1. YAZARLAR

  2. Opr.Dr. Engin YILMAZ

  3. Olmayan Bir Mektup Üzerine Kurulmuş Sistem Sempat
Opr.Dr. Engin YILMAZ

Opr.Dr. Engin YILMAZ

UFKUMUZ
Yazarın Tüm Yazıları >

Olmayan Bir Mektup Üzerine Kurulmuş Sistem Sempat

A+A-

(ŞEYH SAİD VE SAİD NURSİ ARASINDAKİ MEKTUPLAŞMA HADİSESİNDEKİ ÇARPITMALAR)

      

Risale Haber adlı Sitede, bir panelde sarfettiğim bir söz nedeniyle hakkımda makale tarzı bir yazı yayınlandı. Bu yazıya cevap niteliğinde kendilerine bir yazı yazdım. Maalesef site editörüyle telefonda görüşmeme ve bu tekzip yazısını defalarca kendilerine göndermeme rağmen bu yazımı yayınlama mertliğini göstermediler. "Yazınızı yayınlayarak size cevap hakkı tanıyacağız" demelerine ve söz vermelerine rağmen Müslüman kişiliğine ve karakterine uymayan bir tavır sergileyerek bu imkânı bana sağlamadılar. Her arayışımda "daha inceliyoruz" diyerek işi savsaklamaya ve unutturmaya çalıştılar. Mutlak bir suskunluğa girerek kendilerinden beklenen tavrı göstermişlerdir. Panelden sadece bir gün sonra "tarihi çarpıtıyor" diye makale kaleme alan sitenin, benim aşağıda kaleme almış olduğum cevabi yazıyı 1 ay' dır incele(ye)memiş olması manidardır. Kendilerinden Müslümanlıkları gereği yalan ve aldatma beklenmeyen ama bunu yüzleri kızarmadan yapan bazı nurcu cemaatlerce, yakın tarihin nasıl da çarpıtıldığını ve İnsanların nasıl yönlendirildiğini anlatan makalemi okuyucuya ibret ve aydınlatıcı olsun diye aşağıya aynen alıyorum.

Sayın risale haber yöneticisi,

Van ilinde yapılan bir panel münasebetiyle hakkımda yapılan bir haberi referans alarak sitenizde yorum – haber nitelikli eleştirel bir makale yayınlandı. "Said Nursi'nin Şeyh Said uyarısını çarpıttı" adındaki şahsımı tarihi çarpıtan ve tahrif eden biri olarak lanse eden haberiniz sitenizle sınırlı kalmayarak birçok haber sitesi tarafından da aynen kopyalanarak yayınlandı. Bu nedenle şahsıma cevap hakkı doğmuştur. Tüm dinlerde ve hukuk sistemlerinde kabul gören ve adil yargılamanın vazgeçilmez bir düsturu olan "savunma" hakkımın risale-i nura ve üstad hazretlerine hizmet eden şakirtleri tarafından şahsıma tanınacağını umuyorum. Binaenaleyh hak ve adaletten yana olan İslami duyarlılığınızın bir gereği olarak yazdıklarımı kesip biçmeden bir bütün olarak yayınlamanızı rica ediyorum...

Öncelikle belirtmeliyim ki üstadı asrın müceddidi olarak kabul eden risale-i nur davasının en küçük efradındanım. Bu nedenle Hazreti Üstada kendisine ait olmayan bir vasfı veya olayı isnat etmek gibi bir amaç ve uğraşıdan Allah'a sığınırım. Göstereceğiniz kesin deliller karşısında da başta Üstadımızın maneviyatı olmak üzere tüm risale-i nur camiasından da özür dilemeye hazırım. Çünkü yanlışta ısrar etmenin gaflet olduğunu bilenlerdenim. Lakin bu duyarlılığı muhataplarımın da göstermesini beklerim.

Şeyh Said isyanında Bediüzzaman Said Nursi’nin tavrının hangi yönde olduğu konusu Üstad'ın takipçileri olan Nur talebeleri ve yakın Kürt tarihi araştırmacıları arasında neredeyse 50- 60 yıldır tartışılmaktadır. Türkiye’de ki farklı ideolojik gruplar Üstad’ın İsyan esnasındaki tavrını kendi bakış eksenleri doğrultusunda şekillendirmekte ve bu konuda kendi yargılarını destekleyen deliller sunmaktadırlar.

      Bu konudaki mevcut tartışmalı görüşler şu şekide guruplandırılabilinir:

Bediüzzaman Said Nursi Şeyh Said Hareketinde:


1- Harekete karşı çıktı

2-Hareketi destekledi

3-Tarafsız kaldı

Tarafsız kaldı diyenler ise iki farklı görüş ortaya atmaktadırlar:

A) Hareketin fikrini, amacını ve metodunu tümüyle yanlış bulduğu için Tarafsız kaldı

B) Hareketin fikrini ve amacını haklı gördü, hatta hareketin önderlerinden bazıları (Örn: Azadi örgütü lideri Cibranlı Halit Bey) ile görüşmeler yaptı ama hareketin metodunun silahlı oluşu, Müslüman kanının akmasını istemeyişi, isyanın ani ve hazırlıksız çıkışı silah yerine ikna metodunun doğruluğuna inanması, isyan bölgesine olan uzaklığı veya şartlar ve maslahat gereği tarafsız kaldı, aktif destek vermedi veya veremedi

    Basında çıkan ve sizin sitenizde tenkit konusu yapılan sözlerim eksik  anlaşılmış olsa da  ben şahsen son maddedeki B şıkkında geçen görüşün daha mantıklı olduğunu düşünenlerdenim. İsyanı haklı görmek başkadır; isyana sempati ile bakıp destek vermek başkadır. Üstad isyan nedenini haklı görmüş ama metod ve zamanlamasını ise onaylamamıştır. Bu nedenle isyanın  tarz, metod ve zamanlamasına sempati ile bakmaz. Ama isyan argümanlarının haklı sebeplere dayandığını da kabul eder. Yani "Hür Adam"da anlatıldğı gibi devletin zulmunden yana tavır takınmaz. Üstadı devlet ve sistem yanlısı olarak lanse edenler onun ruhaniyetinden utanmalıdırlar. Üstad; İsyanın Kemalizmin baskı ve zülmüne karşı, insani ve dini haklı nedenlerden dolayı yapılmış olduğunu şu sözleriyle beyan eder :

1948 Afyon mahkemesi müdafaasından bir bölüm:
".....Avam‑ı ehl‑i iman onu (şapkayı) giymeye mecbur olduğu zaman; O büyük allâmelerin adem‑i müsaadeleri, avam‑ı ehl‑i imanı tehlikede bıraktı. Yani: Ya bir kısım münafıklar gibi dinini bırakmak veya Vilâyât‑ı şarkiye'deki isyanlar gibi isyan etmek vaziyetinde iken..."

Ne var ki Risale-i Nur camiasının kahir ekserisi, Üstadın bu harekete şiddetle karşı geldiğini düşünmektedirler. Hatta Şeyh Said ve Bediüzzamanın birbirlerine rakip iki dini öndermiş gibi yanlış algılama içindedirler. Bazılarına göre ise biri "doğruyu" diğeri ise "yanlışı" temsil eder. Onlara göre Şeyh Said devlete başkaldırarak bu yanlışı(!) işlemiştir. Mektup hadisesi bu düşüncenin en önemli ürünüdür. Bu konudaki haklılıklarını ispat için Üstadın Şeyh Said'e yazdığı cevabi mektubu ve bu mektubun içeriğini en büyük delil olarak sunmaktadırlar. Oysaki bu delilin kendisi dahi tasdik ve doğrulanmaya muhtaçtır. Mektubun içeriği ise çeşitli versiyonlarla sunulduğundan kafa karıştırmaktadır. Farklı kaynaklarda farklı içerikler karşımıza çıkmaktadır. Hatta "hür adam" filmindeki verilen mektubun versiyonu İslami bir düsturu çiğnemekle kalmamış Kürtleri ciddi olarak rencide ederek ümmet anlayışı ile çelişmiştir. Üstadın ağzından çıktığına asla ve kat'a inanmadığım ve Risalelerin hiçbir yerinde de geçmeyen o talihsiz ve uydurma sözü ancak bir Türk milliyetçisi söyleyebilir. Abdulkadir Badıllı'nın yazmış olduğu Mufassal Tarihçe-i Hayat'ın 1. cildinde de bu sözün Üstada ait olmadığı ve olamayacağı uzun uzun anlatılmaktadır. İsteyenler tafsilatlı bilgiyi oradan okuyabilirler. Gelin film de geçen bu sözü birlikte hatırlayalım:

 Şeyh Said isyanına kendisini davet edenlere ve Şeyh Said’in mektubuna cevaben şöyle demektedir:

" Bu memleketi bu güne kadar Türk'ler yönetmiştir. Bundan sonra da yalnızca Türk'ler yönetecektir."

Film de bu sözler milliyetçi ve devletçi bakışla Kürtlere şu mesaj verilmiştir:


"Ey Kürtler sakın ha Türklerin emrinden çıkmaya kalkmayın. Kemalizmin sizi asimile etmesine de itiraz etmeyin. Sizleri Türkler olarak bizler ebediyen yönetmeye devam edeceğiz."

Bu uydurma sözün, kendilerine uygulanan asimilasyonu kabul etmeyerek milli ve kültürel haklarını isteyen Kürtleri durdurmak amacıyla filme özellikle konulduğunu düşünüyorum. Böylece Kürtlerin nezninde önemli bir yeri olan Üstadı kendi Türkçü, milliyetçi ve devletçi bakışlarına alet etmektedirler. Risalelerde olmadığı gibi Üstadın hiçbir talebesi tarafından da rivayet edilmemiş olan ve sadece "Türkiye’de Nurculuk Davası" adlı kitap da geçen ve ravisi dahi belli olmayan bir söz "Üstadın mektubunda geçiyor" denilerek Üstada isnat edilmeye çalışılmasının başka bir açıklaması olamaz.

Bu söz bize 1930'larda Adalet bakanı olan Mahmut Esad Bozkurt'un aynı parelelde ki şu sözünü hatırlatıyor.

"Bu ülke yalnızca Türklerindir. Türk olmayanların ise bu ülkede bir tek hakları vardır. O da köle ve hizmetçi olmak."

Üstada isnat edilen filmdeki söz ile ırkçı Kemalist bakanın sözleri arasında ben hiçbir fark göremiyorum. Farklı olduğunu düşünen varsa lutfedip bunu bize anlatsın.

Biz yine mektup hadisesine dönelim.

Güya Said Nursi kendisini isyana davet eden Şeyh Said’in mektubuna şöyle cevap vermiştir:

 "Yaptığınız mücadele, kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Çünkü Türk milleti İslâmiyete bayraktarlık etmiş, dini uğrunda yüzbinlerle, milyonlarla şehid vermiş ve milyonlar velî yetiştirmiştir. Binaenaleyh kahraman ve fedakâr İslâm müdafilerinin torunlarına, yani Türk milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem. Bu memleketi bu güne kadar Türk'ler yönetmiştir. Bundan sonra da yalnızca Türk'ler yönetecektir."

Gerçek şu ki; orijinal aslı elde olmayan ve içeriği de kesin olarak bilinmeyen ama varmış gibi kesin kabullerle bir şehir efsanesi gibi dilden dile dolaşan bir mektup ile birileri Hz. Üstadı sisteme ve rejime monte etmenin gayreti içine girmişlerdir. Aynı mantık sahipleri Bir zamanlar yine hz. Üstada atfen ve bir meczubun ağzından çıkan şu: "İslamköy'den bir adam çıkacak...", yalanı ile masonluğu tescilli ve 28 Şubat’ında mimarlarından olan bir politikacıya beklenen kurtarıcı gözü ile bakıp masum nur talebelerini onlarca yıl bu zata oy vermeye zorladılar. Yani birileri hayali senaryo ve anlatımlarla mukaddes bir davayı ve onun 20. asırdaki müceddidi olan Hz Üstadı alnı doğru dürüst secdeye gelmeyen birinin ardına takma gafletini gösterdiler.


Ben, hiç kimse tarafından "görülmemiş" ve "okunmamış" olan bu hayali mektubun var olduğu kanaatinde değilim. Mektubun "Var" olduğu yönündeki ileri sürülmüş olan delil ve savların tümünü inceledim. Gördüğüm şu ki hemen hemen tamamına yakını çarpıtma, aldatma veya bilgi eksikliğine dayalı muteber olmayan hayali varsayımlardır. Tıpkı sizin sitenizde mektubun kesinlikle var olduğuna dair yazılmış olan makalede olduğu gibi... Ben mektubun olmadığına dair bildiğim birçok delili tek tek sıralamayacağım. Ama gerekirse de isteyenlerle bunları paylaşabilirim. Bu yazımda sadece mektup hadisesinin nasıl saptırıldığını yazınızdaki delilleri irdeleyerek ortaya koyacak ve sonucu vicdan sahiplerine havale edeceğim.

1. Yazınızda deniliyor ki "Risale-i Nur'daki ve çeşitli kitaplarda bu konu tüm açıklığıyla ortaya konulmuştur". El insaf! Risale-i Nurun hiçbir yerinde bu mektuptan ve içeriğinden bahsedilmemektedir. Yuvarlak ve afaki cümlelerle milleti ve kendinizi kandırıyorsunuz. Bu mektuptan bahseden risalelerdeki bölümü gösterin yada yayınlayın da bizde öğrenelim ve özür dileyelim. Zaten risale-i Nurda bu konu tüm açıklığı ile ortaya konulmuş olsaydı bu konu nur talebeleri arasında hala bir tartışma konusu olmazdı.

2. Yine yazınızda deniliyor ki "Üstadımız'ın, Şeyh Said'e gönderdiği mektubun orjinali mevcuttur". Aklı başında bir insanın bu ibareyi kullanabileceğine ihtimal veremiyorum. Çünkü Şeyh Said'e gönderilmiş olan bir mektubun orjinali nasıl olurda mektubun göndereni olan kişide yani Üstad hazretlerinde olur. Bir mektup eğer gönderilmiş ise mektubun orjinali gönderende değil mektubun muhatabı olan alıcıda yani Şeyh Said de olması gerekmez mi.? Bu mektup nasıl oldu da Şeyh Said Efendiden Hz. Üstada geri geldi. Yinede ben yanılıyorsam ve siz iddianızda ısrarlı iseniz bu mektubun orjinalini lütfen yayınlayıp kamuoyu ile paylaşın ki tartışmalar bitsin. Ya da yayınlamıyorsanız en azından nerede ve kimde olduğunu söyleyin. Ama zahmet etmeyin çünkü olmayan hayali bir belge yayınlanamaz.

3. Yazınızda mektubun mevcudiyetine dair delil olarak orjinalinin Savlı marangoz Ahmet eliyle yazılmış Osmanlıca Asa-yı Musa'da ve Abdulkadir Badıllı'nın yazmış olduğu Mufassal Tarihçe-i Hayat'ın I.cildinin 535. sahifesinde olduğunu belirtiyorsunuz. Hatırlamak adına yazınızı harfi harfine aynen alıyorum:


"Isparta'nın Sav köyünden Ahmet Marangoz eliyle yazılmış, Üstadımız'ın bizzat kendilerinin tashih ettiği, Şeyh Said Efendi'ye mektubu, Osmanlıca Asa-yı Musa kitabının sonuna ilave edilmiştir. Ayrıca talebesi Abdulkadir Badıllı'nın yazmış olduğu Mufassal Tarihçe-i Hayat'ın I.cildinin 535. sahifesinde, hem Şeyh Said Efendi'nin, hem de Üstadımız'ın cevabi mektubunun sureti mevcuttur."


  Külli yalan... Kanıt olarak bahsettiğiniz her iki yerdeki belgeler aynı belgedir. Ve bu belge "hem Şeyh Said Efendi'nin, hem de Üstadımız'ın cevabi mektubunun sureti" değildir. Bahse konu bu belge; İnebolu'lu Selâhaddin Çelebî tarafından üstadın muarrızlarına karşı yazılmış; üstadı ve davasını anlatan tanıtıcı bir makaledir.Ayrıca makalenin esas yazarı Sav köyünden Ahmet Marangoz değil, İnebolu'lu Selâhaddin Çelebî'dir. Bu uzun makalenin sadece kısa bir yerinde, Üstadın Şeyh Said Efendiye yazdığı düşünülen mektubun mahiyetinden bahsetmektedir. Bilahare Selâhaddin Çelebi'nin bu makalesi Sav'lı Marangoz Ahmet tarafından el yazısı ile çoğaltılmıştır. Kaldı ki bu yazıyı okuyan herkes bu yazının üstadın kendi ifadeleri olmadığını yazının üstadı anlatan tanıtıcı bir yazı-makale olduğunu her halükarda anlayacaktır. Sizler nasıl olurda kimin tarafından yazıldığı belli olan bir makaleye "hem Şeyh Said Efendi'nin, hem de Üstadımız'ın cevabi mektubunun sureti" diyerek makaleyi Üstadın yazdığı orijinal mektupmuş gibi sunar ve gerçeği çarpıtırsınız. Konuyu gelin birlikte en güvenilir kaynak olan Üstadın talebesi Abdulkadir Badıllı'nın yazmış olduğu Mufassal Tarihçe-i Hayat adlı eserinden okuyalım:

"Şeyh Said'le olan bu mektuplaşma hadisesini, ilk önce 1946 yıllarında İnebolu'lu Selâhaddin Çelebî yazdı ve ifşa etti. Bu yazı, "Bediüzzaman'ın Taihçe‑i Hayat'ından Bir Hülâsadır" başlığı altında makale gibi bir şey idi. Hazret‑i Üstâd, Selâhaddin Çelebi'nin bu yazısını evvelâ bir lahika mektubu şeklinde neşrettirdi. Bilâhare de, Osmanlıca Asay‑ı Musa mecmuasının İnebolu nüshalarının arkasında dercettirdi. Daha sonra, aynı yazıyı Isparta'da teksir makinasiyle çoğaltılan İslâm yazısı Asay‑ı Musa'nın da ahirine ‑az bir tensikten sonra‑ dercettirdi."


4. Üstadın mektubunun orjinali diyerek İnebolu'lu Selâhaddin Çelebî'nin makalesini mektubun orjinaliymiş gibi gösterdiğiniz yetmiyormuş gibi kanıt olarak gösterdiğiniz makalenin içeriğini bile değiştirmişsiniz. Yazınızda bu makalede şu ibarenin geçtiğini yazmışsınız:

" O fenalıklar ve dinsizlikler, kumandanlara mahsustur. Ordu onunla mesul olmaz. Bu Osmanlı ordusunda belki 100 bin evliya var. Ben bu orduya karşı kılınç çekemem ve size iştirak etmem dedim. O zatlar benden ayrıldılar, kılınç çektiler. Neticesiz Bitlis hadisesi vücuda geldi."


    Oysaki gerçek hiç de öyle değildir. Bir nur talebesi daima müdakkik olmalıdır. Makaleyi lütfen tekrar okuyun. Ve gerçekleri ne kadar çarpıttığınızı görünüz. Şualar kitabının 14. Şua'sında –Afyon Müdafaaları- geçen ibareyi getirip (dipnotunuzda doğru bilgi olmasına rağmen) Osmanlıca Asa-yı Musa’da ki ibare diyerek okuyucuyu yanıltıyorsunuz Sizin yazdıklarınız nerede makaledeki gerçek ibareler nerede? İşte İnebolu'lu Selâhaddin Çelebî'ye ait olan Savlı Marangoz Ahmed'in elyazmasıyla Osmanlıca Asa-yı Musa daki gerçek ibareler:

"Şark isyanında Şeyh Said ve askerleri Üstâdımız Bediüzzaman'ı Şark'taki büyük nüfûzundan istifade için mücadeleye iştirâke davet ettikleri zaman, cevaben demiş: "Yaptığınız mücadele, kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Çünkü Türk milleti İslâmiyete bayraktarlık etmiş, dini uğrunda yüzbinlerle, milyonlarla şehid vermiş ve milyonlar velî yetiştirmiştir. Binaenaleyh kahraman ve fedakâr İslâm müdafilerinin torunlarına, yani Türk milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem" diyerek hem cevab‑ı red vermiş, hem mücadelesinden vazgeçmesini söylemiştir.


5.
Cevabi yazınızın bir başka çarpıtması:

"Muazzez Üstadımız mektubunda şöyle demektedir" diyerek Savlı Marangoz Ahmedin elyazısıyla aslında İnebolu'lu Selâhaddin Çelebî'ye ait olan sözler Şualar kitabının Afyon Müdafaaların da geçmektedir. Bu yanlışı yukarıda göstermiştim. Şualar kitabının Afyon Müdafaalarındaki Üstadın söyledikleri ise Şeyh Said olayı ile hiçbir ilgi ve alakası yoktur. Üstadın bahsettiği ve onaylamadığı olay 1913 de ki Hizanlı Şeyhlerin ittihat terakki dönemindeki Bitlis İsyanı ile ilgilidir. Bitlis isyanında kendisini isyana davet edenlere Üstad olumsuz cevap vermiştir. Türkiye de hala çoğu nur talebesi bu iki olayı birbirine karıştırdığı için, 1913 Bitlis hadisesi için söylenmiş olan Üstadın sözlerini 1925 deki Şeyh Said hadisesine teşmil etmektedirler. Tabi burada esas sıkıntı genelde Türkiye kamuoyunun, özelde ise nur talebelerinin yakın Kürt tarihine olan mesafeli duruşları nedeniyle tarihi olaylardaki bilgisizlikleridir. En donanımlısına bile 1913 Bitlis hadisesi nedir deseniz belki bir kaç kelam ancak edebilir. Yine de iki farklı olayın inatla birbirine karıştırılmaya çalışılması gösteriyor ki; Bunu yapanlar ya farkında olmadan tarihsel cehaletlerini inatla sürdürmektedirler, yada nur talebelerini rejim ve düzen tarafına çekmek için bilinçli bir çarpıtma yapmaktadırlar.


Ayrıca -sizin sitenizde olduğu gibi- verilen metinler yalnızca yanlış değil eksik verilerek de tarihsel algıya bilinçli yönlendirme yapılmaktadır.

Sizin verdiğiniz eksik metin:

"O fenalıklar ve dinsizlikler, kumandanlara mahsustur. Ordu onunla mesul olmaz. Bu Osmanlı ordusunda belki 100 bin evliya var. Ben bu orduya karşı kılınç çekemem ve size iştirak etmem dedim. O zatlar benden ayrıldılar, kılınç çektiler. Neticesiz Bitlis hadisesi vücuda geldi."


Gerçek tam metin:

"Eski Harb‑i Umumi'den evvel ben Van'da iken, bazı dindar ve muttakî zatlar yanıma geldiler, dediler ki: "Bazı kumandanlarda dinsizlik oluyor. Gel bize iştirak et, biz bu reislere isyan edeceğiz."Ben de dedim: O fenalıklar ve o dinsizlikler, o gibi kumandanlara mahsustur. Ordu onunla mesul olmaz. Bu Osmanlı ordusunda belki yüz bin evliya var. Ben bu orduya karşı kılınç çekemem ve size iştirak etmem dedim. O zatlar benden ayrıldılar, kılınç çektiler. Neticesiz Bitlis hadisesi vücuda geldi..."

a) Metinden özellikle eksiltildiğini düşündüğüm ilk paragrafta Üstad hazretleri taraftar olmadığı hadisenin "Eski Harb‑i Umumi'den evvel" yani I. Dünya Harbinden önce meydana geldiğini özellikle belirtiyor. I. Dünya Savaşının başlangıcı 1914 olduğuna göre bu olay bu tarihten önce olması gerekmiyor mu?. Oysaki Şeyh Said hadisesi 1925 de meydana geldi.

b) Üstad Türkiye ordusu değil Osmanlı ordusu tabirini kullanıyor. Demek ki olay Osmanlı döneminde cereyan etmiştir.

c) Metnin sonunda Üstad hazretleri taraftar olmadığı olayın ismini dahi veriyor: Bitlis Hadisesi.

d) Bitlis hadisesi Osmanlı döneminde 1913’te olmuştur. Metinde üstad olayın tarihini. Yerini, adını apaçık verdiği halde Bitlis hadisesi ile ilişkili sözlerini getirip 1925 deki şeyh Said hadisesi için söylenmiş gibi çarpıtmak Üstada iftira etmek değil midir?.

6. Mektubun varlığını ispat için söylediğiniz bir diğer delilinize de bakalım:
"Emekli Yüzbaşı Mehmet Kayalar : "Üstâd'ın Şeyh Said'e yazdığı mektub, bilâhare Şeyh Said esir alındığında üzerinde bulunmuş ve Diyarbekir İstiklal Mahkemesi dosyalarına konulmuştur. Mektub halen İstiklal Mahkemesi dosyalarının içinde, Şeyh Said'in dosyasında mevcuttur" demiştir." diyorsunuz.
Doğrusu böyle bir rivayet Abdulkadir Badıllı'nın yazmış olduğu Mufassal Tarihçe-i Hayat'ın I.cildinde de geçmektedir. Fakat bu iddia ve rivayet kesin delil olamaz Çünkü:

a) Diyarbekir İstiklal Mahkemesi dosyalarına ulaşılması hala yasak olduğu için bugün bu konuda hiç kimse net bir bilgiye sahip değildir. Eğer Mehmet Kayalar Ağabey'den böyle bir rivayet varsa bu ağabeyimiz muhtemelen tahminini dile getirmiştir. Çünkü mahkeme dosyalarının içeriğini Mehmet Kayalar ağabeyimiz dahil hiç kimse bilmemektedir.

b) Üstadın mektubu eğer Şeyh Said'in üzerinde yakalansaydı emin olun ki mektubun varlığı o günkü sıkıyönetim şartlarında Üstadı idam etmeye yeterliydi. Velev ki içinde isyana karşı olumsuz cevap olsa bile... İstiklal mahkemelerinin keyfiliğini ve acımasızlığını bilenler bunun bu sonucu doğuracağını iyi bilirler. Oysa ki Üstadı -kendi ifadesiyle- sadece ihtiyat gereği sürgüne göndermişlerdir.

c) Kaldı ki Üstad hazretleri o dosyalarda kendine ait herhangi bir maddi delilinin olmadığını Eskişehir müdafaanamesinde açıkça söylemektedir:

"Şark hadisesi münasebetiyle nefy edilmem, iddianamede iştirâkimi ihsas ettiği cihetle, cevab veriyorum ki: Hükûmetin dosyalarında, benim künyem altında hiç bir meşruhat yoktur. Sırf ihtiyat yüzünden nefy edildiğim hükûmetçe sabit olmuştur..."

Hz. Üstad "dosyada benimle ilgili hiçbir şey yok" derken sizlerin ısrarla o dosyada mektubun var olduğunu iddia etmeniz Üstadı yalanlamaktır. Sizleri bundan men ederiz.

7. Mektup hadisesinden; bilinenin aksine tek bir rivayet (Hayreddin Topçu) hariç Hazret‑i Üstâd dahil olmak üzere hizmetkarları olan hiçbir büyük ağabeyin rivayeti yoktur. Üstadın talebesi Abdulkadir Badıllı'nın yazmış olduğu Mufassal Tarihçe-i Hayat adlı eserinde bunu teyid etmektedir. Birlikte okuyalım:


"Şeyh Said'e Üstâd tarafından yazılan mektub hususunda Hazret‑i Üstâd'dan yapılan şifahî tek bir rivayet vardır. O da N. Şahiner'in, Doç. Dr. Nureddin Topçu'nun küçük kardeşi Hayreddin Topçu'nun hatıralarında kaydettiği rivayettir. Hayreddin Topçu şöyle demiş:
"Üstâd bana Şeyh Said'den bahsetti. Onun hareketinden hiç memnun değildi.
" Mektup yazdım, "sakın bir harekete girme" dedim. Ne yazık ki menfi harekete girdi..." dedi.”

.........
Hayreddin Topçu'nun şu rivayetine benzer Üstâd'dan gelen başka hiç bir rivayet duyulmamıştır. Şeyh Said'e yazılan mektub hakkında Üstâd'ın ikinci bir rivayetini ben şahsen hiç kimseden duymamışımdır. Hatta Üstâd'ın hizmetkârlarından Mustafa Sungur, Bayram Yüksel ve Hüsnü Bayram Ağabeylerden hususi şekilde istifsar ettim; "Hazret‑i Üstâd, Şeyh Said'e yazdığı mektubtan ve mahiyetinden hiç bahseder miydi" diye sordum. "Hayır !.. Biz hiç duymadık" dediler.”

............
"Medar‑ı hayrettir ki; Üstâd Hazretleri, hayatında başından geçmiş vak'alardan, hadiselerden bir inayet‑i Hakla mazhar olduğu hizmetlerinden çoğu kez birer vesileyle bahsettiği gibi; şu Şeyh Said hadisesinin kendisine temas eden kısmından ve ona yazdığı mektub meselesinden, yani o mektubun öz metni ve mahiyetinden ‑tek rivayet olan Hayreddin Topçu'nun rivayeti hariç‑ hiç bahis etmiş değildir"

........

"Ancak ne var ki; Üstâd Hazretleri'nin mezkûr cevabî mektubunun öz metnini kimse görmüş değildir. Bütün, yazılan ve söylenenler rivayete dayandırılmış ve kaydedilmiştir."

Dikkat edilirse Üstadın isyan zamanında Van da iken hizmetini gören ve yanından ayrılmayan Mola Resul, Molla Hamid ve Ali Çavuş gibi talebeleri ve de son zamanlarına kadar yanında olan sonraki talebeleri olayı duymadıklarını ittifaken bildirmişlerdir. Üstadın bu mektuptan bahsettiğini bildiren tek kişi Hayrettin Topçu'dur. Ondan bu rivayeti aktaran ise Necmettin Şahiner dir. Necmettin Şahiner’in ise rivayetlerinin sahihliği zaman zaman tartışma konusu olmuştur. Özelliklede Şeyh Said hadisesinde olayları nasıl çarpıttığını görmek isteyen varsa Abdulkadir Badıllı'nın yazmış olduğu Mufassal Tarihçe-i Hayat'ın ilgili bölümüne bakabilirler.

8. Yazınızın sonuna doğru Şeyh Said Kıyamının “doğru olmayışı nedeniyle yenilgi ve neticesiz kaldığı”yönünde bir yargıya varılmış.

Bu yargı; tarihsel, akli ve kaderi bir mantıktan yoksundur. Çünkü Kader boyutu ve imtihan sırrı gereği Hz. Adem’den günümüze kadar Haklı ile Haksız, Zalim ile Mazlum, Ezen ile Ezilen, İman ile Küfür vs… arasındaki tüm mücadelelerde kazanan taraf sadece Haklılar, Ezilenler, Mazlumlar yada İman edenler olmamıştır. Habil ile Kabil’in kavgasıyla başlayan Haklı ve Haksız kavgasında bazen Haklılar bazen de Haksızlar kazanmıştır. Yani hep kaybedenler Haksız olanlar değildir. Haklı olanlar da kaybetmişlerdir. İmtihan sırrının gereğidir bu. Sadece haklı olanlar kazansaydı Habil katledilir miydi?..Öyle olsaydı Uhud savaşında Allah’ın peygamberi kaybeder ve Hz. Hamza gibi bir sahabi şehit düşermiydi?...

Haksız ve yanlış yolda olduğu için mi Kerbela’da Hz. Hüseyin’in başı kesildi?... Bu örnekler çoğaltılabilir. Bütün bu örnekler gösteriyor ki yenilmiş olmak kişinin haksızlığına delalet edemez. Bu nedenle Şeyh Said gibi bir şahsiyeti böyle basit ve temelsiz bir mantıkla saygısızca yargılamaktan ve farkında olmadan onu tahkir etme gafletinden uzak durunuz.

Sonuç:

Ben "mektup hadisesi tümden ve kesinlikle yoktur" demiyorum. Sadece olaya ihtiyatlı yaklaşıyorum. Çünkü bu mevzuu ispata ve kesin delillere hala ve şiddetle muhtaçtır. Eldeki deliller ve rivayetler olayı tamamen ve açıkça ortaya çıkarmaya yetmemektedir. Ama kendi araştırmalarım sonucunda: Mektup hadisesinin hiç yaşanmadığı yönündeki bilgi ve delillerin daha kuvvetli ve akla yakın olduğunu gördüm. Bu konuyu anlatan taslak kitabım inşallah yayınlanırsa, Kamuoyu olayın yönünü değiştirecek farklı delillerle tanışacaktır. Yinede bu konuda düşüncemin aksine beni ikna edecek her türlü delile karşı açığım ve yanılıyorsam gerektiğinde özür dilemeye de hazırım. Fakat mateessüf "Mektup hadisesi kesinlikle vardır" diyenlerin delilleri tatmin edici ve kat'i değildirler. Ayrıca mektup hadisesinin kesinliğine inananlar; meseleyi ispat etmek için olayları ve metinleri birbirine karıştırdıkları için güvenilirliklerini de kaybediyorlar.

Yinede mektup konusunda ısrarcı olanların daha kat'i ve daha doğru delilleri sunmaları gerekmektedir. Ayrıca delilleri sunarken delilleri, olayları ve risaledeki metinleri birbirlerine karıştırmadan daha özenli bir çalışma ortaya koymalıdırlar. Hele hele "biz yazalım okuyucu fark etmez ve yazılanlara inanır" gibi bir tavırla okuyucuyu aptal yerine koyma densizliğinden de uzak durmalıdırlar.

"Mektup Hadisesi" Akaide taalluk eden imani bir konu değildir. İki tarihsel şahsiyet arasında geçmiş yada geçmemiş olan beşeri bir olaydır. Bu nedenle bu olayda hiç kimse başkaları gibi düşünmek zorunda değildir ve bu olayın varlığına yada yokluğuna inanmaya da zorlanamaz. Ayrıca benim gibi mektubun varlığına inanmayanları da tahkir etmeye ve ötekileştirmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.

Amacım küllenmiş bir tartışmayı yeniden alevlendirmek değildir. Ne var ki ön kabullerle ve şartlandırmışlıklarla gerçeklerin ters yüz edilmesine de seyirci kalınamıyor. Lütfen hiç kimse kesin olmayan deliller üzerinden Risale-i Nur davasını şekillendirmeye ve bir yerlere kanalize etmeye kalkışmasın. Çünkü vebali büyüktür. Vesselam...

ufkumuz.com

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.