizi derdest eden güce olan rahatsızlığımızdan daha fazladır. Bu bir hastalıktır. Bu bulaşıcı hastalık yüzünden gerekli ortak tepkiyi koyamıyor ve şer odaklarının hepimizi mağdur etmelerine imkan sağlıyoruz.
Doğru olan, adı geçen tüm kesimlerin önderleri, düşünürleri, yazarları, yayın organları ve sivil toplum kuruluşlarının her darbe planı deşifre edildiğinde haykırması, yürümesi, protesto etmesi, direniş göstermesi, siyasi iktidarı ve TBMMyi anayasayı değiştirmeye zorlamasıdır. Bu doğruyu icra etmenin, hayata geçirmenin tam zamanıdır. Unutmayalım ki, hayatta fırsatlar her zaman ulaşılabilir bir yerde durmaz. Ayrıca, kaçırılan fırsatların bazen felakete dönüşebileceğini de unutmamak gerekir.
İkinci ortak öncelik, yargı konusudur. Yargı reformu da anayasal değişikliğe ihtiyaç duymaktadır. Çünkü yargı, Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar silahlı kuvvetlerin istikametinde ve tesiri altında şekillenmiştir. Yargının, terör ve irticanın odağı olmak suçuyla kapattığı siyasi parti sayısı, kabarık bir liste oluştururken anayasal düzeni silah yoluyla değiştiren ve halk iradesiyle iktidarda olan hükümeti yıkmak amacıyla darbe ve cinayet planlayan Genelkurmay hakkında hiçbir dava açmaması/açamamamsı yargının silahlı kuvvetlere karşı etkisizleştirildiğinin ve hatta etki altına alındığının açık delili sayılır. General Çevik Birin 28 Şubat döneminde ülke çapındaki savcıları toplayıp onlara brifing adı altında telkin ve etkide bulunduğu unutulmamış olsa gerek.
Darbe ile başbakanlıktan indirilip yargılanan ve idama mahkum edilen Menderes için, hükmü veren hakimin generalleri kast ederek, yukarıdakiler böyle istiyor demesi de hakeza
Ak Parti hakkında irticanın odağı olmak gerekçesiyle kapatma davası açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkayanın, öğrencileri Koç müzesinde katliam etmek isteyenler hakkında susması ve de Ergenekon ile ilişkili telefon dinleme olaylarından yola çıkarak Ak Parti hakkında yeniden dava açmanın yollarını araması da hakeza
Yargı sisteminin rayları, halk iradesinin önünde sed oluşturacak şekilde döşenmiştir.
Ordu-yargı ıslahı, ülkesine ve insanına karşı duyarlılığı olan, projesi olan her kesimi birinci dereceden ilgilendirmektedir.
Umarım geç olmadan bütün mağdurlar için hayati öneme sahip müşterek önceliklerin tahakkuku konusunda konsensüs sağlayacak erdemliliği yakalayabiliriz.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.