1. YAZARLAR

  2. Yıldıray OĞUR

  3. Paralel devlet artık hatta karışabilir mi?
Yıldıray OĞUR

Yıldıray OĞUR

Türkiye Gazetesi
Yazarın Tüm Yazıları >

Paralel devlet artık hatta karışabilir mi?

A+A-

Tam bir yıl oldu, oluyor. Çözüm süreci başlayalı. Geçen yıl Aralık ayında MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın İmralı’ya gitmesi, ardından Başbakan’ın bu görüşmeleri açıklamasının üzerinden bir yıl geçti. Sadece 2012 yılının kanlı bilançosuna (resmî rakamlara göre 2012 yılında 438 PKK’lı, 180 güvenlik görevlisi, 42 sivil hayatını kaybetti) bakmak bile 2013’ün kıymetini anlamaya yeter.

Bu bir yılda, kaza, mayına basma nedeniyle yaşanan ölümlerin dışında ölüm haberi gelen iki olay oldu. Lice ve Yüksekova’da güvenlik güçleri tarafından dört sivil vatandaş öldürüldü. Son Yüksekova’daki acı olay çözüm sürecinin belki de en kritik anıydı. Kötü hafızaları canlandırıp, bir kırılmaya neden olmamasını Öcalan’ın protestoları da bitiren açıklamasına borçluyuz. Öcalan “bu provokasyondur, arkasında da paralel devlet var” dedi.

Peki neyi kastediyor Öcalan, daha önce de kullandığı bu paralel devletle? Buna cevap veren çok ama, somut bir karine gösteren pek yok.

Halbuki devlet içinde Kürt sorununun çözümüyle ilgili kavganın uzun ve hiçbir istihbarî bilgiye gerek olmadan açık kaynaklardan, haberlerden takip edilebilecek bir tarihi var. Çoğu da önümüzde yaşandı.

1993’e kadar gidilebilir. Ama biz bugünkü kavgayı anlamak için 2005’e kadar gidelim.

Daha sonra Oslo adını alacak devlet-PKK görüşmelerinin başlangıç yılı resmî açıklamalara göre 2005. Görüşmeler Ankara’da başlıyor. Peki kimle? Şimdi Kandil’de üniformasıyla dolaşan Sabri Ok’la. Bunu nereden biliyoruz peki? 2008 Nisanında Taraf’ta çıkan Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı yayınlarından çıkan PKK/Kongra-Gel Terör Örgütü -Analiz Notları- Mücadele Metotları adlı gizli ibareli kitaptan.

Hizmete özel o kitapta 2006 yılında bazı devlet yetkililerinin PKK’nın Avrupa sorumlusu Sabri Ok vasıtasıyla Abdullah Öcalan’la görüştüğü ve Öcalan’ın 2006 yılı ekim ayında ilan ettiği ateşkesin de bu görüşmeler sonucunda gerçekleştiği yazılıydı.

Hem de bunu eleştiren, hatta bir nevi ihbar eden ifadelerle. Yani kavganın iki tarafı var: Biri görüşmeleri yapan MİT, diğeri o görüşmeleri izleyip, ihbar eden Emniyet.

Anlaşılan izlemekle de kalmıyorlar. Sabri Ok, 1985 yılında tutuklanmış bir PKK yöneticisi. Tam 20 yıl hapis yatıyor. PKK’nın hapishane sorumlusu oluyor. Bu arada 1998 ateşkesi sırasında devlet ilk görüşmelerden birini onunla yapıyor. 2005 yılında tahliye olan Ok, ilk olarak ne yapıyor peki? Bir yasa dışı örgüt yöneticisi için tuhaf bir karar ama askere gidiyor! Ama devletle görüşmeleri resme ekleyince pek de tuhaf değil. Ok, kurulacak yeni Kürt partisinin liderliğine hazırlanıyor. Bu arada görüşmeler Emniyet istihbaratının kitabında söylendiği gibi başarıyla sonuçlanıp, PKK 1 Ekim 2006’da ateşkes kararı veriyor. Peki sonra ne oluyor. Paralel devlet hatta karışıyor. Bir anda sözleşmiş gibi üç farklı şehirde itirafçılar Sabri Ok’u suçlayan ifadeler veriyorlar. Ok hakkında tutuklama kararı çıkarılıyor. Ok 7 Nisan 2007 tarihinde pasaportuyla yurt dışına çıkıyor. Yani devlet onu paralel devletten kaçırıyor. Ya da paralel devlet onu devletten. Tam belli değil, o sırada kim paralel kim devlet. Ve bir süre sonra ateşkes bozuluyor. Kanlı karakol baskınları başlıyor.

Devletin devlete ikinci çelmesinin tarihi 2009. Yine bir ateşkes kararı. PKK, 13 Nisan 2009 tarihinde daha sonra adına Oslo Süreci denecek görüşmeler sonucunda ateşkes kararı vermiştir. Tam bir gün sonra paralel devlet düğmeye basar ve KCK operasyonları başlar. Sonra yetmez kelepçeli fotoğraf verilir. Buna rağmen devletin diğer kanadı PKK ile görüşmelere devam eder. (Bu arada iddianameye göre KCK-Türkiye 2005 yılında Sabri Ok’un liderliğinde kurulmuş bir yapı. 4 yıl beklemiş devlet demek ki. Tesadüfler, zamanlaması manidarlar...)

Ve görüşmelerin sonucunda Habur olur. Ekim 2009. Sınırda kurulan mahkemeler, karşılamalar. Sonra bir anda dağılan hava. Devletin bir kanadının tutuklamayıp sınırdan serbest bıraktığı PKK’lıların neredeyse hepsi hakkında birkaç ay içinde mahkemeler tutuklama kararları vermeye başlar. Bir kısmı Türkiye’den kaçarak ancak -kaçmalarına fırsat veren bazı yargı kararlarıyla- hapishaneden kurtulur.  Devletin bir kanadının verdiği sözü, diğer kanadı bozar. Ve yeniden savaş kararı ve yeniden ölümler...

Seçimler. Öcalan’ın barış konseyi duyurusu. Silvan. Devletin görüşmeci kanadı için işler iyi gitmemektedir. Savaş hızlanır. Üçüncü çelmenin tarihi: 13 Eylül 2011. O gün Oslo görüşme kaydı PKK’ya yakın haber ajansı DİHA sitesi üzerinden internete sızdırıldı. Sonra kayıt PKK’nın resmî ajansı ANF’de haber yapıldı. Sonra bir anda “sitemiz hacklendi” denerek haber geri çekildi. Her şey tuhaftı. Özellikle de kayıtın kendisi. Nedense 4.5 yıllık PKK-MİT görüşmelerinden sızdırıla sızdırıla o sırada Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olan Hakan Fidan’ın katıldığı ilk görüşmenin kaydı sızdırılmıştı. Hatta en çok onun konuştuğu bölümler seçilmişti. Sayın Öcalan dediği, Başbakan’ın talimatıyla buradayım dediği bölümler…

Kayıtta Habur Olayı (Ekim 2009), Reşadiye Baskını’ndan (Aralık 2009) bahsedildiğine göre görüşmenin tarihi Aralık 2009’la, kayda göre Hakan Fidan Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olarak orada bulunduğuna göre MİT Müsteşar Yardımcısı olarak atandığı 17 Nisan 2010 tarihleri arasında bir zamana aitti.

Aynı zaman diliminde  tuhaf bir şey olmuştu. Belçika yıllardır AB Parlamento binasında bile toplantılar düzenleyen Kongra-Gel liderleri Zübeyr Aydar ve Remzi Kartal’ı gözaltına almış, ev ve ofislerine,  PKK’nın Brüksel merkezli medya organlarına baskın düzenlemişti. Haberlere göre pek çok bilgi ve dokümana el konmuştu. Zübeyr Aydar MİT’in Oslo görüşmelerine katılan isimlerden biriydi. Operasyonun Türk Emniyetiyle paralel yapıldığı haberleri çıktı. Yani devletin bir kanadı PKK’lılarla görüşüyor, bir kanadı o PKK’lıların evlerine baskın düzenliyordu. Sonra iki isim nedense serbest bırakıldılar.

Kasım 2011’deyiz. Yine tuhaf bir şey oldu. Devlet, 1999’dan beri Öcalan’la görüşmesine izin verdiği avukatlarını 12 yıl sonra bir KCK operasyonuyla “Öcalan’ın mesajlarını Kandil’e taşımak” iddiasıyla tutukladı. Hem de Oslo kayıtlarında MİT’in Kandil-İmralı arasında mektup taşıdığının ortaya çıkmasından sonra.

Ve çatışmanın finali. 7 Şubat. Önce basına verilen belgelerle oluşturulmaya çalışılan hava, ardından MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılması.

Manzara açık. Bunların hepsini yapan tek bir devlet olamaz. Bir devlet var, bir de bir paralel devlet var.

Biri Kürt sorunu müzakereyle çözümünü savunuyor, diğeri buna karşı çıkıp güvenlikçi politikaların devamını savunuyor. Başbakan’ın uzun süre PKK’nın tavırlarına da bağlı olarak devletin iki kanadının çözümleri arasında gidip geldiğini söylemek mümkün. Başbakan’ın “siyasi hayatım pahasına” diyerek geri dönüş kapılarını kapatarak verdiği siyasi çözüm kararından sonra kırmızı düğmeye basılıp 7 Şubat’ın olması tesadüf değil.

Peki paralel devlet, orijinal devletin çözümüne bundan sonra da çelme takabilir mi? Daha doğrusu bu kez başarılı olabilir mi? 21 Mart 2013 günü Öcalan’ın tarihi mektubunun okuduğu günün akşamı televizyona çıkan, BDP çevrelerine de çok yakın ünlü bir “liberal” yazarın uzun uzun “Ama Uludere çözülmeden barış olmaz” diye neredeyse savaş kışkırtıcılığı yaptıktan sonra, “Ankara’dan gelen bilgilere göre Öcalan’ın mektubunu MİT hazırlamış” deyiverdiği anı hatırlayanlar için paralel devlet bir telefon uzakta, her an tetikte.

MİT-PKK görüşmeleri sızınca, herkesin Hakan Fidan’ın vatana ihanet ettiğine inanacağını zannettiklerine göre sosyolojiden pek anlamadıkları açık.

O sosyoloji bilimi bir yıl sonra toplumun deneyip gördüğü, sevdiği, alıştığı barışa inancının arttığını söylüyor. En son Kürdistan tabusu bile sessizce çöküverdi. Yani paralel devletin kabloları epey eski, hatlarda sürekli cızırtı var. Ve en önemlisi artık herkes hattın diğer ucundaki sesi tanıyor, kim olduğunu tam olarak bilmese de. Bir sonraki çelmede hatların tamamen kesileceğini de...

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.