1. YAZARLAR

  2. Kurtuluş TAYİZ

  3. Öcalan umudu...
Kurtuluş TAYİZ

Kurtuluş TAYİZ

Akşam Gazetesi
Yazarın Tüm Yazıları >

Öcalan umudu...

A+A-

 

Uzakta bir ada hapishanesinde ömür boyu hapse mahkûm bir insan dışarıdaki insanların kaderini elinde tutabilir mi? Milyonlarca insanın, sorunlarının çözümünü bu kişiye bağlaması normal mi? Herkesin tuhaf karşılayabileceği bu durum, aslında Türkiye gerçeğinin bir parçası. Cezaevlerindeki binlerce insan, İmralı Adası’nda hapis yatan Abdullah Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılması ve bir dizi başka talep için kendisini ölüme yatırmış durumda. Ölümleri ve yaşamları hakkındaki o büyük kararı sadece Abdullah Öcalan verecek.


Bu durum ister istemez Abdullah Öcalan’ı, Kürt sorununda yine umut hâline getirdi. Daha önce olduğu gibi Öcalan yine kilit isim oldu; BDP’nin Meclis’e dönmesini sağlayan o, milletvekillerinin yemin krizini çözen o, PKK’lıların Habur’dan eve dönmesi talimatını veren isim yine o...

PKK saldırıları durdurmak için Öcalan şartını öne sürüyor, BDP “Bizle değil, Sayın Öcalan’la görüşün” diyerek muhatap gösteriyor; Başbakan Erdoğan da keza öyle, “İmralı’yla her an görüşebiliriz” diyerek, Öcalan’ın öneminin altını çiziyor.

Habur ve Silvan baskınından sonra, yani barış görüşmelerinin ardından kopan kıyamete ve üstünün çizilmesine, yerin dibine batırılıp “idam mı edelim, tecrit mi” diye baskı altına alınmasına rağmen, sonunda, her iki tarafın da dönüp dolaşıp geldiği “adres” yine İmralı oluyor.

Bu ülkede savaşın da, barışın da kaderini sanki Abdullah Öcalan kontrol ediyor. Öcalan, örgütünün arkadan dolanarak onu onlarca kez boşa çıkarmasına karşın kendi gücünü, etkisini korumayı —İmralı’da geçen 12 yıla rağmen— bildi. Bugün hâlâ gücünü koruyor.

Zaman zaman örgütün ondan bağımsızlaştığını ve onu etkisizleştirdiği değerlendirmeleri yapılıyor, yapıyoruz. Dağ kadrosunun İmralı’nın “barışın merkezi” olmasına sıcak bakmadığı sır değil; onlar, bu konuda örgüt olarak son sözün kendilerinde olmasını istiyorlar. Ve bunu açıkça olmasa da dolaylı olarak yapıyorlar. Fakat bu da elbette bir yere kadar işe yarıyor; 14 Temmuz 2011’de Silvan pususundan sonra başlattıkları devrimci halk savaşıyla neredeyse yüzlerce can aldılar, yüzlerce can verdiler; ama bugün açlık grevi yapan sivil direnişçilerin kamuoyunda oluşturduğu kadar olumlu bir etki oluşturamadılar, sonuç elde edemediler. Açlık grevcileri bugün yeni bir diyalog kapısını aralamış görünüyor. Çözüm için kamuoyunun üzerinde uzlaştığı tek isim yine Öcalan.

Bunun doğru olup olmadığı bir yana, kamuoyunda gözlerin yine Öcalan’a çevrilmesi, umutların yine ona bağlanmış olması inkâr edilemeyecek bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

Kandil barışın umudu olamadı, olamıyor; barış için gözler geçmişte olduğu gibi bugün de İmralı’da. Kürt kamuoyu, hatta Türk kamuoyunun önemli bir kesimi ona güven duyuyor. PKK’yı destekleyen Kürtlerin büyük bir kısmı barış konusunda Kandil’e neredeyse güvenmiyor bile. Eğer barış olacaksa bunu ancak Öcalan’ın sağlayabileceğine inanıyorlar.

Siyasal iktidar için Öcalan pek güven vermemesine karşın hâlâ birinci muhatap; zira onlar için Kandil’le değil anlaşmak konuşmak bile çok zor.

Hükümetin Öcalan üzerindeki tecridi kaldırıp kaldırmayacağı, ailesi ve avukatlarıyla görüşme imkânı sağlayıp sağlamayacağı merakla bekleniyor. Dün için Öcalan’a bayram görüşü sağlanacağı iddiaları kulisleri hareketlendirse de akşama kadar bu konuda herhangi bir gelişme yaşanmadı. Ama beklenti sürüyor, bugün ve yarın Öcalan’a bayram görüşü yaptırılabilir.

Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması, önemli bir karar olur. Hükümetin Öcalan ile uzlaşma sağlamadan tecridi kolay kolay kaldırabileceğini sanmıyorum. Belki birkaç deneme yanılma görüşüne izin verilebilir. Ama tecridin kalkması Öcalan’ın siyaset sahnesine dönmesi anlamına gelir. Silvan’dan sonra geri çekilen, devlet tecridiyle uzun bir sessizliğe gömülen Öcalan, aktif politika yapmaya başlar. Yeni bir barış süreci için umutlar yeniden Öcalan’a bağlanır.

Hükümetin bence çok fazla seçeneği de yok; Öcalan faktörü en azından savaşın önünü kesmeye yarar; yeniden “barış”, “çözüm” tartışmaları gündeme oturur. Her gün onlarca gencin ölmesi yerine Öcalan’ın konuşması tercih edilebilir. Bu durum, Türkiye’nin ve Kürt hareketinin açmazını gösteriyor.

Umutların bir kişiye bağlanması, nereden bakılırsa bakılsın sağlıklı olmayan bir ruh hâlinin yansıması. Gerçi toplumsal ve siyasal mücadeleler tarihine pek yabancı değil bu durum; pek çok ülkede onlarca lider, temsil ettiği etnik, dinî veya siyasi grubun kaderinde etkili oldu.

Tarihin Öcalan’a barışı sağlama fırsatı sunabileceğini öngörebiliriz; akan kanı durdurabilecek, barış için örgütüne söz geçirebilecek bir lidere tarih, sayfalarını cömertçe açabilir; fakat savaş adına, ölme ve öldürme adına edilecek sözlere tarihin sayfalarında anlamlı bir yer vereceğini hiç sanmıyorum.

Ben yine de ne Kürtlerin, ne de Türklerin geleceğinde tek bir ismin etkili veya belirleyici olmasını mantıklı buluyorum. Meseleyi İmralı Kandil ikileminden çıkarıp Meclis zeminine taşıyarak, demokratik alanı genişleterek belki bu kanlı açmazdan kurtulabiliriz. Yoksa daha uzun süre siyaseti ve toplumu bu “tek adam”lar kontrol eder.
Önceki ve Sonraki Yazılar