1. YAZARLAR

  2. Cevdet IŞIK

  3. SEKÜLER AKLIN VAHŞETİ
Cevdet IŞIK

Cevdet IŞIK

Yazarın Tüm Yazıları >

SEKÜLER AKLIN VAHŞETİ

A+A-

 

Müslüman olarak, her konuda adaleti gözetmek gibi bir sorumluluğumuz vardır. Bu sorumluluk, dünyadaki yolculuğun doğru bir şekilde yapılabilmesinin sigortasıdır. Bu durumun Müslümana getirdiği bakış açısı, istisnasız her hal ve durumda sorumluluk bilinciyle hareket etmektir.

Sorumluluk bilincinin Kur’an’daki karşılığı takvadır. Takva denince, akla ilk gelen Müslümanda oluşması gereken hassasiyettir. Bu hassasiyetin bir gereği olarak Müslüman,  yanlış anlamlardan ve anlamalardan sakınma gayretinde olur. Yine takvanın oluşturduğu bu hassasiyetin bir gereği olarak, Allah’tan korkmak veya emin olmaktan daha çok, karşılaşılan her hal ve durum karşısında Allah’ın hoşnutluğunu önceleyerek hareket etmek söz konusudur. Netice itibariyle Müslüman, bütün yaptıklarını, Allah yokmuş gibi değil, Allah’ın varlığını iliklerine kadar hissederek yapar. Müslümanın dünya yolculuğu bu minval üzere devam eden bir yolculuktur.

Akıl ile ilgili olarak adaleti gözetmek demek, aklın sahip olduğu fonksiyonel yapıyı, herhangi bir tahfif ve tahkirde bulunmadan dikkate almak demektir. Aklın gereksiz olduğunu söylemek de, aklı gereğinden fazla yüceltmek suretiyle putlaştırmak da, akla haksızlık anlamına gelir. Bizler pekâlâ biliyoruz ki, insanın insan olması, akıl sahibi olmakla, aklını çalıştırmakla ile ilgili bir durumdur. Yani eğer bir insan akletmiyorsa, o insanın insanlıktan çıktığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bugün müslüman olduğunu söyleyen şu kadar milyar insanın içinde bulunduğu içler acısı durumun en önemli sebeplerinden birisinin de aklın kullanılmaması ile ilgili olduğunu, korkarım ki hala fark etmiş değiliz. Yüzyıllardır aklın kullanımının sadece bir kısım müslümanın işi olduğunu ileri süren anlayışın bizi “tarihin taşrasında” bile tutunamaz duruma getirdiğini görmemekte sürdürdüğümüz ısrar, müslümanca bir varoluşun önündeki en büyük engeli teşkil ettiğini göremiyoruz.

Geçmişin üzerimizde oluşturduğu kültürel külleri takdis etmekten, bir türlü çağdaş dünyaya uyanamıyor, çağdaş dünyada olup bitenler hakkında bir fikir sahibi olamıyoruz. Onun için de ya müzelik tepkilerle yokluk fermanımızı imzalıyor, ya da bizim için oluşturulan eylemsel ve düşünsel sofralara, aklı ve gözleri kapalı, ağzı açık ve salyalı olarak saldırıyoruz. Bir türlü kim olduğumuzu sorgulama cesaretini gösteremiyor, akla ziyan bir taklit ve uyuşukluğun sağladığı konformizmlerden elimizi eteğimizi çekemiyoruz.

Allah, dünyayı ve hayatı yarattı. Verili bir yapısı olan insanı yarattı. İnsana akıl ve irade verdi. Bütün bunlarla insan, bir akıl sahibi oldu. Aklını kullanarak özgürce tercihlerde bulunma imkânına sahip oldu. Her insanın aklını kullanma sebebi, aklını kullanma tarzını oluşturur. Müslüman için aklın kullanımı Müslüman aklına, Yahudi için aklın kullanımı Yahudi aklına, Hıristiyan için aklın kullanımı Hıristiyan aklına ve seküler bir kimse için aklın kullanımı ise seküler akla atıfta bulunur.

“Devlet aklı” tabiriyle sıklıkla karşılaşmaktayız. Bir egemenlik sahası olarak insanın karşılaşılaşabileceği en büyük organizasyon olan devletin içte ve dışta, siyasi, iktisadi ve ahlaki açıdan alacağı bütün kararların niteliği, devlet aklının niteliğini oluşturur. Bir insanın devlet aklına teslim olması demek, devletin alacağı bütün kararları kendisi için bağlayıcı kabul etmesi demektir. Bu durumdaki insanlardan, özgün ve nitelikli bir varoluş sergilemelerini beklemek mümkün değildir.

Şayet bir Müslüman devlet aklına teslim olmuşsa, aslında o Müslüman, sahip olması gereken özgünlüğünü de yitirmiş demektir. Çünkü tâbi olduğu kararlarda, kendisine ait herhangi bir fikir ve düşüncenin etkisi yoktur. Eğer insanı ilgilendiren bir konuda, insanın herhangi bir fikri ve düşüncesine yer verilmemişse, aklı, iradesi ve tercihi de yok sayılmıştır. Bunun anlamı, insanın gönüllü olarak kendisini bir nevi köleleştirmesi demektir.

İnsan, olay ve olgular karşısında aklını kullanmak suretiyle, ilgi ve alaka kurma gayretinde olur. Seküler akıl, Batı düşüncesinin özne olduğu bir akletme biçimidir. Batı düşüncesinin dölyatağı denince, Aydınlanma dönemi akla gelir. Aydınlanma ile birlikte tanrı merkezli algı ve değerlendirmeler terk edilir. Tanrının yerine akıl yerleştirilir. Burada paradoksal olarak tanrıya ait olan kutsallık elbisesi akla giydirilir. Yine burada insanlık da ikili bir tasnife tabi tutulur. Düşünsel, eylemsel ve kültürel açıdan akıllı ve ayrıcalıklı olan Avrupalı insanlar ve düşünsel, eylemsel ve kültürel açıdan akıllı ve ayrıcalıklı olmayan diğer insanlar. Hâlbuki Salman Sayyıd’ın da dediği gibi, aklın farklı toplulukların farklı zamanlarda kendi dünyalarına anlam verebilmek için benimsedikleri bir yol kabul edilirse; aklın sabit kategorileri veya evrensel geçerliliği olmayan bir tarihsel süreç olduğunun da kabul edilmesi gerekirdi. Ama durum böyle olmadı. Tek ve tartışmasız bir akıldan söz edildi ve buna da seküler akıl denildi.

Seküler aklın vahşetini nasıl anlamak gerekir? Eğer bir vahşetten bahsediyorsak, bir tehlike ve bu tehlikenin oluşturduğu korkudan da bahsediyoruz demektir. Öncelikle bilginin kaynağı ve niteliği bakımından tanrı ve tanrının merkeziliğine savaş açılıyor. Tanrının yerine insanın kendisi yani insan aklı yerleştiriliyor. Bu doğrultuda bilgi kuramları (epistemoloji) oluşturuluyor. Böylece din ve dine ait değerlendirmelerin meşruiyeti ortadan kaldırılıyor. Bütün bunların hedefinin barış, ilerleme vesaire için olduğu söylenerek gerçekler karartılıyor. Yapılan bu karartmayla insanların gerektiği gibi bir akletmenin de önüne geçiliyor. Bütün bunlarla amaçlanan ise insanların Batılı bir bakış açısına mecbur ve mahkûm edilmesi, Batılı bir hegemonyanın tesis edilmesidir. Seküler aklın bir diğer hedefi ise dini olan ile siyasi olanın ayrıştırılmasıdır. Bu açıdan Hıristiyanlık bir sorun teşkil etmediğine göre, asıl meselenin İslam ve müslümanlar olduğu aşikârdır. Yani bu şekilde Müslümanların siyasetten uzaklaştırılması hedeflenmiştir. Ilımlı İslam, radikal İslam gibi nitelemeler seküler aklın icadı olan nitelemelerdir.

Seküler aklın hükmünü rahat bir şekilde icra etmesi için, 1789 Fransız Devrimi’nin sağladığı bazı ideolojik maskeler vardır. Bunların en önemlisini ”özgürlük maskesi” oluşturur. Bu iştah açıcı kavram seküler aklın hegemonyası için geniş bir hareket alanı açmıştır. Ağızlara tutuşturulan bu uyuşturucu sayesinde, insanlar için ortak bir istikametin tayini oldukça zorlaşmıştır. Bir diğer maske ise “iktidar arzusu” dur. Demokrasi denen yanıltıcı idari yöntemle, iktidar arzusu hep bir umut olarak taze tutuldu. Bir başka maske dünyada bir “cennet” gerçekleştirme hayalini besleyen açgözlülüktür.

Seküler akıl seküler insanı ve seküler insan ise seküler vahşeti oluşturmuştur. Seküler insan, bir yolcu olduğu hakikatini bile bile inkâr ederek, kendisini dünyaya hapsetmiştir. Kendi kendisine yapmış olduğu bu aşağılayıcı eziyetin bir sonucu olarak seküler insan, mazoşist bir karaktere sahiptir. Ama seküler insanın kendi kendine yaptığı bu eziyetin farkında olmadığını söyleyebiliriz. Seküler insan, oluşturmak istediği dünya cenneti bakımından hayalperest birisidir. Ahlaki manada ise tümüyle bir bataklığa saplanmıştır. Ahlakın oluşturduğu otokontrol duygusu, yerini çıkar amaçlı pragmatist duygulara bırakmıştır. Fransız Devrimi’nden bu yana modernizm ve ulus-devlet projeleriyle insanlığın hiçbir zaman görmediği kadar savaş ve katliamlara maruz kalmıştır.

Bugün bütün bir insanlık seküler bir tahakküm altındadır. Bu tahakkümün neticesinde, özellikle Müslümanlar olarak bizler İslam’ın hakikatlerini göremez olduk ve bu yüzden bir yabancılaşma ve dolayısıyla yabanileşme sürecine girdik. Bu yabancılaşmayla birlikte İslam’ın algılardaki değeri, hükmü olmayan kültürel bir değer kadar olmuştur. Yaşamsal hedeflerimizi ve ihtiyaçlarımızı biz değil, modernizm belirlemektedir. Çünkü toplumsal yaşayış ve örgütlenme biçimlerimiz modernliğin tekelindedir. “Modernlik bize kardeşler arası ölümcül savaşları, yıkıcı “gelişme”yi, zalim bir “uygarlığı” ve daha önceleri tahayyül edilmemiş olan bir şiddeti miras bırakmıştır.” Yani başından itibaren seküler aklın önümüze sürdüğü tablo tek kelimeyle vahşetten başka bir şey değildir.

Halen sürmekte olan seküler aklın vahşetinden kurtulmamız gerekiyor. Seküler akıl, öncelikle anlam dünyasını yıkarak işe başlamıştı. Yapılması gereken de bir anlam dünyası inşa ederek işe başlamaktır. Müslümanlar için inşa edilecek anlam dünyasının öznesini İslam oluşturmaktadır. Atasoy Müftüoğlu’nun dediği gibi, İslami düşünce, varoluşun, hayatın, tarihin her anında, zamanın ve tarihin ortaya koyduğu yeni sorular ve yeni sorunları cevaplamak, gerçekliği ilahi yasalar doğrultusunda inşa etmek üzere sürekli çözümlemeler (içtihat) yapmak, sürekli olarak içerik üretmek durumundadır.

XVII. yüzyıldan bu yana çıkışını, oluşumunu ve egemenliğini sürdüren seküler aklın yaşattığı vahşetin her zaman için eleştirel bir akılla gündemde tutulması, tanınması, teşhis edilmesi ve böylece unutulmaması gerekir. Cellâdına âşık idam mahkûmları rolünden kurtulmak için, İlahi Vahyin kapısını çalmamız gerekir. İlahi Vahyin kapısını Tevhid oluşturmaktadır. Tevhidi bir bilinçle yeniden var olmak için, Kur’an’ın kuşatıcı ve ihya edici toplumsal iklimini oluşturmak gerekir. Bunun için de İslami anlamları yaşamın içine taşımak ve böylece nitelikli medeniyetleri inşa etmek gerekir. Bu şekilde seküler aklın vahşetinden emin olmak mümkün hale gelebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.