1. YAZARLAR

  2. Mehmet Taş

  3. Özgürlüğü Anlamak ve Yaşamak
Mehmet Taş

Mehmet Taş

Yazarın Tüm Yazıları >

Özgürlüğü Anlamak ve Yaşamak

A+A-

 

     İnsan hayatında bazı kavramların yeri ve anlamı hayati öneme sahiptir. Bunların başında da özgürlük gelmektedir. Tabiidir ki özgürlüğün karşıtı olan kölelik kavramı da olumsuz içeriğiyle de olsa, aynı şekilde önemlidir. Bu kavramları gereği gibi anlamak, değer vermek ve değeri üzerinde gereken hassasiyeti de göstermek gerekir. Zira bilgi salt başına pek de anlam ifade edememektedir.

     Özgürlük, yeryüzünde mutlak anlamda veya sınırsız olarak her istediğini elde etmek veya istediği şekil üzere hiçbir sınır tanımamak anlamında algılanmamalıdır. Çünkü sınırsızlık ifadesi; bu sınırlı olan dünyada geçerlilik kazanamaz. İstenilen her şey elde edilemez. Nefis, dünyaya meyallığı bakımından sınırsızlığın peşine düşmek, hiçbir engel tanımamak ister. Ama akıl anlar ve bilir ki, bu dünyanın sınırlı olduğu gibi, dünyaya ait olan her şey sınırlıdır. Yeme sınırlıdır, içme sınırlıdır, görme sınırlıdır, duyma sınırlıdır, hayatın bizzat kendisi dahi sınırlıdır. Artı, bu sınırların çoğu da insanın kendi hayatına dair olmasına rağmen, kendisi tarafından belirlenmemiştir. Ama istese de, istemese de bu sınırlılıklar dâhilinde yaşayacaktır/yaşamak zorundadır.
 
     Bu hayata ait olan her şeyin bir sınırı olduğu gibi, haliyle hakların ve özgürlüklerin de bir sınırı olacaktır ve olmalıdır da. Önemli olan sınırsız bir özgürlüğün peşine düşmek değil; mevcut haliyle, sınırlılıklarla beraber bu özgürlüğün nasıl yaşanabileceğinin peşine düşmektir. Bu özgürlüğün temel kriterlerinin neler olacağını tespit etmektir. Önemli olan bütün bu yaşantılar içerisinde adil olarak, adaleti ayakta tutarak özgürlüğün mücadelesini verebilmektir.
 
     Her kim olursa olsun, özgürlüğün peşine düşerken başka özgürlükleri yok saymamalıdır. Çünkü başka özgürlükleri yok saymak veya sınırlarını ihlal etmek; mutlak anlamda kendi özgürlüğünün de yok sayılmasına veya ihlal edilmesine yol açacaktır. Ki bu durumlarda özgürlükten ziyade tam anlamıyla esaret, haksızlık, zulüm, işkence, katliam vs. olumsuzluklarla yüz yüze kalınır. Hâlihazırda dünya genelinde bu husus ihlal edildiğinden dolayıdır ki, onca sıkıntılar yaşanmaktadır. Tarih boyunca kendilerini üstün gören müstekbirler, özgürlüğü nevi şahsına has kılanlar, başkalarını yok sayanlar, haddi aşanlar, tuğyan edenler nasıl ki insanlığın başına bela olmuşlar ise; ne yazık ki onların mümessilleri tarafından günümüzde de aynı şekilde azgınlıklarını devam ettirmektedirler. Günümüz azgınları tarafından kullanılan yol, yöntem ve araç-gereçler, elbet ki zararları, tahripleri, kapsam ve etkileri bakımından daha da büyük olmaktadır.
 
     Şu anda insanlığın genel manzarasına bakıldığında, aşırı müreffeh ve aşırı yoksun uçlar arasında baş döndürücü bir makas kendini göstermektedir. Bu makasın genişliğine paralele olarak da elbette ki sorunlar baş gösterecektir/baş göstermektedir. Nitekim bu izaha çalıştığımız hazin durum, insanlığı tehdit edercesine varlığını göstermektedir. Asırlardan beri Afrika’yı, Ortadoğu’yu, Uzakdoğu’yu vs. sömüren batı medeniet(sizliğ)i, günümüzde de yaşanmakta olunan bütün sıkıntıların baş müsebbipleridirler. Hala da aynı zulüm ve haksızlıklarını devam ettirmenin plan, proje ve oyunbazlıklarının peşindedirler. Taş kalpli ve aç gözlü batı insanı; hiçbir ahlaki ve insani erdemi tanımadan; sadece şehevi duygularını ve dünyevi tamahlıklarını tatmin etmenin peşine düşerek, bütün insanlığı sömürmenin kavgasını devam ettirmektedir.
 
     Bu insanlığı tehdit edici durum elbette ki kalıcı olmaz, olamaz da. Zira zulüm asla payidar kalamaz, kalmamıştır. Bütün bu çalkantıların, inlemelerin, gözyaşlarının merkez üssü ise ne yazık ki İslam coğrafyası olarak telaffuz edebileceğimiz Müslüman halkların yaşadıkları bölgelerde yaşanmaktadır. Bütün bu olup bitenlerden birinci derecede zarar görenler, ne yazık ki Müslüman halklardır. Müslüman halklar bu olumsuzlukların mağdur tarafı olmakla beraber, mutlaka bu olumsuzluklardan sorumlulukları da vardır. Zira asırlardan beridir dünya genelinde bir varlık gösterememektedirler. Oysaki Müslümanların; yeryüzüne adaleti yaymak, haksızlıklarla mücadele etmek, hakkaniyet üzere bir toplum olmak/oluşturmak gibi sorumlulukları vardır. Nebevi halka tarih boyunca her dönemde nasıl ki İlahi mesaj üzere cehalet ile mücadele etmiş ise; nübüvvetin kesilmesi ile bu sorumluluk da bitmiş değildir. Tam aksine bu sorumluluk, iman edenlerin sırtında aynen devam etmektedir. Cehaletin her türlüsü ile mücadele etmek, iman etmiş olmanın gereklerindendir. Bu gereklilik, Peygamber efendimizin ve güzide ashabının örnekliğinden yola çıkarak yerine getirilmelidir. Toplum yapısı ve toplumun ihtiyaçları ile ilgili her türlü sorunların giderilmesi, problemlerin çözüme kavuşturulması, sulh ve hakkaniyetin tesis edilmesi, İslam milletinin kendi içindeki sorunlarının çözümü ve ümmetin diğer halklarla ilişkilerinin yürütülmesi vb. gibi bütün çalışmalar yeniden Qur-an ışığında ve Resulullah’ın uygulamalarında olduğu şekilde yapılmalıdır.
 
     Günümüzde elbette ümmeti kıskaca alan pek çok sorunlar ve zorluklar vardır. Bütün bunlara rağmen ümitsizliğe asla düşülmemelidir. İman ile ümitsizlik asla yan yana olmazlar. İmanın olduğu yerde, ümit elbette güçlü bir şekilde varlığın devam ettirecektir/ettirmelidir. “Gevşemeyiniz, üzülmeyiniz, eğer inanıyor iseniz muhakkak üstünsünüz.” “Siz insanlar içerisinde çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülüklerden sakındırırsını. Çünkü siz Allah’a inanırsınız.” gibi ilahi düsturlar, muhakkak yol göstericimiz olmalıdır. Kendisi için istediğimizi din kardeşimiz için de istemeliyiz. İnsanlar nezdinde emin olmalıyız. Düşmanımız dahi olsa başkaları hakkında adaletten ayrılmamalıyız. Müşfik olmalı, zulme ve haksızlığa asla boyun eğmemeli ve rıza göstermemeliyiz. Maleyani hal ve hareketlerden kesinlikle sakınmalı, bir an olsa bile Rabbimizden gafil olmamalıyız. Sevgisinde de, buğzunda da İlahi öçlüler içerinde kalmalıyız. İşte bu ve benzeri güzel hasletler, mümin olmanın beşeri esaslarındandır. Belki de bu esasları ihlal ve ihmal ettiğimizdendir ki; bu gün ne fert olarak ve ne de toplum olarak huzur ve rahat yüzü görememekteyiz. Ayrıca bu ve benzeri sorumluluk ve kulluk bilincimizi yitirmemizdendir ki; ümmet olarak istikbarın oyuncağı haline düşmüşüz. Adaletin yeşerdiği toplum değil, haksızlığın boy attığı toplum haline gelmişiz.
 
     Somut olan her şeyin sınırlılığı vardır. İki tarlanın birleştiği nokta, o tarlaların sınırı olduğu gibi özgürlüklerin de tıpkı sınırı vardır. İki tarlanın birbirine geçişgenliğinin söz konusu olamayacağı gibi; iki özgürlük alanının da birbirine geçişgenliği söz konusu olamaz. Haliyle bir özgürlük sınırının başlayabilmesi için; diğer özgürlük sınırının bitmesi gerekmektedir. Bu halde de her bir bireyin özgürlük anlamında kendi sınırını iyi bilmesi bu sınırı koruması ve başka sınırları da ihlal veya ihmal etmemesi gerekir. Bu ölçülere riayet edildiği ölçüde toplumsal huzur elde edilir, bu ölçülere riayet edilmediği ölçüde ise toplumsal sıkıntılar alır başını gider.
 
     Beşeri çerçevede özgürlüklere bakıldığında; mutlak özgürlükten ziyade fıtri özgürlük noktasında yer almak gerekir. Fıtri özgürlük; her bireyin veya her toplumun fıtri haklarının korunabileceği, toplumsal huzur ve güvenin temin ve daim kılınabileceği gerçeğini önümüze serer. Aksi durumlarda yapay özgürlükler peşine düşülür, haksızlıklar boy gösterir. Zulüm ve katliamlar toplumsal hayata hükmeder. İnsanlar biri birisinin kan dökücüsü, kan içicisi oluverirler. Kimisi kimisine ilahlık taslar, tahakküm eder; kimisi de kimisine kulluk etmeye mahkûm olur-edilir.
 
     Şu anda bütün bir yeryüzünü kasıp kavuran, nice zulümlere meyden veren, yol açan gelişmelerin temelinde özgürlüğün ihmali yatmaktadır. Bu temel de fıtri gerçeklerden uzaklaşmaktan kaynaklanmaktadır. Fıtri hakların göz önünde bulundurulmadığı sürece de bu kargaşa dinmeyecektir.
 
     Hassaten orta doğuyu ve İslam Coğrafyasını esir alan terörizmin temelinde bu fıtri hakların ihmali vardır. Işid’in, Kaide’nin, PKK’nın, Boko Haram’ın… listeyi istediğimiz kadar uzatabileceğimiz özgürlük katili oluşumlarının temelinde bu fıtri hakların rafa kaldırılması vardır. O halde listelenen bu örgütlere veryansın yapmadan önce; bu örgütlerin hayat bulmasına zemin hazırlayan nedenlere dikkat çekmek gerekir. Dünya istikbarını oluşturan küresel çeteyi/cuntayı hesaba katmadan, başka bir deyişle hesabı sormadan, yeryüzüne istikrar da gelmez, huzur da gelmez. Kanaatimiz odur ki bütün bir yeryüzündeki insanlık katili oluşumlar/örgütler, bu müstekbirlerin icazetli elemanları/kuklalarıdırlar. Ve bu elemanlara efendileri tarafından, zamana ve zemine göre rol biçilir, biçilen rol ve tahmil edilen işi bitirince de kendileri de efendileri tarafından bertaraf edilerek (El Kaide, Saddam vs.); yenileri iş başına getirilir. Bütün bu katiller/örgütler de oyun kurucular/küresel müstekbirler tarafından halkın bazı kesimlerin gözünde kurtarıcılar ve halkın bazı kesimlerinin gözünde ise ihanet çetesi vs şeklinde lense edilir. Haliyle kuklaların/elemanlarının görev sathı olan beldelerde/coğrafyalarda huzursuzluk ve kargaşanın daniskası, istedikleri kıvamda tesis edilmiş/yürürlüğe konulmuş olunur…
 
     Elhasıl bölgesel ve küresel bazda sayısızca döndürülen dolaplar vardır. Müslümanların bu dolaplara dikkat etmeleri, feraset ile olup bitenlere bakmaları, İslami bilinç be bilgilerini geliştirmeli, dünya müstekbirlerinin oyunlarına gelmemeli; kendi değerlerinin değerini gereği gibi bilerek, değerlerine sarılmalıdırlar. Özgürlüğün gereği üzere anlaşıldığı ve yaşandığı sabahlara uyanmak dua ve dileklerimle…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum