ÖZE DÖNÜŞ
Yararlı olur düşüncesiyle ‘öz’ ve ‘dönüş’ kelimeleri üzerinde durarak konuya giriş yapalım. Üzerinde durulacak konulardan önce, o konuları oluşturan kavramlar üzerinde durmak, hem anlamın kapsamı bakımından hem de anlamın derinliği bakımından farklı pencereler açacaktır. Yani hangi konu üzerinde duruluyorsa, o konuyu oluşturan unsurlar üzerinde de durulmalıdır. Netice itibariyle yapılan her analiz için tutulması gereken bir yol ve yöntem olmalıdır. Bizim de yaptığımız bir bakıma bundan başka bir şey olmamaktadır.
‘Öz’ denildiği zaman, öze ait olmayan ve fakat öz ile beraber veya özün yerini almış başka durumlara atıf kendiliğinden akla gelir. Çünkü bir şey sadece kendisi olsaydı, o zaman o şeyi ayrıca ele alarak düşünmeye, o şey üzerinde fikir yürütmeye gerek olmayacaktı. Demek ki aslında burada yolunda gitmeyen bir şeyler var ve bu şeyler bizi rahatsız etmektedir. Bunu gerçek ve sahte dikotomisiyle de izah etmek mümkündür. Yani olması gereken gerçeğin yerini sahte olan aldığı için işler bozulmuş, rahatsızlığa sebep olmuş ve bir sorun meydana gelmiştir.
Öze dair sorunların sebebini bilmek, niçin ve nasıl hareket edilmesi gerektiğini de beraberinde getirecektir. Örneğin varlıklar arasında öz’ünden uzaklaşma kimler için geçerlidir? İradesi olmayan canlı veya cansız varlıklar için öz’ünden uzaklaşma sorunundan söz etmek mümkün müdür? Belki şöyle bir izah bizi evet dedirtmeye meylettirebilir. Bir varlık sahip olduğu ana unsurlar bakımından bir ayrışmaya tabi tutulabiliyorsa, o zaman o varlık için de özden uzaklaşma gündeme gelebilir. Bu durum için ise dışarıdan başka bir gücün müdahalesine gereksinim olacaktır. Yani bütün bunlarla demek istiyoruz ki, hiçbir iradesiz varlık kendinden kaynaklanan bir özden uzaklaşmayı gerçekleştiremez. Geriye kala kala iradeli bir varlık olarak insan kalıyor. Bütün sorunların kökeninde akıl ve iradenin işleyişi olduğu için, öz ile ilgili sorunları da insan bağlamında ele almak gerekir. Akıl ve iradenin kullanımında sorun olabildiği gibi, bu edimin oluşturduğu sonucun anlaşılma aşamasında da sorun olabilir.
Her varlığın bir özü vardır. Aynı şekilde her varlık özü ile tanımlanır. Bir varlığın ne olduğunu bilmek demek, o varlığın özünü bilmek demektir. Bir taşı taş yapan özellikler o taşın kimliğini de oluşturur. Hakeza bir bitkinin veya bir hayvanın da aynı şekilde özellikleri özlerini oluşturmaktadır. Bu varlıklar iradesiz olduklarından, bunlar için özlerinden uzaklaşma veya özlerini kaybetme sorunu da söz konusu olmayacaktır. Bütün varlıkların nasıl ki birer özü varsa, insanın da bir özü vardır. İnsanın sahip olduğu öz, benlik veya kendilik olarak tanımlanabilir. Her insanın özü, o insanın manevi varlığına tekabül eder. İnsanın manevi varlığı, insanı insan yapan ana unsur anlamına da gelir.
Eğer bir insanın özünden söz ediyorsak, bu, o insanın varlık-yokluk sorunundan da söz ediyoruz demektir. Çünkü bir insanın ‘insan’ olarak var olması için, insani öze sahip olması gerekir. Öyle ise varlık-yokluk sorunu sadece fiziki/biyolojik özelliklerle sınırlı bir sorun olmamaktadır. Yani diyoruz ki varoluşu, sadece fiziki/biyolojik bir ölçütle ele alan değerlendirmeler yanıltıcı değerlendirmelerdir. Dolayısıyla çağımızın en büyük hastalığı olan ‘sahip olmak’ dürtüsüyle bütün bir yaşam, hem özünden uzaklaşmakta hem de büyük bir inkâr bataklığına saplanmaktadır. Buradaki inkâr tabirini, insanın özünün görmezlikten gelinmesi olarak anlamlandırıyoruz. Artık bu bakış açısıyla sürdürülen yaşamın seküler bir yaşam olduğunu da hatırlatalım. Böylece seküler bir yaşamı insanın kendi özünden uzaklaştığı bir yaşam olarak tanımlamış oluyoruz.
Kısaca ‘dönüş’ üzerinde de duracak olursak, bunun da akıl ve irade sahibi olan insan ile ilgili olduğunu söylememiz gerekir. Akıl ve irade sahibi olmayan hiçbir varlık için, herhangi bir dönüş yapmak söz konusu olamaz. Her dönüş bir muhasebe gerektirir. İnsan sahip olduğu edimleri göz önüne getirir ve yanlış olduğuna karar verdiklerini bırakmak suretiyle bir dönüş gerçekleştirmiş olur. Her dönüş kararı insan için yeni imkân arayışları anlamına gelir. İnsan için iki dönüşten söz edebiliriz. Bir tanesi özünden ayrılmak suretiyle yapılan olumsuz dönüştür. Burada insan artık insanlığını kaybeder. Diğeri ise özüne dönüşü gerektiren olumlu dönüştür. Burada ise insan, kaybettiği insanlığına yeniden kavuşma çabası içinde olur. Hayatın bütününe baktığımız zaman, karşımıza çıkanın biteviye devam eden dönüşlerden ibaret olduğunu söyleyebiliriz.
İnsanın özünün ne olduğu hususunda her insanın farklı anlayışta olması gayet doğaldır. Çünkü her insanın bilgi kaynağı aynı değildir. İnsanın sadece kendisini bilgi kaynağı olarak kabul etmesinin en önemli sonucu bitimsiz görüş farklılıkları olacaktır. Demek ki aslında insanın, insanı aşan konularda aşkın bir bilgi kaynağına ihtiyaç vardır. Müslümanlara göre bu aşkın bilgi kaynağını vahiy oluşturmaktadır. İşte vahye göre insanın özünün ne olduğu hususu, insanın önünü aydınlatan bir projeksiyon gibidir. Hz. Âdem’i oluşturan çamur tarafı (fiziki/biyolojik) mı yoksa Allah’ın verdiği/üflediği ruh tarafı mı insanın özünü oluşturmaktadır? Elbette Âdem’e öğretilen isimler, verilen akıl ve irade ile tercihte serbestlik ve sorumluluk nitelikleri insanı insan kılan özü oluşturmaktadır. İnsanın bu verili yapısına fıtrat denilmektedir. Öyle ise bir insanın özünden uzaklaşması demek, fıtratından uzaklaşması demek olacağı için özüne dönüşü de fıtratına dönüş olarak niteleyebiliriz.
Bütün insanlar yaratılış bakımından aynı fıtrata sahip olduklarına göre, bütün insanlar için geçerli olacak değerlerden de söz edebiliriz. Bu genel geçer değerlerin hepsinin oluşturduğu paydayı ‘iyi’ olarak adlandırabiliriz. ‘İyi’ olan bütün değer ve tutumların insanın özünü oluşturduğunu söylemek, kabulü mümkün olan ilk basamak olacaktır. İslam’a göre “insanlığın bütün ortak değerleri, aynı zamanda İslam’ın değerleri olarak görülür.” İslam’ın evrenselliği hiçbir ayrıcalığa prim vermeyen bir evrenselliktir. O bakımdan insanlığı tabakalara ayıran zümreci bakışa sahip olanların İslam’la Kur’an’la bir ilgi ve ilişkiyi kurmaları beklenemez. Zümreci Mekke toplumu da İslam’la Kur’an’la söz konusu ilgi ve ilişkiyi kuramamıştı.
Müslümanlar açısından öze dönüş, İslam’ın, Kur’an’ın değerlerine dönüşü ifade etmektedir. Burada İslam’ın, Kur’an’ın değerlerine dönüşten söz ettiğimize göre, bu demektir ki biz Müslümanlar söz konusu bu İslam’ın Kur’an’ın değerlerinden uzaklarda bulunuyoruz. Değerlerin insanı koruyan ve kollayan bir taraflarının da olduğu dikkate alındığı zaman, aslında içinde bulunduğumuz durumun bir facia, bir felaket olarak nitelenmesi gerekir. Çünkü o zaman bizler İslam’ın, Kur’an’ın koruyucu, kollayıcı kanatlarından mahrum oluyoruz. Bu halleriyle Müslümanlar sadece kendilerine zarar vermiyorlar; aynı zamanda İslam’a, Kur’an’a da zarar veriyorlar. İslam’ı Kur’an’ı tanımanın önünde nerdeyse birer engele dönüşmüş oluyorlar.
Müslümanlar çok acil bir şekilde İslam’a Kur’an’a dönmek suretiyle, öze dönüşlerini gerçekleştirmiş olacaklardır. Çünkü bugün Müslümanlar hayatın bütün alanlarında etken değil edilgen durumdadırlar. Kendilerine has bir istikametleri yoktur. Modern seküler perspektifin oluşturduğu yön ve hedefleri takip eden iz sürücülere benzemektedirler. Hâlbuki Müslümanı Müslüman yapan kendine özgü dil, düşünce ve sesin oluşturduğu izler olmalıydı. Ne yazık ki bundan söz etmek mümkün olmamaktadır.
Müslümana özgü olan öznel özerklik kuşatılmış, imaj her şeyin yerini almış ve sahicilik rafa kaldırılmıştır. Müslümanlık sadece bir etiket konumuna indirgenmiştir. Onun için Müslümanlığın gereklerini yerine getirmek, bir “-mış gibi yapmaya” dönüşmüştür. Böylece sınırlar ortadan kalkmış ve Müslümanca mahremiyet ayaklar altına alınmıştır. ‘Müslüman’ adı sırtında olduğu halde mal biriktirme, biriktirdiği malla övünme, üstünlük taslama ve hayatı bu doğrultuda rasyonalize etme bireysel hayatın ekseni olmuştur. Müslüman bu şekilde ruhunu kaybettiğinin farkına varmamaktadır. Bu şekilde sadece hayattaki şeylerden bir şeye indirgendiğini görmemektedir. Bu gidişin insanda, ne öz ne de özgelik bırakmayacağı açıktır. Genelde insanın ve özelde de Müslümanın özünü kaybettiği, kişiliklerin buharlaştığı, insani ilişki ve temasların istisnai bir duruma geldiği böylesi korkunç bir varoluş sürecinden kurtulmak gerekiyor. İşte bu kurtuluş sürecini öze dönüş olarak adlandırıyoruz.
Müslümanların öze dönüş sürecinde çok sağlıklı yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Hedefler ve alınan sorumluluklar net bir şekilde belirlenmelidir. Bin yılı aşkın bir süredir hamallığı yapılan gereksiz ağırlıklardan Müslümanların kurtulması gerekir. Müslümanlara hayat veren alanların sadece uzman kişilere değil, aynı zamanda bütün Müslümanları kapsayacak şekilde geniş tutulması gerekiyor. Örneğin içtihat ve şura bu bağlamda yeniden ele alınarak değerlendirilmelidir. İflasını vermiş işlevsiz kurum ve kuruluşlar tespit edilerek, yeniden bir uyanış ve dirilişin fitilini ateşlemek gerekmektedir. Bu söylenenlerin slogan düzeyinde kalmaması için, kendisini Müslüman olarak adlandıran her şahsın, kendisinden başlamak üzere devamlı ve kararlı bir başlangıcı yapması gerekmektedir. Söz konusu bu başlangıç için kesintisiz ve çoklu olacak okumalarla yola çıkılabilir. Yapılacak okumalarda homojenliğin değil heterojenliğin esas alınması hayati öneme sahip bir durumu teşkil ettiğini belirtelim.
Vesselam.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.