
Şehid Seyyid Kutub
Seyyid Kutup, İslâm’a inanmış ve inandığı davanın gerçekleşmesi için de birçok çalışmalar yapmış büyük bir mücahittir.
SEYYİD KUTUB/ Gülbahar Magat
Kimin kafir olduğu ile değil, neyin insanı kafir yapacağıyla ilgilenen, Kur’an’ı, ayet ayet hayata aktarılan ve pratiği güçlü bir toplulukça canlandırılan somut bir direktifler kaynağı olarak gören, edebiyatçı kimliğiyle İslamî terim ve kavramları en güzel şekilde kullanarak zihinlerin aydınlanmasında rehber olan bir alim, bir aydın, bir şehid! Yaşarken olduğu gibi, şahadetinden sonra da milyonları etkileyen, hakkında konuşturan, Müslümanların kaynak kitaplar olarak yararlanmalarını sağlayan eserler bırakan bir peygamber varisi! Cahiliyenin kokuşmuşluğundan, İslam’ın nuruna koşmayı bilen, ‘La’ demekte ısrar eden bir mahkûm, bir mücahit, bir önder! Bıraktığı yoldaki işaretlerle toplumlara ışık tutmaya devam eden bir edip! Hacı İbrahim Kutub'un oğlu olan Seyyid Kutub, 1906'da Asyut kasabasına bağlı Kalıa köyünde dünyaya geldi. Babası köyde, sayılan bir kişi ve Vatan Partisinin bir üyesi olarak bilinmektedir. O zaman bu partinin başkanlığında Mustafa Kamil vardır. Hacı İbrahim Kutup ziraatla uğraşır, elde ettiği mahsulün bir kısmını satar bir kısmını da fakirlere infak eder. Annesi ise çok mütedeyyin ve asil bir aileye mensup birisidir. Seyyid Kutub’a terbiyesiyle, sevgi ve şefkatiyle çok tesir etmiştir. Hamide, Emine ve Muhammed adında üç kardeşi vardı. Daha Kahire'de okurken babasını kaybedince, annesinin ve kardeşlerinin bütün sorumlulukları onun üzerine yıkılmış oluyordu. O da bu durumdan oldukça sıkılmıştı. Bu sıkıntıdan biraz olsun kurtulmak için, annesini Kahire'ye taşınmaya razı eder ve Kahire`ye taşınırlar. 1940'da annesinin ani vefatı Seyyid Kutub'u oldukça etkiler. Kendisini hayatta yalnız hissetmeye başlar. Bunu, bazı kitaplarında okuyabiliyoruz. HAYATI Seyyid Kutub'un hayatını dört ana bölümde toplamak mümkündür. Bunlardan birincisi, doğumundan 1919'a kadar olan bölüm. Seyyid Kutub bu devrede babasının itinalı dini terbiyesi altında yetişmiştir. Bir tarafta köylerindeki medreseye devam ederken ,bir taraftan da babasının özel terbiyesindedir. Daha on yaşına gelmeden Kur'an-ı Kerim'in hıfzetmiştir. Seyyid Kutub'un hayatındaki ikinci dönem1920 ve 1939 arasındaki zamanı içermektedir. Bu dönemde liseyi bitirip üniversiteye "Darul Ulum"a girer. Darul Ulum'a girmesindeki amacı, Arap dilinde uzmanlaşmaktır. Burada okutulan dersler ise Tarih, Coğrafya, Arap edebiyatı, İngilizce, Sosyoloji, Matematik, Fizik, Felsefe ve dini ilimlerdir. Seyyid Kutub'u okutan hocaların başında ise Mehdi Allame gelir. Bu zat Seyyid Kutub'un "Şairin Hayattaki Görevi" kitabının ön sözünde şunları söylüyor: "Seyyid Kutup'un benim talebem olması, bana çok büyük bir mutluluk veriyor. Eğer hayatta benim ondan başka talebem olmasa bile onun varlığı mutluluk olarak kâfidir." Mezun olduktan sonra Milli Eğitim Bakanlığında müfettiş olarak görev alır. Fakat bir yazar olarak görevini daha iyi yapabilmek için görevde fazla kalmayarak istifa eder. Bu sıralarda hemen hemen her konuda kendisini yetiştirmek için okumaya yoğunlaşır. Özellikle Arapçaya çeşitli dillerden çevrilmiş eserleri incelemekte ve değerlendirmektedir. Çok geçmeden Seyyid Kutub da tıpkı Taha Hüseyin, Abbas Mahmut Akkad ve Mustafa Sadık Rafı gibi harika bir yazar olarak tanınmaya başlar. Onun yazıları da tıpkı ötekilerinki gibi aynı gazete ve dergilerde yayınlanır. Seyyid Kutup'un hayatının üçüncü merhalesini ise 1939 ile 1951 yılları oluşturmaktadır. Genele göre bu dönem, aynı zamanda Seyyid Kutub'un İslâmi düşünceye dönüşünün de bir başlangıcıdır . 1939'da "El-Muktatif' dergisi O'nun "Kur'an da Fennî Tasvir" adlı bir makalesini yayınlamıştır. Bu yazısıyla Kur'an'da icaz olayını inkâr eden Akkad'ın görüşlerinden de ayrılmış olur. 1945 yılında aynı konuda iki kitap yayınlar. Seyyid Kutup bu kitaplarının, almış olduğu dini terbiyenin bir semeresi olduğunu açıkça itiraf etmekte, Kur'an'ın üslubu ve harikalığıyla kendisini uyandırdığını kabul etmektedir. O'na göre ilmi Kelamın üslubu olan cedel, dinde pek neticeye götürmemektedir. Çünkü akıl Kur'an'ın inceliklerini ve harikalıklarını tam olarak anlamaktan acizdir. Arkasından "Sahrada" adlı bir kasidesini yayınlayan Seyyid Kutup, burada her şeyin bir tertip ve ölçüye göre yaratıldığını anlatmaktadır. 7 Ekim 1946 da Seyyid Kutub'un "Konum Dersleri" adlı makalesi, İslâmi fikre başlangıç olarak değerlendirilmektedir. Bu makalesinde Mısır'ın toplum yapısının, siyasi, ahlaki ve sosyal yönlerden tenkidini yaparak, Müslümanları çalışmaya çağırmaktadır. Toplumun ıslahı için ne yapılması gerekiyorsa Müslümanların yapmak zorunda oluşunun Kur'an'ın emri olduğunu söyleyen Kutub, delil olarak, "Sizden iyiliği emreden, kötülükten sakındıran, bir topluluk olsun. İşte asıl kurtuluşa erenler onlardır" ayetinin de tefsirini yapmıştır. İSLAMA YÖNELİŞ 21 Ekim 1946’da, bugünkü medeniyeti tenkit ederek onun manevi değerlerden soyutlanmış, sadece maddi bir medeniyet olduğunu delillerle açıklamıştır. 1948'in sonlarında ise "İslâm’da Sosyal Adalet" kitabını yayımlar. Kutub bu kitabın da insanlığın arzu ettiği gerçek sosyal adaletin İslâm’da olduğunu ve hakiki adaletin Kur'an'ın gölgesinden başka hiç bir yerde olmadığını anlatarak, hayatın her alanında olduğu gibi, edebiyatın dahi İslâmi ölçülerden kaynaklanması gerektiğini vurgular. Aynı zamanda gençlere verdiği önemi bir kez daha vurgulamış olur bu kitabıyla. Çünkü “Hayalimde yaklaşmakta olduklarını görüyor iken, hayatın gerçeği içinde dimdik ayakta gördüğüm gençliğe…” şeklinde başlayan cümlelerle bu kitabını onlara ithaf eder. 1949'da Amerika'ya giden Kutub iki buçuk yıl kalır. Amerika'da kaldığı bu müddet içersinde Mısır'daki arkadaşı Tevfik el-Hakim'e gönderdiği mektuplarda, Amerikan toplumunu ve medeniyetini devamlı olarak tenkit etmektedir. Çünkü; bu medeniyette ruhi değerlerden hiç bir şey yoktur, der. Aynı mektuplarında "El Melik" adlı kitabını da tenkit eder. Çünkü Kutup bu kitabı İslâmi fikirlerle yoğrulmadan çok önce yazmıştır. İşte Seyyid Kutub, arkadaşına yazdığı mektuplarda bu kitabının tenkidinde, “keşke kitabın konusu Yunan felsefesine göre değil de, İslâmi ruhla yazılmış olsaydı. İnşallah gelecekteki konular, hayata, kâinata ve insana özel bir bakış açısı olan İslâm’dan beslenir” diyerek temennilerini de bildirmektedir. Bu tarihten sonra edebiyata bakış açısı değişmiştir. Çünkü hayatının önceki dönemlerine baktığımız da edebiyatı din ile ilgisi olmayan bir güzellik olarak değerlendirmektedir. Sonrasında ise, her şeyin olduğu gibi edebiyatın da tüm konularını, doğrudan doğruya İslâm’dan alması gerektiğini söylemektedir. 1951- 1965 yılları ise hayatındaki dördüncü merhaleyi oluşturmaktadır. Kutup bu dönemde edebiyattan tamamen sıyrılarak İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) teşkilatına katılmıştır. Abdulhakim Abidin'in anlattığına göre Seyyid Kutup artık İhvanın bir fikir elemanı olmuştur. Gerçi yönetici olarak İhvanda hiç bir makamı yoktur ama, iyi bir müntesip olarak İhvanın gazetelerinde ve dergilerinde halkı devamlı olarak İslâm’a davet eder. Bir ara, 1954'deki tutuklanmasından önce "İhvan-ı Müslimin" adlı gazete de yazı işleri müdürlüğü yapar. Orada yazdığı yazıları bir araya getirerek birçok kitaplar oluşturmuştur. 1) İslâm ve Dünyaya bakış 2) İşte Din Budur 3) İstikbal İslâm’ındır bu kitaplardan bazılarıdır. Kutub ayrıca İhvan-ı Müslimin gazetesinde din ile devlet işlerini birbirinden ayırarak, dini siyasetten uzak tutan laik düşünceyi de şiddetle tenkit eder, siyaset başkadır, din başkadır sloganının bir hikâye olduğunu söyleyerek İslâm’da böyle bir şey olmadığını haykırır. Çünkü Seyyid Kutub “İslâm’ın kalplerde bir inanç ve hayat için bir kanun olduğunu” vurgulamaktadır. Ezher üniversitesinin Kur'an-ı Kerim'i tefsir etmede taklidi tutumunu da açıkça tenkit eden Kutub, bu konuda şöyle demektedir: “Bu gün bütün dünya sosyalizm ve kapitalizm gibi belirli sosyal fikirlerin peşinde gitmektedir. Onun için Ezher üniversitesi İslâmi kültürü her yönüyle halka götürmelidir. İbadette, inanç ve hayatın her alanında, İslâm’ın kendisine has, her türlü noksanlıklardan uzak ölçülerinin olduğunu izah etmelidir. İster siyasette olsun, ister iktisatta ve ister cezalarda olsun, İslâm’ın hayatın her konusu için ölçüler koyduğunu anlatmalı ve İslâm’ı günlük hayata hakim kılmak için çalışmalar yapmalıdır.” ŞEHADETİ Seyyid Kutup, İslâm’a inanmış ve inandığı davanın gerçekleşmesi için de birçok çalışmalar yapmış büyük bir mücahittir. 27 Kasım 1954'de, İhvan-ı Müslim’in Mısır devlet başkanı Cemal Abdunnasır'a suikast girişimiyle itham edildiğinde, Seyyid Kutub da İhvan-ı Müslim’in saflarına katılmış durumdadır. Bundan dolayı İhvan-ı Müslimin’e mensup birçok Müslümanla birlikte Seyyid Kutub'da tutuklanır. Yapılan yargılamanın neticesinde Seyyid Kutub'a ağır işlerde çalıştırılmakla birlikte, on beş sene ağır hapis cezası verilir. Artık Seyyid Kutup Kahire'den bir kaç km. uzakta "Limanneze" hapishanesinde yaşamaya başlamıştır. On sene hapis yattıktan sonra, o zamanın Irak devlet başkanı Abdusselam'ın Abdunnasır'ı ziyaret ederek Seyyid Kutup'u serbest bırakmasını istemesi üzerine, Kutub 1964'de serbest bırakılır. Hapisten çıkan Kutub 1965'de "Yoldaki İşaretler" adlı kitabını yayımlayınca tekrar tutuklanır. Bu tutuklamada yine İhvan-ı Müslimin’den birçok Müslüman vardır. Gerekçe olarak da, İhvan-ı Müslimin’in devlete karşı darbe girişimini ileri sürerek İhvanı ve Seyyid Kutup'u darbecilikle itham ederler. Kendisine günlerce, aylarca, yaşına bakmaksızın işkence edilmiştir. Af dilemesi ve pişmanlığını dile getirmesi için, gözlerinin önünde iki yeğenine işkence edilmiş, biri şehit olurken diğeri tanınmaz hale gelmiştir. Sonunda kız kardeşi vasıtasıyla bir af dileme atağı daha yapılmış, ancak şahadetinden sonra dahi her daim hatırlanacak şu cümleleri sarf etmiştir zalimin suratına: “Eğer idamı hak etmiş olarak hakkın emri ile ipe çekiliyorsam, buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam, batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam!..” 22 Ağustos 1966'da Seyyid Kutub'a idam cezası verildiğinde bu kararı tebessüm ve Allah'a kavuşmanın verdiği büyük bir mutlulukla karşılamıştır. Muhammed Ali Benna'ya göre Seyyid Kutub'un asılmasına asıl sebep, Yoldaki İşaretler adlı kitabıdır. Seyyid Kutub'a verilen bu idam kararı, İslâm alemine yayıldığında, bir çok İslâm alimleri Abdunnasır'ı bu kararından dolayı kınamış ve vazgeçmesi için ikaz etmişlerdir. “İslam’ı yaşamak, şahadetle süslenirse mana kazanır” diyordu, öylece Rabbine kavuştu. Rabbim, rahmet ve merhametini Ondan eksik etmesin.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.