1. YAZARLAR

  2. Doğu ERGİL

  3. Savaşın Bulaşıcılığı
Doğu ERGİL

Doğu ERGİL

Doğu ERGİL
Yazarın Tüm Yazıları >

Savaşın Bulaşıcılığı

A+A-

      Suriye'deki iç savaşın ülkemize sirayet etmemesi mümkün değildi. Türkiye-Suriye sınırı, Birinci Dünya Savaşı sonrasında masa başında çizilmiş, beşeri coğrafyanın devamlılığını bozan yapay bir çizgiydi. Ama bir kere egemenlik alanları (devletler) yaratıldığında devletler, kendi varlıklarının gereği olarak sınırlarını korumak durumundadırlar.

      Egemenliği zayıflayan Suriye'nin Türkiye ile olan kuzey sınırı silikleşti. Pek çok Suriyeli sığınmacı, Türkiye tarafında geçici konut alanlarında yaşıyor. Bir bölümü de Reyhanlı gibi yerlerde kiracı konumunda. Yaklaşık 63 bin nüfuslu Reyhanlı'nın çoğunluğunu Arap ve Sünniler oluşturuyor. Çoğu Sünni olmasına rağmen muhalifleri desteklemiyor. Hatay Alevileri'nin çoğunun rejim yanlısı bir tutum sergiledikleri başından beri biliniyor. Bunlar bizim yurttaşlarımız. Suriye'deki duygusal kopuşlar sınırı aşıyor.

      Kimi üniformalı Suriyeli, gündüzleri kendi ülkelerinde savaşıyor ve geceleri Reyhanlı gibi merkezlere, ailelerinin yanına dönüyor. Bu durum aralarında yaşadıkları Türkiye yurttaşlarını da Suriye yönetiminin gazabının hedefi haline getiriyor.

      Ayrıca kıt olan işlerin çok düşük ücretle çalışmaya razı olan Araplar nedeniyle yurttaşların elinden gittiği belirtiliyor. Çalıntı araba ve malların satışı gibi daha önemsiz vakaların da iş ahlakı erozyonuna yol açtığı söyleniyor. Ama savaş böyle bir şey.

      Açık gerçek

      Türk yönetimi Beşşar Esed yönetiminin bir an önce devrilmesini istiyor ve bunun için muhalefeti örgütlemek, askerlerinin bir kısmını sınırları içinde barındırmakta bir sakınca görmüyor. Ancak yerel halk bu kadar aleniliği riskli görüyor. Kendilerini Şam'ın intikam eylemlerinin odağında hissediyor. Korktuklarının da 11 Şubat'ta Cilvegözü Sınır Kapısı'nda sonra Reyhanlı'da meydana gelen patlamalarla başlarına geldiğine inanıyorlar.

      Hesaplarını Esed hükümetinin kısa sürede devrileceği üzerine yapmış olan Ankara'nın iki seçeneği var: Ya geri adım atıp muhalefete verdiği desteği görünmez boyuta indirecek ya da ABD Başkanı Obama ile görüşmeye giden Başbakan Erdoğan, onu Şam'a doğrudan müdahale etmeye ikna edecek. Tabii, Rusya'nın da rızası gerekli. Bunun olması uzak bir olasılık. O halde Türkiye uzun Suriye hududu boyunca böyle saldırılara açık olacak. Katılmadığımız bir savaşta savunma, askerden çok haber alma ve toplumun duyarlılığı ile sağlanacak. Bunun için yeni bir savunma örgütlenmesine ve kültürüne ihtiyacımız olacak.

      Devlet kadar toplum

     Toplumumuz her şeyde olduğu gibi ihtiyaçlarının karşılanmasını da devletten bekliyor. Öyle alıştırılmış. Sivil toplumun güçlenip merkezi otoriteden bağımsız kendi ihtiyaçlarını karşılamasını önlemek için devlet her şeyi üzerine almış. Çocuksu bir toplum yaratmış. Bunu 'barış süreci'nde de görüyoruz. Öylesine "tehdit altındayız ve her yanımızı düşman sarmış" feryatlarıyla koşullanmışız ki olağan toplum hayatını bir tür savaş hali zannediyoruz. Barış umudu doğunca "Ne o yenildik de mi barış yapıyoruz" diye soranlar oldu.

      Barışı da devletten beklediğimiz için onun, toplumun kendi içinde vardığı mutabakattan türetileceği gerçeğini pek anlamıyoruz. Evet, barışı biz kendi aramızda yapacağız ve devlete de onu koruma görevini vereceğiz. Bunun için de devletin toplumdan bağımsız, kendi başına buyruk bir örgüt olmasının gereği açık.

      Savaşın değil, barışın koruyucusu olması gereken devletin komşularındaki çatışmalarda taraf olmaktan çok onların mağdur ettiği insanlara yardım elini uzatması daha hayırlı değil mi?


     BUGÜN

Önceki ve Sonraki Yazılar