1. YAZARLAR

  2. Mehmet Taş

  3. Qur'an Ayı
Mehmet Taş

Mehmet Taş

Yazarın Tüm Yazıları >

Qur'an Ayı

A+A-

     Nefislere gem vurulduğu, şeytan ve şeytanilerin yenilgi üzerine yenilgi tattığı bir ay… Yeryüzüne rahmetin sağanak, sağanak yağdığı bir ay. Yaratan ve Yaratılanın birbirinden razı olarak; yaratılanın yaratanına büyük bir teslimiyetle rücu üzere olduğu bir ay. Hasenatın zirveye tırmandığı ve ma’siyetin ise dibe vurduğu, yüreklerin bir olup hakka coştuğu bir ay. Başı rahmet, ortası mağfiret ve sonunun da kurtuluş olduğu bir ay.

     Evet, bu ay ne kadar da bereket yüklü bir ay. Tabii ki bahsettiğimiz bu ay; aslı itibarıyla bahsettiğimiz vasıflara sahip bir aydır…  Şehr-u Ramazan!

     Ama gel gör ki ümmet olarak yaşanmakta olan hal ise; olması gereken hal ile bağı kalmamış bir hal arz etmektedir.  Zira İslam emniyet, huzur, güven bahşederken; günümüzde ise ne yazık ki bir takım insanlar, (hâşâ) İslam adına emniyeti, huzuru, güveni tam anlamıyla katletmekle iştigal etmektedirler. Din-i Pak İslam, hayatı bahşederken; ne hazindir ki O pak din adına boy gösterenler yeryüzüne ‘ölüm’ kusmakta(dır)lar.

     Şu ana husus gözden kaçırılmamalıdır ki; İman edenler, vahdeti en önemli mesele olarak addetmiyorlarsa, hakkaniyet üzere değillerse; ne adına meydana çıkarlarsa çıksınlar, neye inandıklarını (iman ettiklerini) iddia ediyorlarsa etsinler; İslam adına hiçbir iddia sahibi olamazlar, olamamalıdırlar. Zira İslam, tamamen vahdeti emretmekte ve zihayata, hayat bahşetmektedir. İslam tebasına;  hele, hele Allah(CC)’ı birleyenler başta olmak üzere, canlı-cansız hiçbir varlığa zarar verme konusunda kat’iyyen rıza göstermemektedir. İslam, değil ki inananları, inanmayanları, canlı-cansız varlıkları bile haksız yere incitme salahiyetini kimseye vermemektedir. İslam; hidayete çağırır, hidayetin yolunu açar, gösterir ve hidayete yönelmeyi teşvik eder, can verir. Ki İslam, insana verilen irade ile de bu çağrıya icabet etmesi hususunda; tercihin sonucunu da izah ederek kendisini serbest bırakmaktadır.

     İslam; Allah(CC)’ın isminin yüceltilmesine engel teşkil etmediği müddetçe hiçbir varlığı yok etmeye değil; tam tersine o varlığı-varlıkları korumaya geliştirmeye,  hayata renk katmasına imkân sağlar, katkıda bulunur.

     “Sen Rabbine davet et.” (Kassas, 87) 

     “Sen Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et.” (Nahl, 125)

     “Ey Muhammed! Biz seni bütün insanlara yalnızca müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik.” (Sebe, 28)

     “İkiniz Firavun'a gidin; çünkü o, iyice azdı. Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitap edin. Olur ki aklını başına alır yahut hiç değilse biraz çekinir." (Taha, 44)

     “Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan, ondan da onun zevcesini meydana getiren ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar var eden Rabbinize karşı gelmekten çekinin.”  (Hucurat, 10)

     ‘Allah beni şiddet uygulayan biri olarak göndermedi; eğiten ve kolaylaştıran biri olarak gönderdi.’ (Müsned İbni Hanbel, III/328)

     İslam adına hareket ettiğini iddia edenler, öncelikle ve özellikle sahih anlamda İslam’ın hükümlerine uyma konusunda hassasiyetle hareket etmek zorundadırlar. Ölüme değil, dirilişe çağırmalı/çabalamalıdırlar. Dalaletten hidayete davetlerini; nefretle değil, şefkatle icra etmelidirler. Haliyle günümüzde İslam âleminin pek çok yerinde hastalık/hatta sapıklık haline dönüşen sözüm ona İslami gayretler; hayata değil, ölüme yol olmaktadırlar. Bir takım mevzii öncelikler, ilahi gerçeklerin önüne alınmakta; daveti, İlahi davaya çağrı yerine mevzii, sığ ideolojilere yapmaktadırlar. Çağrıları ne kadar ilahi kaynaktan uzak ise; çağrı tarzları da aynı şekilde ilahi gerçeklerden uzak kalmakla ve orada İlahi gerçeklerden bir şey kalmamakta; cehaletlikleriyle baş başa kalmaktadırlar.

     İnsanları kurtarmak, asla insana verilen bir yetki veya hak değildir. Bu hak veya yetki tamamen yaratana aittir. Bu konuda insana tevci edilen görev, sadece ve sadece çağrıdır, tebliğdir, davettir. Bu faaliyetler arasında herhangi bir cebre, zorlamaya hiç bir insanın haddi ve sorumluğu olmadığı gibi; hak ve yetkisi de yoktur. “Sen Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et.”  Fermanı İlahisi ve benzeri nice ayeti kerimeler, bunun apaçık delili olsa gerek.! Resulullah (sav)’ın mücadele ve davet hayatına baktığımız zaman da; hiçbir cebre rastlamamaktayız. Hele, hele farklı anlayış sahibi Müslümanlara karşı ise (Eğer itikatta sapma yoksa) asla kardeşlik hukukunu zedelememiştir. Şu halde İslam adına ortaya çıkan nevzuhur insanların ‘eline bir mühür alarak insanları damgalayıp katletmekten çekinmeyenlere ne demeli bilemiyorum. Bu tür zulümvari yol, yöntem ve uygulamalarla İslam’a ve Müslümanlara hizmet değil; ancak ve ancak zulüm yapılır…

     Pek çok İslam beldesini saran bu acımasız ve acımasız olduğu kadar de fütursuz çabalardan, aklı başında olan Müslümanların gereği gibi ders alması elzemdir. Ancak bu da İslam’ı tam anlamıyla ruhuna uygun bir şekilde anlaşılması, inanılması ve hayata aksettirilmesi ile mümkün olabilecektir.

     “İkiniz Firavun'a gidin; çünkü o, iyice azdı. Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitap edin. Olur ki aklını başına alır yahut hiç değilse biraz çekinir." (Taha, 44) İlahi ferman, Hazreti Musa’ya davet ve tebliği emir buyururken; asıp-kesmekten, vurup-kırmaktan bahsetmemektedir. Nasıl bir şekilde davetin ve tebliğin yapılacağının yol ve yordamı bildirilmektedir. Belki denilebilinir ki o zaman Firavun ve Hazreti Musa, güç dengeleri bakımından kıyaslandığından dolayı böyle bir yol izlenmiştir. Fakat şurası gözden kaçırılmamalıdır ki; güç dengeleri değiştiğinde de İlahi ölçüler naifliği, nezaketi, günümüz tabiriyle bir bakıma insan hak ve hürriyetini göz önünde bulundurmuştur. Ki bundan dolaysıdır ki iman konusunda insanlar muhayyer bırakılmış ve imana dair cezai uygulamalar bu dünyada değil; ahrete bırakılmıştır. Zaten cezai müeyyideler bu dünyada verilmiş olsa idi; imtihanın, iradenin önem ve anlamı kalmamış olacaktı.

     Eğer İslam adına bu gün şiddete başvuranlar inanç, amel ve söylemlerinde haklı olsalar dahi, kendi dışında kalanlara aynı uygulamaları reva görme hakkına sahip değildirler. Zira İslam’ın teşrii hakkı; İslam hâkimiyeti esnasında ümmetin (nasslara uygun olarak) göreve yetkili kıldığı merci tarafından tatbik edilebilmektedir (edilebilecektir). Ayrıca bu merci de her türlü uygulamalarında Allah(CC)’ın adaleti, Resulün sahih sünneti çerçevesinde kalacaktır. “İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir. Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi.” (Ali İmran, 159).  Allah (cc),  bizzat Resulüne nasıl davranacağını beyan buyururken; bu beyanat elbette ki bütün Müslümanlar için de geçerli ölçülerdir.

     Rabbim, kendisine layıkıyla kul olmamızı ve kendi dinini gereği üzere yaşamamızı, kendi adaletini gereği üzere anlayıp, kavrayıp uymamızı, İslam kardeşliğini aramızda tahakkuk ettirmemizi bizleri muvafık kılsın inşaalllah.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.