1. YAZARLAR

  2. Ali Bilmez

  3. SOHBETLERDEN SEANSLARA DEĞİŞEN HAYATLAR
Ali Bilmez

Ali Bilmez

Yazarın Tüm Yazıları >

SOHBETLERDEN SEANSLARA DEĞİŞEN HAYATLAR

A+A-

 

Rahmetli nenem Şeyh’leri çok sever, onlara çok değer verir ve hayatının akışına onlarla yön verirdi. Müridi olduğu Şeyh ailesinin hayattaki en büyük temsilcisi yılda birkaç kez çevre köyleri dolaşır ve bu ziyaretlerinde muhakkak bizim eve de uğrardı. Evimizde tatlı bir telaş olurdu bu esnada. Nenem izzet-i ikramda eksiklik, saygı ve hürmette kusur olmamasına büyük özen gösterirdi. Evdeki herkes için ayrı ayrı dua istirham eder, yaşanan sıkıntılar, dertler için kendisinden çareler, yapılacak işler için tavsiyeler talep ederdi. Torunun okulu, oğlanın ticareti, gelinin hasreti, komşunun nefreti… Baştaki ağrı, midedeki sancı, gönüldeki acı… Hâsılı akla hayale gelebilecek her konuda tek tek sorular sorulur ve Şeyh Hazretlerinden şifa reçeteleri, çözüm yolları, hareket metotları alınırdı. Sahibelerden kıssa, evliyalardan menkıbeler ile olayları ve olanları değerlendirir, geçmişten derslerle geleceğe ışık tutardı Şeyh Hazretleri.

Büyük bir saygı ve hürmet çerçevesinde Şeyh Hazretleri ile birlikte köy köy, ev ev dolaşan yardımcı müride imkânlar dâhilinde en güzel hediye (Koyu, keçi, inek vb.) takdim edilir ve Şeyh Hazretlerinin bir sonraki ziyareti, o anda başlayan bir hasret olurdu Nenemin hayatında. Ev ahalisinin, yakın komşunun, uzak akrabanın her yaşadığı, Şeyh Hazretlerinin sözleri ile yeniden tartılır, çoğu zaman da mantık süzgecine hiç uğramayan onlarca çıkarımı olurdu nenemin.

Hâsılı kelam, şahidi olduğum bir sahneden kısa bir kesiti sizlerle paylaşıp asıl konumuza geçmek istiyorum. Yıllar önce bir yaz, harman vakti, biz buğdayı patosa verirken, Şeyh Hazretlerinin rutin bir ziyareti olmuştu evimize. Nenem ve dedem evin kapısında Şeyh Hazretleri ile oturuyor, biz de evin arkasında çalışıyor, buğdayı harmanlıyorduk. Tam olarak hatırlayamıyorum. Ama benim veya amcamın elindeki dirgen aniden sapından ayrılıp patosun dişlilerinin arasına düşüvermiş, hızla dönen bir demirin başka bir demiri, demirden bir depo içinde parçalamasından kaynaklı, kulak zarlarını delecek şiddette yüksek bir ses çıkmıştı. Biz traktörü durdurmaya çalışırken, nenemin bel fıtığından iz, yaşlılığından eser kalmamış halde koşar adım geldiğini gördüm. Durdurun. Durdurun diye bağırıyor, el kol hareketleriyle bize işaretler veriyordu. Ne olduğunu sormamıza fırsat vermeden, Şeyh Hazretleri “Patosa bir şey düşmüş, durdursunlar” demiş, dedi. O gün ve sonraki günlerde biz bunun mantığını, normalliğini gülümseyerek neneme anlatmaya çabalardık. Ancak nafile. Nenem Şeyh’in basireti, mahareti, kalp gözünün açıklığı olarak görüyor, gerçek ve safi bir kalp ile buna inanıyordu.

Nenemin tek gayesi Allah’ın rızasına erişmekti. Bunun için Şeyh’i bir vesile olarak görüyor ve ona ciddi bir bağlılık hissi ile yaşıyordu. Şüphesiz ki nenem bu inancından ve yaşamından gayet memnundu. Muhtemelen büyük bir huzur kaynağıydı onun için ve hayatını güzelleştiren bir rehberlikti de.

Zaman geçti. Nenem ve Şeyhinin bu diyardaki misafirlikleri bitti. (Rabbim onlara ve cümle geçmişlerinize rahmet etsin. Cenneti ile müşerref kılsın inşallah.) Şeyhin’in torunlarından ya bir daha gelen olmadı. Ya da gelenler aynı saygı ve sevgiyi bulamadı. Biz ise büyüdük. Büyük şehirlerde yaşamaya başladık. Yaşadıkça da bir eksikliğin başka bir yanlış ile yer değiştirmesine tanıklık ettik.

Önce bilinçli ve planlı bir şekilde büyüklerimizin bu yaşadıkları kötülendi, lanetlendi, hor görüldü, gösterildi. Hâsılı iyi ve kötü yönleriyle yok edildi. Yerine ise maalesef doğrusu gösterilmedi, anlatılmadı, yaşatılmadı. Modern çağın efsunlu sözleri ve gösterişli anlatımlarıyla Şeyhlerin yerini envai çeşit alanda uzmanlar ve terapistler aldı. Şeyhin Allah adına yaptığını uzmanlar ile terapistler doğa ve evren adına yapmaya başladı.

Müritlerin adı danışan, sohbetler ise seans oldu. Helâl, haram, ayıp, günah, sevap kelimelerinin yerine benim için faydalı, sağlıklı, iyi, kötü gibi kavramlar taht kurdu dillerde ve kalplerde. Bir koyun ve tek kalemde kapatılabilen yılların yerini, kabarık ve değişken faturalı aylar hatta haftalar almaya başladı. İki sayfa kitap okuyan uzman, üç lafı bir araya getirip konuşabilen terapist oldu. Eşle iletişim, çocukla etkileşim, aşkta tutku, işte arzu, sağlıkta sebep, konuşmada sanat… Her olan psikolojik bir vakıa, her yaşanan geçmişten bir travma oldu hayatımızda.

Yaşadıkları ve inandıkları ile bizim dinimiz ve kültürümüzle hiçbir alakası olmayan kişilerin kitaplarıyla, “Sen her şeyden ve herkesten daha değerlisin”, “Sen yoksan hiçbir şeyin anlamı yok”,  “İstediğin takdirde yapamayacağın şey yoktur”, “Çok çalış, zafer senindir” gibi klişe ve kalıplarla kişiliklerimize kamçı vuruldu ilkin. Sonra, her yaşadığının sebebi sana yaşatılanlardır denildi. Çorapsız dolaşıp üşütmenin, grip olup salya sümük dolaşmanın sebebi olarak anne, baba ve üç kuşak suçlu bulundu. Anlat dedi uzmanlar. Anlatırsan soyunu kurutacağız bütün kötülüklerin, hastalıkların, olumsuzlukların. Seni kurtarırız kurtarmasına ama asıl önemlisi senin çocukların ve torunlarının hiçbir eksiği, kazası, belası, hastalığı olmayacak dedi/diyor terapistler. Gelmelisin periyodik, gitmelisin aylık, kalmalısın haftalık…

Evet, seans seans, süslü sözler ve modern tabirlerle, hissettirilmeden bize bir şeyler unutturuluyor. Ve işin en acı tarafı da şu ki, bunu bizim elimizle bize yaptırıyorlar. Bir imtihanda olduğumuz ve başımıza gelenlerin bu imtihanın bir gereği olduğunu hiçbir uzman söylemiyor, hiçbir terapist telkin etmiyor. Hâlbuki Yüce Rabbimiz şu şekilde buyurmuyor mu?

"Biz mutlaka sizi biraz korku ile biraz açlık ile yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele!" (Bakara, 155)

 “Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya, 35)

Eğer anne-baba ve geçmişte yaşadıklarımız bugün başımıza gelenlerin tetikleyicisi veya müsebbibiyse Hz. Musa’yı ve Hz. Nuh’un oğlunu bize anlatan Kur-an kıssalarını nasıl anlayacağız ve hayatımızın neresine koyacağız.

Hz. Musa, Firavun’un sarayında büyüdü. Yanlışlıkla bir insanın ölümüne sebep oldu. Sonra Tur dağının eteklerinde, Tuva vadisinde hiçbir insana nasip olmayan bir seslenişe muhatap oldu.

Bir peygamberin, Hz. Nuh’un ocağında ve kucağında büyüyen oğul, ona iman etmedi ve onun yolundan gitmedi.

Şuna kesinlikle iman ediyoruz. Derdi veren de, şifayı veren de Yüce Allah’tır. Şifaya vesileler aramak da O’nun verdiği iradenin bir gereğidir. Buna diyecek bir sözümüz elbette ki yok. Olamaz da. Ancak hastalık ve sıkıntıların sebeplerini ilim ve bilim süzgeçlerinden geçirmeden, sebep ve suçlu olarak geçmişe saldırmak ve sorunsuz bir geleceği mümkün görmek, tasarlamak ve bunları yaparken de her şeyi yoktan var eden ve tekrar yok edecek olan yaratıcımızı bilinçli veya bilinçsizce hesaplardan uzak tutmak sıkıntılıdır. Bu hususta dikkatli ve endişeli olmamız elzemdir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum