1. YAZARLAR

  2. Zeki Savaş

  3. Tarih ve Siyaset İlmi Açısından Olayları Okumak
Zeki Savaş

Zeki Savaş

Yazarın Tüm Yazıları >

Tarih ve Siyaset İlmi Açısından Olayları Okumak

A+A-

Yakın ve uzak tarihimizdeki olayları değerlendirme tarzımız, idrak ettiğimiz zamandaki ve istikbaldeki durumumuzu etkiler. Çünkü her insan ve toplum, kökü mazide olan 'an'ı ve 'ati'yi yaşar.

Daha yeni bir yılını geçirerek maziye ilk adımını atan 15 Temmuz kalkışmasıyla ilgili değerlendirmelerdeki değişimlerin çeşitlenmesi, istinbattaki mütezad sonuçların tezahürü, tarih ve siyaset ilmi açısından bu konuyu değerlendirme ihtiyacını doğurdu.

Tarihin konusu, vaki olmuş olaylardır. Gerçekleşmemiş hadiseler ile gerçekleşmiş olayların analizi ve onlardan çıkarımda bulunmak tarih ilminin alanına girmez.

Gerçekleşmiş olaylardan yola çıkarak gerçekleşmemiş olaylara ve bu olayların tahakkuk etmesi halinde doğuracağı sonuçlara dair görüş belirtmek,  yaşanmış olayları analiz etmek de siyasetin alanına girer.

Tarihçiler, olan olayları; siyasetçiler, olan olayların yanında olandan yola çıkarak gerçekleşmeyen ve gerçekleşebilecek olanları da ele alır.

Bu esaslara binaen 15 Temmuz kalkışması, hem tarihin hem de siyasetin alanına girerken, bu kalkışmanın başarılı olması halinde olabilecek hadiseleri öngörmek siyaset ve siyasilerin ilgi alanına girmektedir.

Siyaset bilimciler ve siyaset ehli, gerçekleşemeyen olayların gerçekleşmesi halinde nelerin olabileceğine ilişkin görüş bildirirken kehanette bulunmuyorlar. Olan olayların mahiyetine ve olayın başarısız kalan faillerinin gelecek tasavvuruna, bu tasavvura ait belgelere, bilgilere, geleceğe ilişkin plan ve tasarılarına, bu bağlamda kurdukları ilişkilere bakarak öngörüde bulunuyorlar.

15 Temmuz kalkışmasının başarılı olması halinde nelerin olabileceğine dair hem içeride hem de uluslar arası arenada çok sayıda hatırı sayılır deneyimli siyasetçi görüş bildirdi ve bundan sonra da ulaşılacak yeni bilgi ve belgelere bağlı olarak aynı minvalde görüş bildirmeye de devam edecekler.

Kalkışmanın hayata geçtiği andan bir yılı aşkın süreyi geride bıraktığımız şu ana kadar siyaset ehlinin mezkur kalkışmaya ilişkin farklı yaklaşımlar göstermesi, zaman içinde görüş değiştirenlerin olması, siyasetin tarih gibi salt belgelere dayanan bir alan olmamasından ve siyasi görüş ve öngörüleri etkileyen faktörlerin çokluğundandır. İdeolojik tercih, siyasi rekabet, bireyselden uluslar arası alana kadar uzanan çıkar ilişkileri bu faktörlerden bazılarıdır.

Değişkenlik gösteren yaklaşımları konu dışı bırakırsak, kalkışmanın üzerinden geçen bir yılı aşkın süre içerisinde bu tahripkar olaya dair siyasi değerlendirmeleri üç ana başlık altında toplamak mümkündür:

1-Kalkışmanın yarattığı tahripten ve aktörlerinin gelecek tasavvurundan yola çıkarak olayın ciddiyet ve vehameti üzerinde ısrar edenler.

2-Kalkışmanın danışıklı ve kontrollü bir dövüş olduğunu savunanlar.

3-Kalkışmayı hafife alıp küçümseyenler.

‘Olanlar, olacakların habercisidir’ tecrübi ilkesinden yola çıkarak kalkışmayı değerlendirdiğimizde, kalkışmanın başarılı olması halinde olabilecekleri öngörmek, akl-ı selim için zor değildir. 15 Temmuz gecesi ülkenin askeri, güvenlik, siyasi, telekominikasyon ve medya kurum ve kuruluşlarına, Meclis ve Cumhurbaşkanlığı gibi ülkenin siyasal sembolü mahiyetindeki kurumlarına yapılan muharip saldırılar ve aynı şekilde sivil halka yönelik kıyımlar, kalkışmanın salt siyasal iktidarı ele geçirmek veya demokrasiyi askıya alıp askeri direksiyonun başına oturtmak amacının çok ötesinde olduğu, vasat aklın altanda olanların bile rahatlıkla kavrayabileceği bariz bir hadisedir.

15 Temmuz’un Cumhuriyet tarihindeki hiç bir askeri darbe ile benzeşmemesi, tahrip gücünün mukayese edilememesi, sekiz yıl süren amansız İran-Irak savaşında bile tarafların birbirlerinin meclis ve cumhurbaşkanlığı saraylarını vurmadığı halde bu kalkışmada Meclis ve Cumhurbaşkanlığı külliyesinin vurulması gibi olaylar dikkate alındığında, 15 Temmuz’un, doğrudan ülkenin varlığını hedef alan bir saldırı niteliği taşıdığı gerçeği kasıt ve bilgisizlik yoksa, görmezlikten gelinemez.

Projelerini hayata geçirmenin evveliyatında bu denli tahripkar olanların, başarılı olması halinde tahriplerini çok daha korkunç düzeylere çıkaracaklarını tahmin etmek için bilge olmak gerekmiyor; vasatın altında düşünme gücüne sahip olmak bile fazlasıyla yetiyor; eğer görüneni, anladığımızdan farklı göstermemizi gerektiren özel bir neden yoksa.

Hem ülke içinde hem de ülke dışında önemli siyasetçiler, kalkışmanın başarılı olması halinde iç savaşın çıkacağını öngörüyorlar. Bu öngörünün en büyük delillerinden biri, kalkışma gecesi yaşanananlardır. İkincisi de bu projenin Amerika merkezli olduğuna dair delillerdir. Çünkü Ortadoğu’nun ortasında yer alan önemli dört ülke, iç savaşla yeniden dizayn edilmek isteniyor. Bu ülkeler Irak, Suriye, Türkiye ve İran’dır. Zira iç ve dış savaşlar olmadan ülkeler yeniden dizayn edilemez. Bu projenin maliyetinin milyonlarca insanın ölmesi, on milyonlarca insanın göçmen haline gelmesi, milyarlarca dolarlık maddi zararın olması, proje sahiplerinin umurunda bile değildir.

Kalkışma başarılı olsaydı, kalkışmaya karşı çıkanların ve karşı çıkma potansiyeli olanların tümünün öldürülmesi kuvvetle muhtemeldi. Öldürülen insan sayısının yüz binleri bulabileceğini söylemek, birçokları için abartı gelse de abartı olmadığı kanısındayım.

Kalkışmaya karşı çıkanlar bir yana, kalkışmayı danışıklı dövüş görenler veya onu hafife alanların önemli bir kısmı da eğer darbe gerçekleşmiş olsaydı şimdi darbenin ağır bedellerini ödemiş veya ödüyor olacaklardı.

Bugün darbeyi küçümseyenlerin bir kısmı, Suriyelilerin tecrübe ettiği dramlardan biri olan denizlerde boğulmayı Ege ve Kara Deniz’de tecrübe etmiş olacak, kiminin çocukları Aylan bebeğin akıbetini paylaşacaktı..

Bugün kalkışmayı danışıklı dövüş görenlerin bir kısmı, şimdi hayat yerine ölüm ötesi hayatı tecrübe ediyor olacaklardı.

Bugün kalkışmayı hafife alanların bir kısmının mal varlığına silahlı örgütlerce el konulmuş, bazılarının namusu paymal edilmiş, bazılarının çocukları mafya organlarının eline düşmüş, bazılarının aileleri diğer ülkelerde sefilliğe oynuyor olacaktı. Bazılarının çocukları ortalıkta sahipsiz kalacak kurtlara yem olacak, bazılarının eşleri sahipsiz kalıp tahammülü zor musibetlere maruz kalmış olacaktı.

Şimdi evinde, güvenlik içinde koltuğuna uzanmış ve çayını yudumlarken sosyal medya üzerinden kalkışmayı alaya alanlar, eğer darbe gerçekleşmiş olsaydı ya ölmüş veya göç yollarında ve beldelerinde insan onurunu ayaklar altına alan muamelelere maruz kalmanın acısını tadıyor olacaktı ya da iç savaş sonucu silahlı grupların egemen olduğu bölgelerde silahlı militanların uyguladığı keyfi kanunların kurbanları durumunda olacaklardı.

Kalkışmanın vahametini idrak edenler, bugün onunla alay edenlerin güvenli bir ortamda ailesiyle birlikte yaşamını sürdürmesine üzülmüyor seviniyorlar; her ne kadar onlar bunu anlamasa da. Zira aksi durumda karşı çıkanın da çıkmayanın da can, mal ve namus emniyeti kalmamış olacaktı. Meseleyi idrak edemiyenlerin de bugün güvende olması, mutluluk vericidir.

Olan olaylardan yola çıkarak olacakları öngörmek, biraz da basiret ve feraset işidir. Atlattığı tehlikenin akıbetini kestirmeye basireti ve feraseti yetmeyenler, onu hafife alıp dalga geçer. Bu da tehlikeyi atlatmanın güzelliklerinden sayılabilir.

Şunu da eklemekte yarar var: Kalkışmanın başarılı olması halinde sonuçlarını bildiği veya öngördüğü halde onu küçümseyenlerin önemli bir kısmı da iç savaşın kurbanı olacaktı. İç savaş çıktığı zaman, sadece karşıtlarına ve tarafsızlara zarar vermez, taraflara da korkunç zararlar verir.

Siyaset ilminin doğası gereği konumuzla ilgili karşıt çıkarımlarda bulunma imkanı  olsa da belgeler, bilgiler ve akli muhakeme bizi daha doğru istinbatlara yöneltebilir, konunun ciddiyetiyle uyuşmayan  sığ ve istihzai değerlendirme yanlışına düşmekten koruyabilir.

Kalkışma sonrası yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarla ilgili yanlışlıklar ve haksızlıklar konusu ise başlı başına bir yazı mevzusu. Bunlar ayrı bir konu ve eleştirilmesi gerekir. Ancak kalkışma sonrası yapılan yanlışlıklar, hiç bir şekilde kalkışmanın vahametini azaltmaz, tehlikenin çapını küçültmez, olayın ciddiyetini zedelemez, kalkışmayı hafife almaya gerekçe oluşturmaz.

Kalkışma sonrasında gösterilen tepkideki yanlışlıklar, etkinin mahiyetini değiştirmez. Çoğu insan, kalkışma sonrası yanlışlıklardan yola çıkarak kalkışmayı yanlış yorumlama hatasına düşüyor.

Kalkışma sonrası gösterilen tepkideki ölçüsüzlüklerin, kalkışmanın mahiyetindeki tahrip gücü ve başarılı olması halinde ne tür fecaatlerin yaşanabileceği düşüncesinden kaynaklandığını sanıyorum. Bunu bir yere kadar anlamak mümkün ancak kalkışmanın şiddeti, tepkide hak ihlaline cevaz vermez.

Kalkışmayı, ülkeyi iç savaşa ve felakete götüren bir olay olarak görmemiz ve tepkilerde adaleti savunmamız, adaletsizliğe karşı çıkmamız doğru olanıdır. Kalkışmanın başarılı olması halinde olabileceklere nisbetle daha küçük kalan haksızlıklara karşı çıkarken çok daha büyük bir felaketi ve aktörlerini hafife almak da yanlıştır.

Zaman ilerledikçe, belge ve bilgiler deşifre oldukça kalkışmanın vehametini savunanların haklılığı daha bir ortaya çıkacak, zaman müfessiri, bugün yanılan okuyucularını atide aydınlatacaktır.

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum