1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Özgürlük ve adalet mümkün mü?
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Yazarın Tüm Yazıları >

Özgürlük ve adalet mümkün mü?

A+A-

Müslümanların siyasete olan ilgilerinin iki meşru ve zaruri sebebi var: Biri dinlerini tebliğ edebilecekleri ve dinlerine göre hayatlarını yaşayabilecekleri özgür ortama sahip olmak, diğeri kainatın ve hayatın esası olan adaletin tesisine çalışmak. Her şeyden feragat edilebilir, bu iki hedefe ulaşma idealinden ve çabasından feragat edilemez. İslam bu iki yüksek değeri hem tevhid inancıyla ifade etmiş hem ahlaki sorumluluk saymıştır. Özgürlük ve adalet yoksa, hayatın da anlamı yoktur.

 

İslâm tarihinde biri Cebriye, diğeri Kaderiye olmak üzere iki zıt görüş bu konu üzerinde yoğunlaşmıştır.Söz konusu iki ideal seçimlerimizle ilgilidir. İslâm kelamcıları “hürriyet” yerine “ihtiyâr” kelimesini kullanmayı tercih etmişlerdir. İhtiyâr, “hayr” kelimesinden müştak olup en hayırlısını seçmek demektir. “Hayır”la ilişkili olarak Ragıp kelimenin akıl, adalet, ahlaki erdem ve faydayı içerdiğini; Külliyat’ın sahibi Ebu’l Beka, ihtiyâr’ın, en iyi olan şeyi talep etmek ve istemek olduğunu söyler. “İhtiyar” hayrı, iyiliği ve faydalı şeyi tercih etmek olmakla beraber, insan bazen zatında iyi olmayan şeyi, “iyi zannı”yla seçebilir, bu da ihtiyârdır, ama yanlış seçimdir.

Cebriye hür iradeyi reddediyordu. Ona göre insanın kendi başına seçimde bulunması mümkün değildir, çünkü insan kendi fiillerinin yaratıcısı değildir; o rüzgarın önünde sürüklenen yaprak gibidir. Her şey Allah’ın irade ve kudret eli altındadır, O’nun kudreti dahilinde cereyan eder. Biz harici etkilerden bağımsız hür bir fiilde bulunamayız. Tabii ki kul eylemde bulunur ama eylemin asıl faili Allah’tır, kendisi bir tür fonksiyon gören basit alet hükmündedir. İnsanın fiiliyle olan nisbeti mecazidir. Çünkü insan mecburen yapar, yapabilir güce ve potansiyele (istitaa’) sahip olduğu için yapmaz. Yapıyorsa da, yapmıyorsa da mecbur olduğu içindir. Diyelim ki bir cinayet işlenmiştir, katil ve maktul için ayrı ayrı kaderler tayin edilmiştir.

Kulun sorumluluğunu ortadan kaldıran bu görüşün siyasi tercümesi şuydu: Özgürlük ve adalet mümkün değildir. Böyle olunca ahlaki erdemlerin zaafa uğraması kaçınılmazdır, zorba/otoriter yönetimler Allah’ın takdiridirler. Ahlaki zaaflar (mesela zulümler, yolsuzluklar, hırsızlıklar, ağır vergiler, vicdanlar ve diller üzerine kurulan baskılar) yol kazası hükmündedir, böyle kazalar olur ve bunlar da Allah’ın kazasıdırlar. Buna göre dönemin Emevi iktidarı da Allah’ın takdiri oluyordu. İktidara karşı direnmenin anlamı yok. Sabredip yöneticilerin insafa gelmesi için dua etmekten başka bir şey yapılamaz. Onlar bizim başımızdaysa, Allah bu yöneticileri kullarına uygun görmüştür. Onlara itaatten başka bir şeye kalkışmak takdir-i ilahiye karşı gelmekle aynı şeydir.

Buna mukabil Mutezile ve Kaderiye kelamcıları hür iradeyi savundular. Hür irade, kişinin kendi fiillerinin yaratıcısı olabileceğini iddia eden görüşe dayanır. Kişi kendi fiillerini yaratır. Bu yüzden yaptığı fiillerden ve sonuçlarından sorumludur.

Özellikle Kaderiye, konuyla ilgili görüşlerini aşırı noktalara götürdü. Bunun sebebi hem zorba hem kamu kaynaklarını yağmalayan Emevi iktidarına karşı oluşan tepkiydi. Muaviye, biat isterken Beni Ümeyye’nin hilafete daha layık olduğu fikrini öne atıyordu, Hz. Osman’ın kanının peşine düşmesi de, eski Arap geleneğine göre kabilenin reisliğine talip olmasının icabıydı. Kana sahip çıkan reisliğe layıktı. Mervanilerin yaydığı propagandaya göre yeryüzü Allah’ındır, bir kadere ve takdire göre arzını halifesine devretmiştir; Allah’ın kaderi değişmez. Nasıl yeryüzünü dağlar ayakta tutuyorsa, halife de dini ayakta tutar. Halife olmasa, ne hükümler uygulanır ne cemaat olur. Daha sonra Hint Moğol devlet geleneğinde göreceğimiz üzere “dinin halifeyle ikame edilmesi” fikri, “dinin devletle ikame edilmesi (din-u devlet)” olarak formüle edilecek, bu da Osmanlı’da benimsenen meşruiyet temeli sayılacaktır. Zulmüyle nam salan Haccac, halifenin meleklerden ve nebilerden üstün olduğunu söylüyordu. Bu çerçevede hile ve desise ile iktidarı elen geçiren Muaviye, o yılı “cemaat yılı” ilan etmişti. Buna göre herkes tek cemaat olacak, Emevi saltanatı altında birlik ve beraberlik içinde yaşayacaktı.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.