1. YAZARLAR

  2. Yavuz Yılmaz

  3. SAĞCILIK, MUHAFAZAKARLIK, MİLLİYETÇİLİK VE İSLAM
Yavuz Yılmaz

Yavuz Yılmaz

Analiz
Yazarın Tüm Yazıları >

SAĞCILIK, MUHAFAZAKARLIK, MİLLİYETÇİLİK VE İSLAM

A+A-

 

Sağ düşünce, genellikle milliyetçilik ve muhafazakarlık ile iç içe girmiş, geleneğe ve kültüre yaslanan, devleti kutsayan, ani değişim ve kopuşlara mesafeli bakan bir siyasal ideolojidir. Sağ ideoloji içinde yuvalanan bu düşünceler, kendi içlerinde bir takım farklılıklar gösterse de din ile de çeşitli düzeylerde ilişki içindedirler. Benzer ilişkiler din ile de kurulduğundan, bu durum, İslamcılık ile söz konusu akımlar arasında belirsizlik yaratmaktadır.

Milliyetçilik, genellikle ulus devlet kuruluş süreçlerinde ortaya çıkan bir ideolojidir. Kuşku yok ki, milliyetçiliğin en katı biçimi, kendini devlet fetişizmi ve yabancı düşmanlığı ile ortaya koyan faşizmdir. Türk modernleşmesinin başlangıç yıllarında Türk milliyetçiliği olarak tanımlanan anlayışın uygulamaları dikkate alındığında faşizme yaklaştığı görülecektir. Türk ulusçuluğunun kurucu düşünürü olan Yusuf Akçura, İslam'ın temel kavramlarının artık bir toplumun inşasında işlevsiz kaldığını savunur. Ziya Gökalp benzer bir zihin yapısına sahip olmasına karşın, yine de İslam ile Batıcılık ve Türkçülük arasında sentez yapmaya çalışır. İslamcılık ile milliyetçilik arasındaki ilişkilerin referans kaynağı kuşkusuz Ziya Gökalp’in yaklaşımıdır. Milliyetçilik kendini toprak, kültür ve ulus üzerinden tanımladığı için, dinin evrensel ve ulus üstü değerlerinin hedefe konması ve eleştirilmesi kaçınılmazdır.

Ulus devletlerin üzerine inşa edildiği en önemli değeri ulustur. Bu yüzden ulus üstü aidiyetleri çağrıştıran her düşünce biçimi küçümsenir. Onların yerine ulusu tahkim eden kavramlar konur. Bütün milliyetçilikler evrensel ve ulus üstü değerleri küçümser ve onlarla mücadele eder. Ümmet, İslam kardeşliği gibi kurucu kavramların küçümsenmesi buradan kaynaklanmaktadır. Ümmet bilinci ne kadar zayıflarsa milliyetçiliğe o kadar alan açılacağına inanılmaktadır. “Daha açık söylemek gerekirse, Cumhuriyet rejimi, Ziya Gökalp'in "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" formülünden yalnızca 1. ve 3. kavramları devreye sokarak esas itibariyle ikincisini dışarıda bırakan pozitivist bir "Batılılaşma projesini" tatbike koyuldu. Başka bir deyişle Fransız usulü laik bir düzeni amaçlamakta olup, yönetici elitin baskısıyla empoze edilen bu proje, Osmanlı İmparatorluğu'nda uzun asırlar boyu siyasal, toplumsal ve kültürel alanlarda hakimiyetini sürdüren "İslâm'ı" bu sektörlerin dışına çıkarıyordu" (A. Yaşar Ocak, Türkler, Türkiye ve İslâm, s. 103-104.)

Cumhuriyet modernleşmesinin devleti kurgularken İslam’a yer vermemesi, dindarları yeni arayışlara itmiştir. Bu arayışların kökeninde devletle hangi dil üzerinden ve nasıl ilişki kurulacağı sorunuydu.

Cumhuriyet modernleşmesinin dışlayıcı din anlayışına karşı beş tavır geliştiğine inanıyorum

1-Mehmet Akif gibi, bir süre siyaset yolunu denemesine karşın, ülkedeki gelişmelerden endişe edip, içeride mücadele etmenin doğru bulamayıp yurt dışına hicret edenler.

2- Said Nursi gibi, özellikle Ankara'da Mustafa Kemal ile konuştuktan sonra, siyaset alanında değil toplumsal zemine dönerek mücadele edenler. 3- Ne olursa olsun sistem içinde kalarak zararın daha fazla olmasını engellemeye çalışanlar. ( Elmalılı -Akseki çizgisi). Nitekim Akseki bunu Necip Fazıl'a açıkça ifade etmiştir.

4- Şeyh Said gibi silahlı mücadeleden başka bir yol kalmadığını savunanlar. Kuşkusuz bunların hiç biri başarılı olamadı, ama bir miras bıraktıkları açık. 5- Siyaset üzerinden, toplumun merkezinden devletin merkezine hareketlenerek, yıllardır muhafazakar dindarları sistemin dışında tutmak isteyenlere karşı, ülkeyi demokratikleştirip sivilleştirerek, bürokratik hakimiyete son vermeyi amaçlayan siyasal akım. Erbakan ve özellikle Erdoğan’ın temsil ettiği bu anlayış diğerlerine oranla çok daha başarılı oldu. Muhafazakar dindar kitlenin artık sistemden kaynaklı bir olumsuz bir pozisyonu yok. Öne sürecekleri bir mazeretleri de yok. Yapmak istedikleri her şey için önleri açık. Karşılaştıkları her olumsuzluk kendi yaptıklarından dolayı olacaktır. Muhafazakar dindarların adaletli bir dünya için mi yoksa kendi menfaatleri için mi mücadele ettiklerini açıkça görüleceği zamanlardan geçiyoruz. Çoğu, muhafazakar- dindar maalesef modern dünyanın çekiciliği karşısında davayı unutarak başkalaşım geçirdiler.

Şurası açık ki, Türk İslami anlayışı sahip olduğu tarihsel birikim dolayısıyla daha çok, Elmalılı-Aksekili tavrını benimsemiştir. Devletin kutsanması İslami anlayışları, milliyetçiliğin doğal müttefiki haline getirmiştir.

Diğer yandan, Muhafazakarların İslamcılık gibi ideolojilerden kaçmalarının/ uzaklaşmalarının nedeni, ideolojileri ütopik ve tek hakikatçi olarak görmeleri ve ani ve keskin değişim taleplerinden hoşlanmamalarından dolayıdır. Bunun için muhafazakarlığı bir ideoloji olarak görmek zordur. Belki de muhafazakarlık, bütün ideolojilerin içine sinmiş bir düşüncedir. Muhafazakar düşünce değişim ve gelenek arasında bir denge kurmak ister. Bu anlamda Ahmet Hamdi Tanpınar muhafazakarlığı şu cümle ile özetlenebilir: " Devam ederek yenileşmek, yenileşerek devam etmek."

Türk muhafazakarlığının öncü isimleri, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Peyami Safa, Ali Fuat Başgil ve Mustafa Sekip Tunç 'tur. Türk muhafazakarlarının Batı düşüncesinde izlediği düşünürlerin başında ise Henri Bergson gelir. Yahya Kemal'in muhafazakar anlayışını anlamak için kılavuz kitap, Beşir Ayvazoğlu'nun " Yahya Kemal: Eve Dönen Adam" adlı eseridir. Burada ev metaforu, kültür, tarih ve geleneği anlatmaktadır. Yahya Kemal muhafazakarlığının özü şudur: Geçmişten keskin olarak kopuş olmayacak; geçmiş, gelişerek ve yenileşerek devam edecek, ancak asla keskin bir kopukluk olmayacaktır.

Diğer yandan İslamcılık düşüncesinin tarihle kurduğu ilişki de sorunlu bir ilişki biçimidir ve bu ilişki geçmişi inkar üzerine kuruludur. Ne yazık ki, Kemalist modernleşme ve İslamcılık bu hafızasızlık konusunda anlaştı. Kemalizm ve İslamcılık yeniyi inşa etmek için tarihsel mirasın reddine girişti. Ne yazık ki modernist İslamcılık bu reddedişi Hz. Peygambere kadar vardırdı. Müslümanları tarihsiz bırakmamak ve yeni bir tarih inşa etmek amacıyla yola koyuldular, ama ne yazık ki, kendileri tarihsiz ve köksüz kaldılar.

İslam ile gelenek arasında köprü kurmak isteyen Said Nursi, kuşkusuz farklı bir yöntem geliştirmiştir. Said Nursi, Batı dünyasından gelen ve Cumhuriyet modernleşmeci elitlerin savunduğu seküler, ateist ve pozitivist düşünceyi imandan uzaklaşma olarak görüyor ve bu maddeci anlayışa karşı en öncelikli sorunun imanı kurtarmak olduğunu savunuyordu. Bütün yaşamını bu mücadelenin üzerine kurdu. Ne var ki onun açtığı çığır, Batı modernizmiyle uzlaşan bir çizgiye evrilmiştir.

Türk İslam’ının milliyetçi bir damar içinden üremesinin yarattığı milliyetçi dil ile PKK'nın sosyalist milliyetçi damara yaslanarak ürettiği sol Ulusalcı seküler dil, sorunları çözmek şöyle dursun, başta Kürt sorununu olmak üzere diğer sorunların yerleşip kökleşmesinde kilit rol oynamış, oynamaya devam etmektedir. Tarihsel İslam’ın devleti önceleyen dili ile sosyalist milliyetçiliğin dini dışlayan dilinin ortak bir noktada buluşması zor gözüküyor. Daha açıkçası milliyetçilikle yoğrulan Türk İslami anlayışı, Kürt Müslümanları Türklerden; PKK'nın dini dışlayan sosyalist milliyetçi anlayışı onu hem Türklerden hem de Kürtlerin önemli bir kısmından uzaklaştırmaktadır.

Türkiye'de muhafazakar dindarların laiklik ve Kemalizm karşısında konumlanmalarının nedeni, bu kavramların arkasına gizlenerek yapılan hukuksuzluklardır. Laik Kemalist - sol kesim bunu düzeltecekleri yerde dindarların değerlerini aşağılama yoluna gittiler. Sorun kendilerinin dindar olup olmaması, dini pratikleri yerine getirip getirmemesi değildi. Sorun dindarlara

karşı hak, hukuk ve adalet tanımayan uygulamaların arkasında durup destek vermemeliydi. Dine ve dindarlara karşı nefretle dolu bu tavrın dindarları sağ -muhafazakarların kucağına ittiklerinin farkında olmayacak kadar Türkiye sosyolojisinden uzakta yaşıyor bu militanlar.

Prof. dr. Mustafa Öztürk’ün Yaptığı analiz Türkiye’deki İslam anlayışı hakkında yeterince açıklayıcıdır:"Hem Milli Görüş ve hem de AK Parti çizgisince benimsenen genel dinî söylem Mevdûdî, Seyyid Kutub, Şeriatî gibi fikir adamlarının anlatmaya çalıştıkları İslam ve İslamcılıktan ziyade, Necip Fazıl, M. Şevket Eygi gibi isimlerin dil ve ifade tarzlarında karşılık bulan ve her ne kadar retorikte “asr-ı saadet”, “ümmet” gibi dinî motifler belirgin olsa da temel gıdasını Selçuklu ve bilhassa Osmanlı’ya dair zengin tahayyüllerden alan bir millî muhafazakârlığa karşılık gelir. Merhum Necmettin Erbakan’ın Milli Nizam Partisi’nin tanıtım toplantısında (8 Şubat 1970) yaptığı konuşmada, “Açıkça ilan ediyorum ki bizim partimizin kurucuları Sultan Fatih Hazretleri, Sultan Yıldırım Hazretleri, Sultan Murad… Sultan Abdülhamid’dir” demesi bu konuda az çok fikir verir." Kuşkusuz Mustafa Hoca önemli bir noktaya işaret ediyor. “

Bu satırları evrensellik ve yerellik üzerinden tekrar tekrar okumakta fayda var. Bir yandan, evrensel ümmet düşüncesinin savunanların kendi gerçekliklerine yabancılaştıkları savunulurken, diğer yandan yerelliği öne çıkaranların evrenseli gözden kaçırıp milliyetçi muhafazakar bir dini öğreti oluşturdukları savunulur. Her ikisine de örnek bulmak mümkün. Kuşkusuz zor denklem. Hem evrensele odaklanmak hem de kendi gerçeklerine yabacılaşmamak, ikisi arasında sağlıklı bir sentez oluşturmayı gerektiriyor.

İslam - İslamcılık ve sağ- muhafazakar- milliyetçilik arasındaki bütün çatışma ve anlaşmazlıklara karşın bu iki ideoloji çoğu kez iç içe girmiştir. Türkiye’de İslam ve milliyetçiliğin iç içe girmesinin en önemli nedenlerinden biri, Cumhuriyetin kuruluşundan beri baskı altına alınan İslam düşüncesinin kendini muhafazakâr-milliyetçi bir kanaldan ifade etmesidir. Bunun en önemli örneklerinden biri Necip Fazıl Kısakürek’in İslamcılığıdır. Necip Fazıl Kısakürek, Türk özellikleri baskın olan bir İslam anlayışına sahiptir. Bu yüzden C. Afgani ve M.Abduh gibi ilk nesil İslamcıları örnek alan Mehmet Akif’e sıcak bakmaz. Nurettin Topçu ve Sezai Karakoç’un Mehmet Akif hakkında müstakil eser yazmalarına karşın, Necip Fazıl bu konuda genellikle suskun kalmıştır. Türkiye özelinde muhafazakâr İslam’ın en önemli savunucularından biri olan Necip Fazıl Kısakürek’in Mehmet Akif’e olan ilgisizliğini nasıl yorumlamak gerekir? Asıl neden Necip Fazıl’ın sistemleştirdiği Türkü merkeze alan İslam düşüncesine ondan destek bulamayacağı anlayışında olmasıydı ve bu konuda kesinlikle haklı idi. Mehmet Akif yerel değil ümmet merkezli bir düşünürdü.

 

Türkiye'de İslamcılık külliyatı çok azı istisna olmak üzere milliyetçi muhafazakarlığın yatağında büyümüştür. Bu yetişme tarzı milliyetçilik ile İslamcılık arasında ilginç bir ilişki biçimi yaratmıştır. Bütün evrensellik iddialarına karşın İslamcılığın kolaylıkla milliyetçiliğe verilmeye yatkın zihin yapısının kaynağı buradadır. Necip Fazıl'dan çok daha yerel ve ümmetçi bir arka plana sahip olmasına karşın Mehmet Akif, onun kadar itibar görmemiştir. İslami cenahta. Osmanlı merkezli ve Cumhuriyete eleştirel bakan Necip Fazıl, çok daha önemli bir figürdür. Bu arada Mehmet Akif'in yerel ve ümmetçi olması bir çelişki değildir. Çelişki milliyetçi ve ümmetçi olmak arasındadır. Yerellik, kendi coğrafya ve şartlarını dikkate alan ve daima İslam’ın evrenselliğine bağlı bir düşünce iken milliyetçilik, kendi etnisitesi üzerinden bir İslami söylem üretmektir. Bu konuda sağlıklı bir Mehmet Akif- Ziya Gökalp okuması zihin açıcı olabilir.

İslam ve milliyetçiliğin ayrıştığı zamanlarda, İslamcılığın beklenen başarıyı gösterememesi onu yeniden milliyetçiliğe yaklaştırdı. Bu yüzden, Ak Parti –MHP yakınlaşmasını sadece bir seçim işbirliği üzerinden okumak yanıltıcı olabilir. Özellikle İslami bir kökenden gelen Ak Parti kurmaylarının kullandıkları siyasal dilin milliyetçilik ekseninde olması ve kendine özgü bir İslami dilin üreyemeyişi ile yakından bağlantılıdır. Milliyetçilik ile olan tarihsel bağlantısı, İslamcılığı kolaylıkla milliyetçiliğe evrilme potansiyeli taşımaktadır.

Geleneksel olarak dindarların, sol sosyalist ve ulusalcı partiler tarafından dışlanması ile olan mesafe, dindar kitleleri sağ muhafazakar partilerin kucağına itmiştir. Bu tercihte özellikle dindarların çok sıkıntı çektikleri Tek Parti Döneminin sol ve ulusalcı partilerin sahiplenmesi de bu partiler ile dindarlar arasında gerilime yol açmıştır.

Ak Parti; Özal ile başlayan muhafazakar-dindar aktörlerin içinde bulunduğu, Cumhuriyet modernleşmesinin siyasal merkezin dışında tutmak istediği muhafazakar dindarların biriktirdikleri enerjiyle, devletten destek görmeden kendi imkanlarıyla ekonomik faaliyetler yürütmesi sonucu laik burjuvaziye karşı oluşturduğu sinerjinin siyasal merkeze yürüyüşünün adıdır.

Milliyetçi-muhafazakarlık ve İslami düşünce zaman zaman karşı karşıya gelmiş, daha çokta bir arada iç içe girmiştir. Benim milliyetçilik ve

muhafazakarlığa karşı bazı rezervlerim var. Bu akımların evrensel içerikli olmadığını düşünüyorum. Benim için bir değer bütün insanlığa hitap etmelidir.

Milliyetçilik ve dindarlık arasındaki ilişki zorunlu değildir. Hatta felsefi olarak milliyetçilik seküler bir ideolojidir. Toprak, vatan, dil ve ulusal sembolleri dini inanışın onu ne koyar. Teritoryal bir ideolojidir. Kemalist milliyetçilik de din dışı seküler bir milliyetçiliktir. Dindar olmayan çok sayıda milliyetçi vardır Türkiye'de. Türkeş ile Atsız, Türkeş ile Muhsin Yazıcıoğlu tartışması ve ayrışmasının kökeninde de dini anlayışın milliyetçilikle olan ilişkisinin ne olacağı tartışmasının merkezi bir rolü vardır.

Türk İslam anlayışının dayandığı, Orta Asya devlet geleneği ile Emevi hilafet – saltanat ideolojisinin sentezi olan bir devlet geleneğine yaslanmaktadır. Bu tarihsel miran onu milliyetçiliğe yaklaştırmakta ve doğal müttefiki haline getirmektedir. Özellikle 1970’lerden sonra başlayan, 1980’lerden sonra, dış kaynaklı çevirilerle sağ- muhafazakar- milliyetçilikten kendini ayrıştırmaya başlayan süreç, yeniden milliyetçi- muhafazakarlıkla senteze evrilmiştir. Bu evrilmede, İslami temelden gelip, merkezi idareyi ele alan İslamcıların sağlıklı ve tutarlı bir iktidar dili oluşturamamalarının büyük bir etkisi vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.