SAHİP OLDUKLARIMIZLA PAYLAŞABİLMEYİ ÖĞRENMEK
Kapitalizm veya diğer adıyla anamalcılık yani özel mülkiyetin üretim araçlarının önemli bir bölümüne sahip olduğu ve işlettiği; yatırım, dağılım, gelir, üretim, mal ve hizmet fiyatlarının piyasa ekonomisinin belirlediği sosyal ve ekonomik sistemin adı. Bu ekonomik sistemin günlük yaşantımıza resmen girdiği 16. Yüzyıldan beri insanlar ve ülkeler arası ilişkilerde belirgin bir değişimin ortaya çıktığını gözlemlemekteyiz. Yeryüzünde yaşamını sürdüren insanların amansız bir rekabet içerisine girmesi sonucu duygu, düşünce ve inançlarda meydana gelen belirgin yozlaşmanın ve gerilemenin yol açtığı tahribat insanlığı trajik bir sona doğru sürüklemektedir. İlk insanların doğal koşullara bağlı yaşamaları doğadaki mevcut ürünleri olduğu gibi elde etmeleri, yaşamlarını avcılık ve toplayıcılık ile sürdürmeleri zamanla göçlere yol açmıştır. İnsanların neolitik çağda yerleşik hayata geçmeleri ve tarım faaliyetlerine başlamaları ile yepyeni bir üretim ve ticari anlayışın doğması kaçınılmaz olmuştur. Sanayi devrimiyle gelişmeye başlayan insanın doğa üzerindeki sınırsız egemenliği doğadaki mevcut dengeyi altüst edecek seviyeye gelmiştir. Bir yandan küresel bir köye dönüşen dünya, üretim faaliyetlerinde elde edilen muazzam ürünler ve insanlığın bir sınıfının elde ettiği harikulade yaşam tarzı; diğer yandan ise ulaşılan bu olağanüstü yaşam standartlarından mahrum, günlük zaruri ihtiyaçlarını bile karşılayamayan, mevcut küresel egemen güçlerce gelir dağılımında kendisine hiç pay verilmeyen, düşünemeyen ve sorgulayamayan bir insanlık sınıfının oluşturulduğunu görmekteyiz.Dünya Bankası ve Dünya kalkınma raporu verilerine göre;
1. Dünya nüfusunun yarısı, yani 3 milyardan fazla insan günde 2 dolardan daha az, 1,5 milyar insan da 1 dolardan daha az bir gelirle yaşıyor. Buna karşılık dünya nüfusunun yüzde 10u, dünya toplam gelirinin yüzde 70ini alıyor.
2. 800 milyon insan aç yaşıyor. Yılda 11 milyon çocuk açlıktan ölüyor.
3. Afganistanda günlük ortalama gelir 44 cent, Etiyopya ve Kongoda ise 27 cent olarak kayıtlarda yer alıyor.
Küresel kapitalist hegemonyanın insanlığı getirdiği son nokta bu olsa gerek. Yeryüzünde yaşayan yedi milyar insanın sahip olduğu sayısız düşünce şekilleri, farklı yaşam tarzları ve çeşitli inanç biçimleri de bu kapitalist yaşam şeklinden maalesef nasibini alarak farkında olmadan bu çarkın dönmesine katkıda bulunmaktadır. Vahşi bir çıkar ilişkisi içerisinde doğada güçlü olanın güçsüzü ezdiği, merhametin, sevginin, inancının ve kardeşliğin yok edilerek yerine; acımasızlığın, menfaatin, başıboşluğun ve sınırsız rekabetin geçtiği kapkaranlık bir çağda yaşadığımızın farkında bile olamıyoruz. Günden güne artan müthiş teknolojik gelişmeye bağlı olarak palazlandırılan dar kapital bir sınıf ile bunlara bağlı olarak hayata tutunmaya çalışan ve fakirleşen geniş halk yığınları arasındaki amansız rekabet günden güne içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Darwinin ortaya attığı canlılar aleminde doğal bir seleksiyon olduğu, türlerin geliştiği, güçlü olanın güçsüzü yendiği anlayışı giderek sosyal ve ekonomik yaşam biçiminde de taraftar toplamıştır. Kapitalizmin acımasız pençesinde kıvranan insanlığa kurtuluş reçetesi olarak sunulan tüm yapay düşünce tarzları da maalesef çözüm üretemeden silinip yok olmuşlardır.
Sorunun düğümlendiği, insanlığın bir türlü çözemediği bu kronik ve bulaşıcı hastalık ne yazık ki tüm dünyayı saran evrensel bir problem olarak yerinde durmaktadır. Hayatı salt bu yeryüzü ile sınırlı gören, sosyal yaşantıdaki değerinin elde ettiği mal, sermaye, zevk ve konfor ile ölçüldüğü anlamsız bir anlayış ile çepeçevre kuşatılmış durumda insanlık. Duygu, düşünce, yaşam biçimi, ahlaki değerler, evrensel insanlık kriterlerinin rafa kaldırılarak tamamen bedene ve görünüşe hitap eden bu vahşi çark yeri geldiğinde en radikal dinsel öğretilere sahip kişileri ve grupları da tesiri altına aldığını üzülerek görmekteyiz. Doymak bilmeyen sınırsız bir iştahla yeryüzünde kendisine sunulan sayısız nimeti düşünmeden tüketen, tasarrufuna geçiren ve bunu kimseyle paylaşamayacak kadar azgınlaşan bir insan profili ile karşı karşıyayız. Bu durumu Peygamber Efendimizin aşağıdaki sözleri özetlemektedir.
Ata Ebi Rebah şöyle demiştir: Ben ibn Abbasdan işittim, şöyle diyordu: Ben Peygamber(a.s)den işittim, şöyle buyuruyordu: Adem oğlunun iki vadi dolusu malı olsa, muhakkak bir üçüncüsünü ister. Adem oğlunun iç boşluğunu (hırslı gönlünü) topraktan başka bir şey dolduramaz. Allah (ihtirastan) tevbe eden kişinin tevbesini kabul eder.
(Sahih-i Buhari, Cilt 14, syf.6373)
İnsanlığın bilgi, teknoloji ve yarattığı eserler bakımında ulaştığı en üst dönemde karşılaştığı dramatik sonuç maalesef yukarıdaki sözde özetlenmektedir. Günümüz insanlığının düştüğü bu acıklı tablo inanan- inanmayan, zengin- fakir, doğulu-batılı, kuzeyli-güneyli müslüman-kâfir herkesi ve her kesimi kuşatacak kadar net bir görüntü oluşturmaktadır.
Düşünsel anlamda İslami öğretileri savunan, ahlaki unsurların peşinden giden, hak ve hukuk savunucusu nice kişi ve kurum, uygulamada tamamen bireysel bir egoizm, doymak bilmeyen bir hırs, tükenmeyen bir tamahkârlık örneği sergileyerek rakiplerini(!) geçme mücadelesi içerisinde yer almaktadır. Kapitalizmin vahşi uygulaması olan kazandıkça zenginleşen, zenginleştikçe azgınlaşan ve azgınlaştıkça da duyarsızlaşan ve yalnızlaşan bir insan nesli ne yazık ki insanlık medeniyetine hiçbir şey katamayacak kadar kendinden geçer. Kapitalist zihniyetin ortaya çıkardığı dev holdingler, tröst işletmeler ve konsorsiyum tekelciler kendilerinden başka hiç kimseye hareket alanı bırakmamaktalar. Mevcut uygulamanın bu şekilde olmasının sonucu olarak, değer gören tek ölçüt de mal ve sermaye olmuştur.
Dünya hayatımızda önümüzde duran bu en büyük engeli aşabilecek yegane yol, sahip olduğumuz islami düşünce ve anlayışı hayatımızın her alanına yaymaktan geçer. Allah (c.c) ın bize emanet olarak verdiği malı ve sermayeyi yine Onun rızası doğrultusunda ihtiyaç sahiplerine haklarını vermeliyiz. Yerde ve gökte ne varsa hepsi Allahındır. Fakat, yaratıcı olan Allah (c.c) yerde ve gökte bulunan bütün varlıkları, yüce katından bir lütuf ve bağışlama olarak, insanların hizmetine vermiştir. Varlığın sahibi olan Allah (c.c), bunu, kullarından dilediğine verip dilediğinden alacağını açıklamıştır. Ancak kendilerine mal ve mülk verdiği kişilere, malları ile ilgili bazı sorumluluklar yüklemiş ve görevler vermiştir. Bu sorumluluk ve görevler, Allahın bir emaneti olan mallardan bir kısmının başkalarına verilmesidir. Cenâb-ı Hakk, iman ve namazdan sonra, malın başkalarına verilmesini emretmiştir. İnsanların birbirlerine muhtaç olmaları, aralarındaki yardımlaşmaları zorunluluğunu ortaya çıkarır. Yardımlaşma toplum halinde yaşamanın sonucudur. Cenâb-ı Hakk: İyilikte ve kötülükten sakınmakta birbirinizle yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın. buyuruyor.
Yardımlaşma sonucu toplum yaşantımızda meydana gelen değişimler aşağıdaki şekilde gerçekleşir.
1-Yardımla yoksullar korunmuş olur. Onlara yapılan maddi yardımlar, onların istenmeyen kötü yollara sürüklenmesini engeller.
2- Yardım yapanla yapılan arasında sevgi ve ülfet doğar. Yardımla topluma kazandırılan insanlar kin, hased, düşmanlık gibi kötü huylardan kurtulur, kimsenin malında gözü olmaz.
3- Hz. Muhammed(s.av.), müslümanlara yardım edilenin değil, yardım eden kişi olmalarını bildirmiştir. Sıkıntı zamanında müslümanlardan yardım, anlayış ve sevgi görenler, sıkıntılarını atlatınca, alan değil veren kişiler olmaya çalışacaktır.
4- Zekât, sadaka ve diğer maddî yardımlar, müslümanların güçlü olmalarında, birlik ve beraberlik içinde bulunmalarında en büyük etkendir. Yardımlaşma, zenginle fakir, tokla aç arasındaki uçurumu kapatır ve sevgi, saygı bağı kurar.
5-Yardımlaşmanın yaygın olduğu toplumlarda dostluk duyguları güçlü olur. Fakirlik ve bununla gelen hırsızlık, rüşvet, dilencilik ve ahlaki çöküntü ortadan kalkar.
Toplumsal yaşantımızda güçlü olabilmemiz için sahip olmamız gereken şeylerin başında gelen bu mal ve sermaye birikimini yadsıma niyetinde olmadığımı, sadece bakış açımızın ve kullanma şeklimizin İslami kurallar çerçevesinde olması gerektiğini ifade etmeye çalıştım. Bir yandan sınırsız bir mal elde ederek kendisinden başkasını düşünmeyen ilgisiz ve duyarsız kişilikler ile, diğer yandan ise akşamı zor getiren, yoksul, biçare ve zavallı bireylerin arasında olması gereken hukuki duruma vurgu yapmaya çalıştım. Umarım dile getirmeye çalıştıklarım ilgili yerlere ulaşarak bir nebze de olsa çözüme katkıda bulunurum.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.