1. HABERLER

  2. PORTRE

  3. Seyyid Hasan Nasrullah Kendini Anlatıyor
Seyyid Hasan Nasrullah Kendini Anlatıyor

Seyyid Hasan Nasrullah Kendini Anlatıyor

A+A-

Babam Abdülkerim meyve ve sebze satar; erkek kardeşlerim de ona yardım ederlerdi. Babamın maddi durumu biraz iyileşince mahallede küçük bir bakkal dükkanı açtı. Ben de yardımına giderdim buraya genellikle. Dükkanın duvarında, İmam Musa Sadr’ın asılı bir resmi vardı. Bir iskemleye oturarak resmin karşısına geçer ve gözlerimi ona dikerdim. Bir gün onun gibi olmayı arzulardım.

Kortina adlı mahallemizde cami olmadığından Sen El Fil, Burc Cemud veya Ennebi camilerine giderdim namaz için. Bulduğum her şeyi okurdum, özellikle de İslami kitapları. Anlamadığım bir kitapla karşılaştığımda büyüyünce okumak için kenara koyardım.

İlköğretimime Necat mahallesinde başladım, diplomasını alan en son öğrenci grubu arasındaydım. Ardından Sen El Fil devlet okuluna kaydoldum fakat 1975 iç savaşının alevleri çok kısa bir süre sonra eğitimime ara vermeme yol açacaktı. Bundan dolayı ailemle birlikte, doğduğum köye, Bazuye’ye geri döndüm. Lise eğitimimi sahil şehri olan Sur’daki devlet okullarından birinde tamamladım.

Önceleri, Kortina mahallesinde yaşarken, ne ailemden her hangi biri ne de ben bir politik partiye üye değildik. Bu arada bazılarını Filistinlilerin teşkil ettiği pek çok siyasi teşkilat bölgede faaliyet göstermekteydi. Fakat sonraları, Bazuye’ye geri döndüğümüzde Emel hareketinin saflarına katıldım. Bu, çok istekli bir şekilde yaptığım bir seçimdi çünkü İmam Musa Sadr’a hayrandım. O vakitler sadece 15 yaşındaydım ve Emel hareketi de yoksulların hareketi olarak adlandırılıyor ve biliniyordu. Zamanla Bazuye köyüne olan alakam azalmaya başladı, çünkü bu köy giderek entelektüellerin, Marksistlerin, özellikle de Lübnan Komünist Partisi’nin faaliyet alanına dönüşmekteydi. Neyse, kardeşim Seyyid Hüseyin ve ben Emel hareketine üye olduk ve yaşımın küçüklüğüne rağmen kısa bir süre sonra köy temsilcisi oldum.

Birkaç ay içersinde Irak’taki Necef şehrine gitme kararı aldım. O vakit 16 yaşındaydım ve gidişimin önünde beliren pek çok engelle yüzleşmek zorunda kaldım. Fakat Allah’a olan tevekkülüm sayesinde bir gün Sur’daki bir camide Seyyid Muhammed Garavi adlı bir alimle tanıştım. Bu kişi, İmam Musa Sadr adına öğretmenlik yapmak için orda bulunuyordu. Necef-i Eşref’e tahsil için gitmek istediğimi duyar duymaz bir mektup yazarak bana verdi. Seyyid Muhammed Garavi, Ayetullah Seyyid Muhammed Bakır es- Sadr’ın çok yakın dostu Bana verdiği mektup iyi bir sınıfa kabulüm için verilmiş tavsiye mahiyetinde>

Arkadaşlarımın ve babamın yardımıyla ve bazı eşyalarımı satarak gereken parayı topladım ve Bağdat’a uçtum; oradan da otobüsle Necef’e vardım. Necef’e vardığımda cebimde hiç para kalmamıştı. Fakat Necef’te benim gibi pek çok garip ve yalnız insanın olduğunu biliyordum. Daha da önemlisi bir alim boş ellerle onurlu bir hayat sürmeyi öğrenmeliydi. Yiyeceğim ekmek ve suydu, yatağım ise dikdörtgen bir sünger şilteden ibaretti. Şehre varır varmaz orada yaşayan diğer Lübnanlı alimlere, tavsiye mektubumu dini ilimler havzasının sütunu sayılan Ayetullah Sadr’a nasıl ulaştırabileceğimi sordum. Bana, bu işi Seyyid Abbas Musevi’nin yapabileceğini söylediler.

Seyyid Abbas Musevi ile tanıştığımda, kendisi biraz esmerce olduğu için, onu Iraklı sanmıştım. Bu yüzden onunla fasih Arapça konuşmaya başladım. O da bana cevabında “Dert etme, ben de Lübnanlıyım ve buraya Nebi Şeys bölgesinden geldim.” dedi. Bu, tanışmamızın ve yakın arkadaşlığımızın başlangıcı olmuştu. Musevi benim için arkadaş, kardeş, akıl hocası ve yoldaştı. İsrailliler arabasına helikopterden füze fırlatıp kendisini eşi ve küçük çocuğuyla birlikte şehid ettiklerinde birbirimizden ayrılmış olduk. Bu olay gerçekleştiğinde Necef şehrinde başlayan tatlı dostluğumuzun üzerinden tam 16 yıl geçmişti.

Ayetullah Sadr, Seyyid Muhammed Garavi’nin yazdığı tavsiye mektubunu okuduktan ve beni kabul ettikten sonra bana “Paran var mı?” diye sordu. Ben de “Kuruşum bile yok!” dedim. Ayetullah Sadr Abbas Musevi’ye dönerek “Önce ona bir oda ayarla, sonra da hocası ol ve onu gözet” dedi. Sonra da bana elbise ve kitap satın almam ve aylık harcamalarım için biraz para verdi. Musevi, medresenin yanında ve kendi evinin yakınında bir oda hazırlattı benim için.

O sıralar Seyyid Abbas Musevi daha yeni evlenmişti ve evli çiftlerin kendileri için ayrı evlere sahip olmalarına izin veriliyordu. Bekar talebeler ise hücrelerde kalıyorlardı, bazen de iki hatta üç talebenin bir hücrede yaşadığı oluyordu. Her talebeye de beş dinarlık küçük bir maaş veriliyordu.

Medrese eğitimindeki ilk devreyi tamamlayan Seyyid Abbas Musevi (yaklaşık olarak 5 yıl), eğitiminin ikinci devresini sürdürmekteydi ve birkaç tane de talebesi vardı. Ben de onlardan biriydim. Musevi çok disiplinli ve ciddiydi. Bizler 5 yıllık eğitim devresini, onun bu yoğun eğitimi sayesinde sadece iki sene içersinde tamamlamayı başarmıştık. Bütün bu süre boyunca, hatta Ramazan ve Kurban bayramı tatillerinde bile ara vermeden ders çalışıyorduk. Medreselerde genellikle tatil olan Perşembe ve Cuma günleri bile çalışıyorduk.

1982 yılında eğitimin ilk devresini geçerli notlarla tamamladım. Aynı yıl Baas rejimi Kürd alimler üzerinde baskı uygulamaya ve çoğunu asıl memleketlerine dönmeye zorlamaya başladı. Farklı kavimlere mensup pek çok alim eğitimini tamamlamadan geri dönmek zorunda kalmıştı. Daha da kötüsü Bağdatlı bazı politikacılar Lübnanlı alimleri Emel hareketinin ajanları olmakla suçluyorlardı. Bazen de bizi Dava Partisi veya Suriye Baas Partisiyle bile ilişkilendiriyorlardı. Sonunda bize, gündemimiz ne olursa olsun Suriye istihbaratı tarafından gönderildiğimizi söylediler. 1987 yılına gelindiğinde ise Lübnanlı alimler, diğer ülke alimleri gibi Irak’tan sürülmüşlerdi (bazılarıysa aylarca tutuklu kaldı).

İşte o sıralarda Saddam güçleri medreseye saldırdılar. O gün Seyyid Abbas Musevi Lübnan’da ama ailesi hala Necef’te bulunuyordu. Öğrencileri Irak’a dönmemesi için kendisini uyardılar çünkü Irak’ta polis tarafından aranmaktaydı. Bundan kısa bir süre sonra da öğrencileri Irak’tan sürülecekti. O zamanlar ben şanslıydım, polis medreseyi bastığında orda değildim çünkü. Ne olduğunu anlar anlamaz hemen Necef’i terk ettim. Tutuklanma kararım sadece Necef sınırları içersinde geçerliydi, bütün ülkede değil. Sınırdaki kontrol noktasında herhangi bir sorunla karşılaşmadım. Irak’ı kolayca terk ederek Lübnan’a vardım sonunda.

Seyyid Abbas Musevi beraberindeki birkaç alimle birlikte Baalbek’te bugün de açık olan bir medrese kurdu. Tahsilime bu medresede devam ettim ve Emel hareketindeki faaliyetlerimi de sürdürdüm. 1987 yılında Emel hareketi beni Bekaa bölgesinin siyasi temsilciliğine atadı. Böylelikle merkezi büronun siyasi üyelerinden biri olmuştum. Aynı yıl eğitimimin ikinci evresini tamamladım.

1982 Haziranında İsrail, tüm Lübnan’ı işgal harekatına başladı. İsraillilerin Beyrut’u ele geçirmelerinin ardından da Ulusal Kurtuluş Cephesi kuruldu. Emel lideri Nebih Berri, hareketinin bu cepheyle birleşmesi için çok istekliydi ama Emel içersindeki İslamcılar buna karşıydılar. Bu noktadan itibaren farklılıklar iyice belirginleşmeye başladı ve İslamcılar hareketten koptular. Bu mesele aslında çok açıktı ve öngörülebilirdi, çünkü bazı fikir ayrılıkları, özellikle de İmam Musa Sadr’ın tavsiyeleri hakkındaki değişik rivayetler daha ilk aşamalarda belliydi zaten. İslami güçler Emel’in giderek yoldan çıktığını kavramışlardı. Bu kişiler Kurtuluş Cephesi’nin Beşir Cemayel’i Lübnan cumhurbaşkanı yapmak istediğini fark ediyorlardı ve Emel’in dini kanadının bunu kabul etmesine imkan yoktu asla. Dini güçler, Falanjistlerin liderinin İsraillilerle barış yapmayı arzuladığını biliyorlardı. Kendi bakış açılarına göre bu, cephenin çıkarlarının aleyhindeydi; tıpkı onlarla konuşmak ve el sıkışmanın olduğu gibi.

Köktenciler böylelikle Emel’i terk ederek Hizbullah’ı kurmak için hareketin dışındaki gruplarla koalisyona girdiler. Emel’i terk edenlerden biri de bendim, kardeşim Hüseyin’se aynı şeyi yapmadı; kendisi hala Emel hareketi içersindedir. Kısa bir süre için Emel’in Şiya bölgesinin temsilciliği görevini yürüttükten sonra sağlık durumu yüzünden emekliye ayrılmak zorunda kaldı.

Ben 11 kişilik bir ailenin en büyük oğluydum. Dokuz erkek ve kız kardeştik. Benden sonra Hüseyin geliyordu; onun arkasından Zeynep, sonra Fatıme. Ondan sonra bir iş adamı olan Muhammed, ardından memur emeklisi Cafer. Bunların ardından da yaş sıralarına göre Zekiye, Amine ve Saad geliyor.

Bütün kız kardeşlerim Hizbullah’ın aktif üyeleridirler. Erkek kardeşlerime gelince başlangıçta hepsi Emel hareketine üyeydiler. Şimdiyse Hüseyin hariç hepsi Emel’i terk etti. Muhammed’se siyasetle pek ilgili değil; Hizbullah üyesi olmamasına rağmen harekete sempati duyuyor. Cafer siyasi olarak kararsız; birbirimizle tartışır ve fikir alış verişinde bulunuruz.

Bugün Hizbullah iyi mesafe kat etmiştir ve gelişmesini sürdürmektedir. Amacı zamanın zorunluluklarını göz önüne alarak dosdoğru istikamette ilerlemek ve İslami ilkelerini korumaktır. Bir kişinin, duruşu ne kadar yüce olursa olsun dünyadaki tüm entelektüel, dini ve politik bilgiyi tekeline alabileceğini düşünmek yanlış olur. Hizbullah üyeleri yirminci yüzyılın en büyük ve en tartışılmaz kişisinin İmam Humeyni olduğuna inanırlar. İmam Humeyni’den sonra ise İmam Hamenei Humeyni (r.a.)’nin en doğru halefidir şüphesiz. Bizim görüşümüze göre İmam Humeyni’nin önceki görüşleri ve düşünceleri hala geçerlidir.

Hizbullah kurulduğunda ben 22 yaşındaydım ve gönüllü direniş gücünün (besic) bir üyesiydim. Sonra da partinin Baalbek bölgesinin sorumlusu oldum. Ardından partinin tüm Bekaa bölgesinin sorumlusu. Bir süre sonra da Hizbullah’ın Beyrut baş sorumlusu olan Seyyid İbrahim Eymen’in yardımcılığına atandım. Kısa bir süre sonra ise parti politik işlerini operasyonel ve kurumsal aktivitelerinden ayırma kararı aldı. Seyyid İbrahim siyasi kanadın sorumluluğunu üzerine aldı, ben de kendisinden sonra Beyrut bölgesinin baş sorumlusu oldum. Sonra da vazifesi Danışma Şurasının emirlerini uygulamak olan genel müdürlüğü tesis edildi. Ben de bu göreve atandım.

Tüm vaktimi alan Parti içersindeki sorumluluklarıma rağmen, aynı zamanda derslerime devam etme kararını almıştım. Fakat İsrail işgali yüzünden dersleri bir kenara koymak zorunda kaldım. İşgalden yedi yıl sonra, 1989’da durum tekrar tahsilime dönebilmem için uygun bir vaziyet aldı. Böylece partinin izniyle eğitimimi tamamlamak için Kum’a döndüm. Elbette dedikoducular da boş durmadılar. Seyyid Nasrullah’ın Lübnan’ı, Hizbullah liderleriyle olan fikir ayrılıkları yüzünden terk ettiğini söylediler.

Emel hareketiyle aradaki farkların iyice belirginleşmesinin ardından ve Beka bölgesinde silahlı çatışmaların baş göstermesi üzerine Lübnan’a dönmemin vazifem olduğunu teşhis ettim. Elbette parti de benden bunu istiyordu. Bu yüzden derslerimi istediğim düzeye kadar sürdürme fırsatını bir kez daha kullanamamış oldum böylece. Bugün en büyük arzum kardeşlerimin iş yükümü hafifletmeleri ve beni partinin genel sekreterliğinden muaf tutarak dini ilimleri tahsil edebilmem için medrese eğitimine dönebilmemdir.

Abbas Musevi’nin İsrailliler tarafından suikaste uğratılmasından sonra Hizbullah liderliği ve partinin genel sekreterliği makamına atandım. Bundan önce ve Kum’daki ikametim esnasında bana partinin yüksek şurasında görev sorumluluğu vermişlerdi. Yardımcım da Şeyh Naim Kasım’dı. Geri döndüğümde ise herhangi bir özel sorumluluk almadan sadece komuta kademesinin bir üyesi olarak hizmet ettim. Bununla birlikte Seyyid Abbas Musevi Hizbullah’ın genel sekreterliğine seçildikten sonra Naim Kasım’ı yardımcısı olarak atadı, ben de eski görevime döndüm tekrar.

İsrailliler 1992 yılında Seyyid Abbas Musevi’yi şehid ettiler. Bunun üzerine Danışma Şurası Musevi’nin halefini seçmek üzere toplandı ve beni seçti. Şura tarafından seçildiğim gün çok korkmuş ve kaygılanmıştım çünkü yaşım çok gençti. O zamana dek sadece partinin dahili işleriyle ilgilenmiştim ve partinin uluslararası ilişkileri alanında tecrübem yoktu. Fakat konsey görevi kabul etmem için ısrar etti. İlk başta reddettim ama görevliler bir kez daha ısrar edince ben de bu sorumluluğu kabul ettim sonunda.

1978 yılında Sur şehrinden bayan Fatıma Yasin ile evlendim. 18 yaşında şehid olan oğlum Hadi’den başka 3 çocuğum daha var: Muhammed Cevad; Zeynep; ve Muhammed Ali. Eve adımımı attığımda şefkatli bir baba ve eş olabilmek için bütün işimi ve sorunlarımı kapıda bırakırım. Özel hayatımı değerlendirmeye çalışırım. Çok okurum, özellikle de siyasetçilerin hayat hikayelerini. Bu aralar Şaron’un biyografisini okuyorum, bu kitabı bir kez daha okuyacağım.

Bence Hizbullah sadece direniş anlamına gelmemektedir. Bugün Hizbullah, İslam’a dayanan bir politik doktrin ve de aynı zamanda. Kısacası bize göre İslam, sadece ibadet ve ritüeller alanıyla sınırlı bir dinden ibaret değildir. İslam, bütün insanlık için özel bir ilahi sorumluluk ve insanlık türünün genel ve özel tüm sorunlarına verilmiş bir cevaptır. İslam devrim yapmak isteyen ve nizam tesisini arzulayan tüm toplumların dinidir. İslam, temel prensiplerine dayanarak devlet kurabileceğiniz bir dindir. Ben Hizbullah’ın arzusunun bir gün İslam Cumhuriyeti nizamını kurmak olduğunu inkar edecek değilim, çünkü Hizbullah bir topluma istikrar getirmenin ve sosyal farklılıklarla yüzleşmenin yegane yolunun, velev ki bu toplum pek çok azınlığa sahip olsun, İslami bir hükümetin tesisinden geçtiğine inanmaktadır. Bununla birlikte İslami bir düzen kurmak şiddet ve direniş yoluyla mümkün olmayacaktır. Bu milli bir referandum gerektirmektedir. Tüm oyların %51’ini bile almak çözüm değildir. Bunun için gereken oran halkın %90 kabul oyudur. Bu yüzden, bu varsayıma binaen ve halihazırdaki statükoyu düşündüğümüzde Lübnan’da şimdilik bir İslam Cumhuriyeti kurmak mümkün değil.

Ölüm iki alem arasındaki bir geçitten başka bir şey değildir. Bazıları bu geçitten zorlukla ve acı çekerek geçerler, bazıları da istekli ve kolay bir şekilde. Şehadet bu ölümsüz aleme geçiş için en iyi yoldur, çünkü şehadet Yüce Allah’ın büyük armağanlarından biridir. Bir şehid bu alemden göçtüğünde bu, bir insanın bu dünyadan yanında değerli hediyelerle cennete uğurlanması gibidir. Bu, şehadetin diğer insanlar (Müslümanlar) nezdinde niçin bu kadar değerli olduğunun da cevabıdır aynı zamanda. Tanrı’ya inanmayan halklar arasında bile insanlar kendilerini vatanlarına, uluslarına ve inandıkları bir hedefe adadıklarında bu övgüye değer bir davranış olarak kabul edilmektedir. Oğlunu kaybeden bir baba olarak hiçbir kaygım yok; oğlumun Alemlerin Rabbi’nin katında, cennette olduğuna eminim.

Şehadetinden önce Hadi’nin resmi sadece bizim evimizde mevcuttu. Ama bugün resmi her yerde ve her evde. Sevgili oğlumuzu kaybettiğimiz doğru ama bir gün ebedi hayatta onunla karşılaşacağımızdan yana şüphem yok.

İnsanların bende gördüğünü söylediğiniz karizmaya gelince, bu konu hakkında benim konuşmam doğru olmaz. Karizma genel olarak bir insanın diğerleri üzerindeki etkisi anlamına gelmektedir; aslında bu durum kişinin bilgi ve tecrübesiyle geliştirebileceği bir ilahi inayettir. Elbette bilgi, uzmanlık ve deneyim bir insanı karizmatik kılmak için yeterli değildir. Bu kişinin Allah’ın lütuf ve inayetini de ihtiyacı vardır.”

İran’da'ki, "Ensar-ı Hizbullah" adlı gençlik hareketinin “Ya Lesarat el Hüseyn” adlı dergisinde yayınlanan bu otobiyografi Kemal SARAL tarafından İsra Haber için çevrilmiştir.

isra haber

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.